ALEV ALATLI-Dünya Global Bir Köye Dönmedi ve Dönmeyecek (Ayşe Sevim’in Alev Alatlı ile Röportajı)

A. ALATLI KİMDİR – Alev Alatlı

ALEV ALATLI

DÜNYA GLOBAL BİR KÖYE DÖNMEDİ VE DÖNMEYECEK

  • Türkiye neden kadın­sı bir toplum?

Bunun birkaç sebebi olabilir; iyi bir araştırmaya tabi tutmak lazım. Bana göre 1875’ten itibaren yaşanan ağır savaşların rolü büyük. Bu savaşlar birkaç kuşak boyunca sürdü. İşte o zaman kadınların kaleyi devir alma durumu ol­muş, üretim de dahil olmak üzere pek çok konuda söz sa­hibi olmuşlar. Dikkat giderse­niz konuyu bu toprakların es­ki tarihine değin götürmüyo­rum. Fakat göz ardı edilme­melidir ki, Orta Asya’dan gelişimizden beri bu topraklar­daki kadın unsuru önemliydi. Biz buraya kadın-erkek birlik­te geldik. Ama 1875’ten son­raki süreçte kadın unsuru ül­kenin enerjisi oldu. 1923’ten sonra ise kadın, politika ve benzeri konularda toplumda açıkça yer alabildi. Kadın gü­cünün zaman içinde artarak devam ettiğini düşünüyorum. 1950’lerden sonra yaşanan göç köyden gelen kadınları fabrikalara aldı. Bu durum ka­dınların ekonomik gücünü ar­tırdı ve gittikçe toplumda da­ha çok yer edinmeye başla­dılar. Günümüz ilkokul öğret­menlerinin % 80’i kadındır, üniversitedeki kadın hocaların sayısı yine erkeklerden fazla, hatta Avrupa’yı bu konuda geçtik. Olayı buradan inceler­sek kız-erkek çocukların eği­timini üstlenen, ana değerleri­ni veren, töresini öğreten, ha­yata bakışım oluşturan kişinin kadın olduğunu görürüz. Tür­kiye’deki çocukların çevrele­rini kollektif anneler sarmış durumda. Kim mi bu kollektif anneler? Teyzeler, halalar, komşu kızları, ilkokul öğret­menleri vs. Kadın-erkek iliş­kilerini bu noktadan değer­lendirdiğimizde kadın-erkek ilişkisini sadece eş ve sevgili olarak almamamız lazım ka­dın-erkek ilişkisi hayatın her safhasında mevcuttur.

— Fakat Türkiye’de ka­dınların ezildiği, erkek ege­men bir yaşamın sürdürül­düğü söylenir.

