26 Ağustos 1914 tarihinde İstanbul’da doğan şair Fazıl Hüsnü Dağlarca için Cemal Süreya “Şiire getirdiği değerler kendine özgüdür. Öyle ki Fazıl Hüsnü diye bir şair gelmeseydi o değerler de gelmeyecekti.” demiştir. Gerek dili, sözcükleri gerek temaları, şiir kalıpları ile kendinden önceki şairlere benzemediği gibi çağdaşlarına da benzemeyen Fazıl Hüsnü Dağlarca hayatı boyunca şiirin hakkını vermiştir. “Şiir benim yakamı bırakmaz. Geceleri uyutmaz. Şiirsiz üşürüm. Ne giysem üzerime şiirsiz ısınamam” diye anlatır hayatında şiirin yerini.
Fazıl Hüsnü Dağlarca ile tanışmam lise yıllarında olmuştu. Okulumun üst katında bulunan kütüphane ziyaretlerinden birinde Bitkiler Okulu kitabına rastlamıştım. O vakte kadar şiir ile uzaktan yakından alakası olmayan ben kütüphaneden o kitapla ayrılmıştım. Sonrası ise tatlı ritimlere dizilmiş bitkiler, söz sanatları, duru bir dil ve keyifli bir okuma…
“Fazıl Hüsnü Dağlarca kimdir?” diye soracak olsanız hayatı boyunca eğitimi ve çocukları önemsemiş bir şair ve yazar diyebilirim. Şairlerde en çok etkilendiğim özellik, çocuk gibi düşünebilme becerisidir. Bu bence, içine çekip metin ile bütünleşmemizi sağlayan bir sihir.
“Dedi ki kuşkonmaz
Düşte kımıldar gibi
Çok kızıyorum
Adımı böyle koyanlara ben
Ya kuşlar duyarsa bunu
Ya
Bile bile konmazlarsa bana
…”
Kıymetli şair, vefatından evvel, Kadıköy’de Fazıl Hüsnü Dağlarca Sokağındaki evini müze olması şartıyla gençlere ve çocuklara bırakmış. Zamandan bağımsız bu hediyesinden bir röportajında şöyle bahsediyor: “Aslında ben büyük bir kurnazlık yapıyorum. Gençleri kendime katıyorum. Onlar benim kendilerine verdiğimi zannediyorlar asıl alıcı benim.” Belli ki tüm sırrı çözmüş bir sanatçı.
Şimdi ben böyle bir giriş yapınca sizin aklınıza şu soru gelebilir: “Fazıl Hüsnü Dağlarca hep çocuklar için mi yazmış?” Cevabımız hayır. Hatta çocuk edebiyatı eserlerini daha çok yaşamının son yıllarında verdiğini söylemek yanlış olmaz. Oldukça fazla eser üreten Dağlarca büyük bir gözlemci. Eserlerinde; bireysel gündemlerden toplumsal yaralara, milli ve manevi meselelerden çocuk konularına kadar pek çok konuya değinmiştir.
Yalın bir dili vardır. Bunun yanında imgesel anlatımı çok sever. Bilinirliği yurdumuzu aşmış yirmi sekiz dile çevrilen eserleriyle dünyada tanınır olmuştur. Yurt içinde ve yurt dışında pek çok ödüle layık görülen Dağlarca; 1967 yılında ABD’de “Yaşayan En İyi Türk Şairi” seçilmiştir.

Subaylık yaptığı yıllarda Anadolu’yu karış karış gezmek gözlem gücünü oldukça geliştirmiş ve bu sayede epik anlamda zengin, geçmişi yansıtan eserler meydana getirmiştir. Milli mücadele konusu eserlerinde büyük yer tutar. Pek çok askeri rütbeden kahramanlar, şehit düşmüş askerler şiirlerine konu olmuştur. Onlara büyük bir vefa ve saygı besler.
“Neydi damarlarımızda çoğalan, çoğalan?
Neydi bu tepenin ardı?
İçimizde sadece vatan değil,
Yeryüzü kadar bir şey vardı.
Ateş mi gelirmiş, yel mi esermiş?
Akıyoruz, hayatımız nerede pek belli değil.
Kurtuluşumuz bedenden artık;
Kimse ayaklı, elli değil.”

Neredeyse her şiirinde farklı bir tür denemek onda bir tutku haline gelmiştir. Toplumsal gerçekleri şiirine yansıtmayı çok sever. Bu sayede kendine has bir tarz oluşturmuştur. Türkçe diline tutkuyla bağlıdır. Bir röportajında Türkçeyi düzgün kullanmayan kimseleri gördüğünde içinin yandığını ifade etmiştir.
“Seslenir seni bana ovam, dağım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak ki yüce atalar, bir al ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım.”
dizelerinin şairi Dağlarca “Türkçe” isimli aylık dergi çıkarmıştır.
Çocuk ve Allah, Balina ile Mandalina, Dağ Uykusu, Yazıları Seven Ayı, Asu, Karşı Düşünce yazarın sevilen eserlerinden yalnızca birkaçıdır.
26 Ağustos 1914 tarihinde İstanbul’da doğan Fazıl Hüsnü Dağlarca, 94 yaşında iken İstanbul’da vefat etmiştir.
Müzeyyen Akkuş