Şair-Yazar A. Ali Ural’ın son eseri “Peygamber’in Aynaları” okurlarına kavuştu. Bu titiz çalışma bizlere otuz üç sahabe Efendimiz’i hissettirmeyi amaçlıyor. Ali Ural’ın hem şairliğinden hem de ilmi birikiminden istifade ederek hazırladığı kitap rebiülevvel ayının bu güzel günlerinde tekrar tekrar okunası. Ayşe Sevim, Peygamber’in Aynaları kitabını meraklıları için yazdı.
Peygamber’in Aynaları kitabının şu ana dek siyer anlatımlarında pek de önemsenmeyen kimi hususları ihtiva ettiğine dikkat çekmek isterim. Ne yazık ki siyer anlatımlarında ya “Hava durumu”nu sunar bir tarzda didaktik bir dil tercih edilmiş yahut anlatılanlar insani olandan uzaklaştırılarak, abartıyla, kişilerin şarj değil de deşarj olmasını sağlamak üzere kaleme alınmıştır. Bu iki tavır yüzünden zaman içinde okurda sahabilerden bahsedilirken olması gereken taban yani zihni alt düzey ortadan kalkmıştır. Bunda edebiyatçıların tembelliği ve egosu etkili olduğu gibi akademisyenlerin bilimsel kalmak adına “güzelden” fersah fersah uzaklaşması etkili olmuştur.
SİYERDE YAZARIN YOKLUĞU ÖNEMLİ
Pek çok yazar uzun ve derinlikli bir araştırmaya yanaşmadığı için (tembellik) buldukları ufacık bir bilgiyle yetinip, o malumatın önünü ve arkasını düşünmeden sadece bu bilgi üzerinden hareket etmişlerdir. Bir hadise anlatıldıktan sonra orada yaşanan olay üzerine okuyucuya düşünme, hissetme, şaşırma imkânı sunmayan yazarlar ne yazık ki (farkında olarak ya da olmayarak) kendilerini (ego) olaya katmışlardır. “Şu kişi böyleydi, orada böyle yapmıştı, biz de onu özledik, arıyoruz” gibi insanları coşturan ama coşturduktan sonra onlara bu coşkuyla ne yapması yahut ne yapmaması gerektiğini söylemeyen metinler yüzünden ne yazık ki okur sahabilerle alakalı ruhunda olması lazım gelen hissi zeminini kaybetmiştir. “Sahabilerin ahlakı örnek alınamaz onlara sadece hayran olunur” fikri okura bir manevi hastalık gibi bulaşmıştır. Böyle kitapları okuyanlar genelde, “Şu yazar şu şu hadiseyi anlatırken…” ifadesini kullanırlar. Hâlbuki siyer kitaplarının anlatımında yazarın kendisinin (üslubunun değil egosunun) tamamıyla aradan çıkması gerekir. Okur kitabı okuduktan sonra sahabilerle alakalı hadiseyi düşünmeli onu yazan yazarı sürekli anmamalıdır. Yazar anlatılanın önüne geçiyorsa siyer yazımına ego bulaşmış demektir. Bu tür hataların yanında siyer anlatımlarında duyguyu güzelliği estetiği bilim dışı kabul ederek –belki de bu şekilde yazamadıkları için- hareket eden akademisyenler vardır ne yazık ki. Onlar da başta söylediğimiz gibi hadiseyi mekanik bir dille bize aksettirmeye çalışırlar. Bu kişiler kendi tarzlarının dışında yazılan kitapları “değersiz ve faydasız” bulurlar. Bu tavırlarıyla ne yazık ki “Bu işi biz biliriz” diyerek kendilerini işaret etmektedirler. Bu ise farkında olunsun yahut olunmasın amaçtan uzaklaşıldığının göstergesidir.
A. Ali Ural’ın çalışmasında ise bu iki tavra uzak duran bir denge var şükür ki. Konunun daha iyi anlaşılması için kitaptan örnek verelim isterseniz. Ural’ın, Efendimiz (sav) hastalandığında Hz. Ebubekir’in onun yerine namaz kıldırmasını anlattığı bölümden bahsedebiliriz. Burada Ural akademisyenler gibi “Peygamberimiz’in (sav) Hz. Ebubekir’i namaza kendisinin yerine imam olarak tayin etmesi, Efendimiz’in (sav) kendinden sonra Hz. Ebu Bekir’in halife olmasını istediğine dair bir işarettir” yorumunu yapmamıştır sadece, metinde hasta olan Allah Resulü’nün yerine imam olmanın verdiği sızıyı hissettirmiştir. Ural, devamlı kendisine işaret eden yazarlar gibi bu “sızıdan” yola çıkarak sayfalarca da konuşmamıştır. Bu sızıya işaret edip, o acıyı bir yumruk gibi boğazımıza koyup bırakmıştır. Bu hissin üzerinden ilerleyerek kendi duygu dünyasının zenginliğini göstermeye kalkmayışı, okuyucunun dikkatinin dağılmamasını sağlamıştır. Okuyucu bu “sızı” üzerine düşünebilmiş, oradan kendi sızısını oluşturmaya imkân bulabilmiştir.
TARİHE YAYILAN SORUMLULUK DUYGUSU
Yine Hz. Hüseyin Efendimiz’in şehadetinin anlatıldığı bölümde Ural’ın buradaki acıdan yola çıkarak kendince ağıt yakmadığını yeniden görürüz. Bu hassas mevzuda yazarımız akademisyenlerin yaptıkları gibi soğuk bir dil de kullanmamıştır. Yazının son bölümlerine beraber bakalım isterseniz: “On sekiz bin kişi sözünden döndüğü için kırıldı Peygamber’in aynası. Sonrasını kim anlatabilir… Hz. Hüseyin’in mübarek başının nereye defnedildiğini hâlâ tartışıyor Müslümanlar. Medine’de Baki Mezarlığına, Necef’te babasının yanına, Kûfe dışında bir yere, Kerbela’da bedeninin konulduğu kabre, Dımaşk’ta bilinmeyen bir yere, Rakka’ya, hatta Kahire’ye… Hayır hayır; doğrusu mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanların omuzlarının üstünde olduğudur.” Burada Ural yaşanan facianın oluşturduğu sorumluluğu o zamandan alıp her zamana yaymaktadır. Hadiseyle ilgili sürekli beddua etmenin yahut olayı görmezden gelmenin dışında bir davranış üretmeyi Müslümanlara önermiştir. Hz. Hüseyin’in şehadetini Müslüman dünyasının nasıl anlaması gerektiğini, bu şehadetin şimdiki zamanda nasıl bir anlamı olduğunu yukarıdaki cümle üzerinden okumamız iyi olacaktır. Bu cümlenin fener tuttuğu yolda hareket edersek İslam dünyasının içinde bulunduğu sıkıntıları çözebiliriz belki.