— Eğer kadınlar bu ülke­de eziliyorlarsa ezilmelerine sebep olan töreyi ayakta tut­tukları için eziliyorlar. Türki­ye’nin neresinde oğluna rağ­men gelininin tarafını tutan kayınvalideler var ya da han­gi anne töreyi çiğneyip, kızı sağda solda birilerine baktı diye dayak yerken onu kurtar­maya çalışıyor. Çünkü kadın töreyi ve değerler bütününü temsil eder, erkek çocukların yetiştirilmesinin bütün yü­kümlülüğü de kadınlarda olduğu için erkekler de kadın­lar gibi düşünüp; hayati aynı pencereden değerlendiri­yorlar. Dünyada sadece -İsra­il kurulmadan önceki yahudi­leri saymazsak- Türk erkek­leri, annelerinin sözünden çıkmazlar. Türk toplumundan iyi bir fizikçi, iyi bir matema­tikçi, kısaca iyi bir bilim ada­mı çıkmamasının da nedenle­rinden biri kadınsı toplum ol­mamızdır. Kadın bizim ülke­miz için çok büyük bir enerji. Çünkü çok fedakârlar, çocuk­ları ve aileleri için her şeyle­rini verebilecek insanlar. Fa­kat kadınsı ilkede şöyle bir yön vardır, beni bize tercih ederler. Yani bireyi aileye fe­da ederler. Toplumda erkeksi ilkeyi kullandrnaz hale getir­diğinizde, birtakım kavramla­rı kaybedersiniz. Örneğin onur, haysiyet, vakar bunlar­dan birkaçı. Siz dünya tari­hinde hiç onuru için düello e­den kadın duydunuz mu? Bi­zim toplumumuzda aile fert­leri arasında bu tür kavramla­rın değeri yoktur. Bizim ül­kemizde gençler, kız ya da erkek bir çıkmazdadırlar, kendileri olmak ve geleneğe uymak arasında gidip gelir­ler. Eninde sonunda kadın ya da erkek kendilerini aileye feda ederler. Erkek bunu yaptığı zaman aile içinde kalır. Örneğin karısını boşamaz. Dikkat edin istatistiklere, bu ülkede kadın erkeğini boşar, erkek değil. Bu ülkede erkek­si imge eziliyor. Sen dünya­nın en yetenekli keman virtü­özü olsan da, bir odada sa­bahtan akşama kadar çalış-mana bu ülkede izin vermez­ler. Gelelim maçoluğa, er­keklerin şiddet içeren tavırla­rının ardında bana göre -kimi psikolojik araştırmalar da bu­nu doğruluyor- o kaçıp gitme isteği vardır. Dikkat giderse­niz erkekler eşleriyle annele­rine benzediği sürece iyi ge­çinirler. Çünkü sevgiyi sade­ce anne sevgisi olarak algıla­mışlardır. Sonunda kadınlar bu ülkede kocaları= annele­ri olurlar ve öyle oldukları sürece saygı görürler.

— Biraz matematikten bahsedelim. — Teknoloji, fizik, astro­nomi, kimya vs. matematik-siz olmaz. Türkiye’de mate­matik başarı rakamları o ka­dar düşük ki Y.O.K. bu ra­kamları saklamak zorunda kalıyor. Eğer bu düşüklük devam ederse biz dünyanın ayak işlerini yapan bir ulus olarak kalırız. Gençler başla­rını kaldırıp gökyüzüne bak­mıyorlar. Size Andromeda’nın yerini sorsam bilemezsi­niz. Semaya hâkim olmayan, hatta semanın farkında bile olmayan bir ulus.

Siz kitabınızda mate­matik kanunlarının gerçeği yansıttığı sürece kesin ol­madığını, kesin oldukların­da da gerçeği yansıtmadığı­nı söylüyordunuz.

Matematikle hayatın bütününü açıklamak tabii ki mümkün değil, hayat ve kâ­inat çok geniş, bu yüzden matematikle sınırlandırıla­maz. Ama matematiği tüm sınırlı imkânlarıyla kullandı­ğın vakit bile füzeleri onunla atıyor, barajları onunla kuru­yorsun. Fizik bile matematiği kovalamak zorunda. Mate­matiksel olarak önce ortaya koyuyorsun sonra fiziğe ge­çip deney yaptığında o ra­kamları tutuyor. Ya matema­tiğe önem vereceğiz ya da tu­ristlere dürüm yapacağız.

Aristo mantığında “ya ya da felsefesi” yeni fi­zikte ise “hem hem de” ya­ni kırçıl mantık söz konusu. Siz “hem hem de” diyorsu­nuz, dünya bunca yıldır ya­nıldı mı?

—Dünya, siyah-beyaz mantıkla her şeyi açıklayabi­leceğini düşündü ve yanıldı. Bu siyah-beyaz mantık hiçbir şeye yaramıyor demek değil­dir. Kırçıl mantık da tasavvu­fa benziyor. Nasrettin Hoca’nın sen haklısın, sen haklısın, sen de haklısın, diye üç ayrı kişiye seslenmesi, sûfî görü­şünden ötürüdür. Birden çok doğrunun olması, birden çok bakış açısı yani. Bu iki mantı­ğın birlikte kullanılmasından yanayım.

Türkiye’de toplumsal bir afazi yaşandığından bahsediyorsunuz.

— Evet Türkiye’de top­lumsal bir afazi yaşanıyor. İn­sanlar, birbirlerinin söyledik­lerini anlamıyorlar. Kavram-ların anlaınları sürekli kayı­yor. Milletvekilleri T.B.M.M.’nin ne olduğunu bilselerdi, değil tavanına çiğ köfte yapıştırmak, çiğ köfteyi yoğurmak akıllarına gelmez­di. Mimar Sinan’ın neyi tem­sil ettiğini anlayan adam gi­dip duvarını pislemez. Demek ki kafamızdaki kavramların yeri karışmış. Biz görmüyo­ruz. Görsek bu kadar pis ve çarpık bir şehrimiz olmazdı.

Afazi Türk toplu­munda yeni bir şey mi?

— Pek yeni sayılmaz, bu batıdan teknolojik dayağı ve­rmemizle başladı, çünkü yeni kavramlarla karşılaştık. Tunuslu Hayrettin Paşa, Tunus’tan Fransa’yı ziyarete gider, döndüğünde Arap ve Türk dünyasında Fransa’yı anlatabileceği kavram bulamaz. Meselâ Fransızlar “vatan” derken bir şey ifade etmek istemiştir ama onun karşılığı burada yoktur. Tunuslu Hayrettin Paşa gördüklerini anlatabilmek için kelimelerde anlam kaymasına gider, türetmeye gider vs. Yani 18., 19.yy’da başlamıştır bu. Yine kökeni Kur’ân’dan alınan kavramlarda çok büyük kaymalar var. Hatta dini deyimlerde bile böyle kaymalar mevcut. Her koyun kendi bacağından asılır, herkesin kendi amelinden sorumlu olduğu anlamına gelirken şimdi ge­misini kurtaran kaptan anla­mına geliyor. Bizim sürekli bir anlama sorunumuz var. İki insanı konuşurken düşü­nün birinin söylediğinden kim bilir ne anlıyor? Üs­telik T.D.K ile iş iyice karıştı, bir estetik oluşturmaya çalış­tılar, böylece eski ile yeni ke­limeleri bir arada kullanamaz olduk. Sadece yeni kelimeleri kullanacağım dediğin zaman, bir avuç kelime kaldı elinde. Tahmin etmek, umut etmek, beklemek, zannetmek, korka­rım, bunların hepsine sen kal­dırıp umut diyorsun, umudun Türkçe olduğuna nereden karar verildiği de ayrı mesele. Sonra şöyle bir şey oluyor, “Adamın öldüğünü umut ederim” diyor, aslında “tahmin ediyorum” diyecek. Türkiye nasıl T.D.K.’nin tuzağına düştü bilmiyorum. Çünkü bir kelime sadece bir kelime değildir, beraberinde bir çağrışım ordusuyla birlikte gelir. Bu yüzden bir kelimenin kaybı, onlarca çağrışımın kaybıdır. Atlastan Eflak Boğdan kelimelerini kaldırdığında kalkan sadece o kelimeler değildir, bütün bir tarih. anlayış, yemek tarifleri, türküler, hepsi gider. Türkiye astronomide birkaç ülkeden biri aslında, batılıların astronomi-tarih kitaplarına bakarsanız, gökyüzündeki Türkçe, Arapça kö­kenli yıldız sayısına şaşırırsı­nız. Sen Zuhal’e Satürn der-sen, takım yıldızının adı Sü­reyya iken Ülker iken sen bundan Prayedes diye söz edersen, nasıl bir kopuş olur biliyor musunuz? Her şeyi yabancılar buluyor, her şeyi onlar yapmış. Bunun üstüne afazi salgını gelince insanlar konuşulanlan anlamıyor.

— Türkiye ikinci aydın­lanmaya bir süreç sonunda mı yoksa itici bir güç yardı­mıyla mı geçer?

— Bilinçli bir zorlama ol­madan geçemeyeceği kana­atindeyim. Ama bunu kimler gerçekleştirir bilmiyorum. Kendi kendine oluşması çok zor. Farkındalık yaratılması lâzım. Mesela gençlikte müt­hiş bir depresyon var, çok sı­kılıyorlar. Türkiye’nin kendi­ne gelmesi lazım, erkek ço­cukları tırsmış durumdalar, bırakın ev geçindirmeyi, si­gorta bile bağlayamıyorlar. Ben kız veya erkek eline fırçayı alıp evini boyayan kim­seyi görmüyorum. Bir dep­rem oldu, çadırlar iyi veya kötü ama her tarafı su bas­mış, yanından bir kanal aça­bilecekken adam açmıyor, devlet gelsin diyor. Fena hal­de sıkılan, ellerini kullanama­yan, üretim yapamayan er­kekler. Sıkıntıdan patlıyor in­sanlar, de ki karar verdin bu sefer de afaziden bir şey ya­pamıyorsun. Her şey birbiri­ne bağlı.

— 12 Eylül’den sonra toplumsal kaygılardan uzaklaşan, bireyselliğe de­ğer veren gençlerden bahse­diyorsunuz, bu size göre yanlış mı?

—İki şeyi karıştırmamak lazım. Bireysellik başka bir şeydir ideolojik toplumsallık başka bir şeydir. İdeolojik toplumsallık tıpkı annenin peşinden gider gibi, körkütük bir ideolojinin peşinden git­mektir. Bu seni ne bireyci ne de toplumcu yapar. Bireysel­likten kasıt kendi başına dü­şünebilme yeteneğidir ve mu­hakkak kazanılması gereken bir unsurdur. Türkiye insanı bunu halen kazanamadı. Bi­reysel olma toplumu dışlayan bir şey değildir. Tersine insan toplum için, kalıpların içine girmeden, bireysel düşünebi­lir. ’80 sonrası kuşak bu ba­kımdan çok daha ileride, seçi­ci davranıyor, önüne gelenin peşinden koşmuyor. Fakat kendisi de ortaya bir şey ko­yamıyor. İş hızla lümpenliğe, nihilizme doğru ilerliyor. Boşluğun yerine koyacak bir şey lazım, bu çağda artık in­sanları cehennem ateşiyle en­gelleyemezsiniz, başka değer­ler de vermek lazım. Şunları yaparsan yanarsın dediğinde korkmuyor adam, ek dünya görüşleri, ek anlayışlar gere­kiyor. Bu da yapılmıyor. Tür­kiye’de profesyonel devrimci­liğe karşı profesyonel İslam­cılık var. Kur’ân okumayan müslümanlara karşı Marx’ı okumayan devrimciler.

—Siz ulus kavramını öne çıkardığınız için sürekli eleştirilen bir yazarsınız, söylediklerinizle ulusu dün­ya kardeşliğinin önüne çıka­rıyorsunuz.

—Ulus kavramı, dünya kardeşliğinin önündedir. Dün­ya global bir köye dönmedi ve dönmeyecek. Dünya olsa olsa belirli çıkarlarından ötü­rü birbirlerini idare eden tari­kat benzeri bir bütünleşmeye dönebilir. Bilgisayar’ bilen bir adamla, Afrika’daki bur­nuna konan sineği kovala­maktan aciz bir delikanlı asla kardeş olamaz. Arada çok bü­yük bir dünya görüşü ayrılığı vardır. Yine yangında ilk kur­tarılacak şey benim kızımdır, sonra komşumdur. Düşünün, benim yazar olarak globalleşiyoruz diye bu ülkenin­ sorunlarını bırakıp, başka ulusların problemleriyle ilgilendiğimi. Böyle bir şey olabilir mi? Benim ulusçuluğum baş­ka ulusların ortadan kalkma­sına yönelik bir ulusçuluk da değil. Aksine başta kendimi muhafaza ettikten sonra diğer ulusların da kendilerini koru­malarına yönelik bir ulusçu­luk. Bizim kültür, dil, din, gen birlikteliğimiz var. Büyük bir tarihi tecrübemiz var. Ulusçu­luk elbette önemli ve ben bu­nu sürekli hatırlatmak istiyo­rum. Dağılmayın, dağılmayın, dağılmayın demek istiyorum bu ulusa. Çünkü en kötü dev­let devletsizlikten iyidir.

—Kitabınızda da ayrış­mış bir Türkiye var.

—Evet, bu benim en bü­yük korkum. Zaten ayak işle­rini yapmaya talip bir ülkeyiz. Onlar bilgisayar programını yazıp elimize tutuşturacaklar, biz de karşılığında onlara dü­rüm yapacağız, onlara sahille­rimizi açacağız. Sonra yeşilci­ler gelip bize etrafı kirletme­yin diye bağıracaklar. Üstelik bizim neyi kirlettiğimiz de belli değil. Sanayide rekabet gücümüz ne kadar ki etrafı pisletmiş olacağız. Karade­niz’i biz mi kirlettik? Tuna nehrinin büyük havzasının bir buçuk asırlık pisliği doldurdu Karadeniz’i. Ozonu biz mi deldik? Hangi sanayi ile? Ben bu sözlerimle çevreye dikkat etmeyelim demiyorum, anlat­mak istediğim bambaşka bir şey.

—Sivil toplum örgütleri hakkında ne düşünüyorsu­nuz?

— Afazinin çok ciddi bir göstergesi olduğunu düşünü­yorum -bir tarafıyla-. Çünkü onlar aynı dili konuşan insan­ları bir araya getiriyorlar. Sa­yıları ne kadar çoğalırsa, in­sanlar o kadar ayrışıyor. Neden Nakşîler Kâdirîler’den Bektaşîler Alevîler’den ayrılı­yorlar, çünkü bir yerde dil farklılaşması var. Neden bir sürü Atatürkçü dernek var, aynı sorun, anlaşamıyorlar. Ben bu ayrışmalar arttıkça korkuyorum, çünkü bu ayrış­maların sonucunda ülkeye ye­ni görüş açılarının geldiğini görmüyorum. Süleyman De­mirci kırk senedir burada, bü­tün köşe yazarları kırk senedir burada. Süleyman Demirci ile Çetin Altan aynı yaştadır, ola­yı böyle değerlendirmek lâ­zım. Kadın haklan dernekleri­ne bakın, bunlar aynı dili konuşamamaktan ne hale geldi. Başörtülü kadınların haklarını savunuyor mu bunlar, başör­tülüler kadın değil mi? Bura­da da bir dilsizlik sorunu var, bütün gün o insanlar da boşu boşuna bir araya gelip konuş­muyorlar herhalde.

— Yerine daha iyisini koymadan var olanı elden çıkarına geleneğimizi afazi­ye mi borçluyuz?

— Afazinin, kadınsı top­lum olmanın, kısmen gelene­ğin vs. bunların birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünü­yorum. Zaten afazik isen oku­duğunu anlamıyorsun demek­tir. Böylece ne Marx’ı anlı­yorsun ne Kur’ân’ı. İşin kötü yanı durumumuzun farkında olmayan kişiler bugün öğret­menlik yapıyor ya da politi­kayla uğraşıyor vs. Topluma yön veren insanlar, durumun farkında değillerse, düzelme nasıl olacak bilmiyorum.

Amerika’da bir sürü ırk var. Fakat hiçbiri kendini ben şu ırktanım, ben bu ırktanım, di­ye tanımlamıyor, hepsi Ame­rikalıyım diyor. Kendimizi kandırmaya gerek yok, adam­lar o kadar başarılı ki kültür­leri dünyayı sardı. Yemekleri­ni, giyimlerini, kültürlerini, dünya görüşlerini, ihraç edi­yorlar. Sonra Alev Alatlı, glo­bal dünya görüşünü bir kena­ra bırakıp ulusçuluğu savundu diye kötü oluyor. Ben bin kü­sur yıllık bir milletin telef ol­masını istemiyorum, yapabi­leceğim bir şey varsa da yap­mak isterim.

—Yeni fizik, adalet, ah­lâk, akıl, adaptan oluşan dört yapraklı yoncanın ne­resinde duruyor?

Akılda tabiî ki.

—Postmodern yani tanksız tüfeksiz faşizmden bahsediyorsunuz ve size göre bu normal faşizmden da­ha tehlikeli.

— Faşizmde devlet ser­mayeyi arkasına alır ve işleri­ni yürütür. Sermaye devletçe tank ve tüfekle korunur. Şu anda ise devletler tank ve tü­fekleriyle dünya ekonomisi­nin devlerini, kartellerini ko­ruyorlar. Bu faşizmin tarifine uyuyor. En sıkı faşistler kim­lerdir diye bir soru sorarsak, Amerika ile Avrupa Toplulu­ğu arasındaki kavgaya par­mak basarız. Hepsi kendi ül­kelerinin ekonomik çıkarları­nı silâhla koruyor. Kimse Bağdat’a, Kuveyt’e girdi diye saldırmadı, petrol sahaları­na girdi diye saldırdı.- Kimse Osmanlı’ya karşı Arapları, sırf Araplar özgür olsun diye kışkırtmadı, petrol için yaptı. Kürtler de öyle, bir tampon bölgesi kurulmak istendi ve devlet kurma tecrübesi olma­yan bir halk olarak onlar se­çildi. Kolay kandırılacakları düşünüldü ve kandırıldılar. Kimin umurunda kaç kişinin öldüğü. Üstelik faşizm bu­nunla da yetinmiyor, isterse­niz bir karşılaştırma yaparak anlatayım. Almanya’nın son durumunda üniformaları ha­tırlayın, marşları, şarkıları ha­tırlayın hepsi aynıdır. Çünkü her şey denetlenir. Resim de­netlenir, edebiyat denetlenir vs. Peki şu anda aynı şey ol­muyor mu? Örneğin müzik, zavallı Neşet Ertaş’ın Gramy ödüllerinde ne şansı olabilir, müziğin nasıl olması gerektiğini belirlemişler, böylesi gü­zel, böylesi çirkin diyorlar. Biz de kabul ediyoruz. Giyim denetleniyor, modalara bakar mısınız? Giydiğimiz renge varıncaya kadar aynıyız, neye gülmemiz gerektiği denetleni­yor, adam yaptığı esprinin al­tına kahkaha döşüyor. Bu ne demek, sen burada gülmelisin demek. Yemeklerimiz, içe­ceklerimiz, okumamız gere­kenler, iyi olan her şey denet­leniyor. Ödülleri onlar veri­yorlar, onların bilinçlerine gö­re iyi, güzel, başarılı, olacak­sın. Hindistan’dan neredeyse Nobel alacak kadının özelliği nedir? Müslüman ana-babasına sövmek, kadın hakları gi­diyormuş diye ülkesini aşağı­lamak vs. karşılığında İs­veç’te villa sahibi oldu, oturu­yor. Kaç kişi bu duruma karşı koyabilecek? Uluslararası ya­zar olmayı kim istemez? So­nunda bilgisayardaki gibi copy-paste. Dünyada ne olu­yor, biz neredeyiz bilmemiz gerek. Yeniden başlama im­kânımız yok, göçler devri bit­ti, eskisi gibi hadi bu ülkeyi bırakıp göç edelim diyemez­siniz.

—Medyayı bu düzlemde nereye oturtuyorsunuz?

—Postmodern faşizmin ajanları olarak değerlendiri­yorum. Sizce medya halka bilgi veriyor mu? Vietnam’da ne oluyor, Dağıstan’da ne oluyor, Afrika’da ne oluyor, biliyor muyuz? Afrika’da kaç tane ülke var? Kenya’nın baş­kenti neresi? Bilmiyoruz, medya bize bunları vermiyor, bilgilendirmiyor. Sürekli sana başka şeyler empoze ediyor. Güzel bir kadını gösterirken güzelliği empoze ediyor. Diş­lerinin nasıl olması gerektiğini oradan öğreniyorsun, aynı boy, aynı saç rengi, aynı par­laklıkta dişler, aynı fizik, mankenlerin hepsi birbirlerine benziyor. Sen de onlara benze diyorlar sana, çünkü güzel olan onlar. Siz dünyadaki bü­tün kadınları 38 bedene sığ­dırmanın ne demek olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bun­dan âlâ faşizm mi var?

—Kitabınızdaki kahra­manlardan biri olan Devrim yeni fiziği yani birden fazla gerçeğin olmasını kaldıra­mıyor ve intihar ediyor, başka bir kahraman olan İmre Kadızade de yine aynı sebepten Yüce Koalisyon’a sığınıyor. Yeni fiziği Türk toplumu kaldırabilecek mi?

—Ben düz mantıktan vazgeçilmesi taraftan deği­lim. Ondan vazgeçmek im­kânsız çünkü, ben düz mantı­ğın tek başına kullanılmaması taraftarıyım. Saçaklı mantığın da siyah ve beyaz olmak üze­re iki ucu var. Ben Türklerin globalleşmede olduğu gibi sa­çaklı mantıkta da ipin ucunu iyice kaçıracaklarını düşünü­yorum.

—Koalisyon, Yüce Pir, Vasallar vs. kitabınızda ge­çen bu kavramların dünya­mızda somut karşılıkları var mı?

—Elbette Yüce Pir Ame­rika, Vasallar G-8’ler, Salikler G-20’ler, Talipler Türkiye benzeri ülkeler, mağdurlar ise bütünüyle talip ama durumla­rı gereği kabul edilip edileme­yeceği belli olmayan ülkeler, sömürülmezler ise sömürülemeyecek durumda olan ülke­ler, lanetliler ise bu ülkeler­den medet umanlar.

—Sizin Türkiye’de ya­şanan İslâm adına kaygıla­rınız var değil mi?

Elbette, İslâm böyle lanse edilirse bir noktadan sonra insanlar alın dininizi di­yecekler. Noelde gidip bakın kiliselere nasıl tıklım tıklım Türk dolu. Türk filmlerinde kilise ağzıyla nikâh kıydırılı­yor nikâh memurlarına. Çün­kü karşı taraf daha paralı, kiliseler her zaman camilerden daha şık, çiçeğinden tut da oturacağı yere kadar. Camide kör lamba zor yanıyor. Papaz­larının kılık kıyafeti ne kadar düzgün, bizde ne kaftan kaldı ne başka bir şey. Japonya’da­ki kadınlar sokakta kimonola­rını giyip güzel güzel dolaşı­yorlar. Biz bindallıyı müzede zor görür hale geldik. Bindallı işlemesini bilen kızımız yok. İşin estetiği kalmadı, Postmo­dern Faşizm ne kadar kolay bir sahada oynuyor. Kendimi­zi ona karşı savunabilir mi­yiz? Sonra herkes nikâhta Carmine Burano çalmak pe­şinde. Haklı da, çünkü o gü­zel, estetik. İki sene evvel Şeb-i Arûs’daydım. Türkiye gibi bir ülkede Konya gibi bir şehirde Şeb-i Arûs basketbol sahasında yapılıyor. Yanda basketbol potaları, altta çizgi­ler böyle şey olur mu? Sonra biz Mevlevi’yiz diye geçinen bir sürü insan, bir bina yapa­mamışlar. Toplumsal çıkar gözetilmiyor. Bir sürü kapalı genç kız okullara alınmadı, alternatifi neydi bunun? Evde otursun, cahil kalsın. Bu mu toplumun gelişmesi adına ya­pılacak olan, üretim gücünden yoksun, bakılmaya muhtaç bir sürü pırıl pırıl kız. Pırıl pırıl, çünkü üniversite imtihanını kazanmış gelmiş, amacı var. Ömrüm yurt dışında geçti be­nim böyle bir toplum görme­dim. Amerika’da, İngilte­re’de, Fransa’da vs. hepsinde ülkelerinin çıkarına dönük bir fikir birliği var. Galiba top­lum için çareler bulmayı bıra­kıp herkesin kendini gözden geçirmesi gerek. Nereye gidi­yorum, ne yapıyorum, yirmi dört saat nasıl geçiyor? Bek­taşî’nin her an uyanık olması adabı gibi. Gece yatarken bile rahatça uzanıp yatamaz. Her an olanları yorumlamak zo­rundadır. Sürekli farkındalık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek