Kuralsız Bağlantılar Sergisi Hakkında Sanatçı Zehra Akdeniz İle Röportaj/ Esra Karaman

Doğu’nun penceresinden Batı’ya bakmak…

Kuralsız Bağlantılar, izleyicisini sınırların ötesine davet ediyor. Geleneğin incelikleriyle çağdaş yorumların birleştiği bu sergide, 22 sanatçı Doğu ile Batı’yı aynı düzlemde buluşturuyor.

Zehra Akdeniz ile bu serüvenin arka planını, minyatürün kültürler arasında kurduğu yeni dili konuştuk. Keyifli okumalar…

Zehra Hanım, Kuralsız Bağlantılar serginiz oldukça ilgi çekici. Bu proje nasıl ortaya çıktı?

Aslında çıkış noktamızı bir öğrencimle birlikte bulduk. Yeni bir işe başlayacaktık, ne yapalım diye düşünürken Jan van Eyck’in Arnolfini’nin Düğünü tablosunu minyatür sanatıyla yorumlamaya karar verdik. Ortaya çıkan sonuç o kadar etkileyici oldu ki diğer öğrencilerime de bu fikri açtım. Sonra Diego Velázquez’in Nedimeler tablosunu yorumladık. Ardından diğer bir öğrencim, başka bir ikonik eseri seçti. Böyle böyle yıllar içinde 30-40 eser birikti ve sonunda bu sergiye dönüştü.

Serginizde, Batı sanatının ikonik eserlerini minyatür tekniğiyle yeniden yorumluyorsunuz. Bu fikir nasıl gelişti? Özellikle hangi eserlerden ilham aldınız?

Çok geniş bir yelpazemiz oldu: Van Gogh’un Yıldızlı Gece’si ve Ayçiçekleri serisi, Monet’nin Nilüferler’i, Vermeer’in İnci Küpeli Kız’ı ve Süt Boşaltan Kadın’ı, Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sı ve anatomi çizimleri, Bruegel’in Avcılar Karda eseri, Velázquez’in Las Meninas’ı, Frida Kahlo’nun otoportreleri, Magritte’in Golconde ve The Son of Man’ı, Munch’un Çığlık’ı… Daha birçok farklı sanatçı ve eser öğrencilerim tarafından yorumlandı.

“Kuralsız Bağlantılar” ifadesiyle neyi vurgulamak istediniz?

Bu isim aslında iki şeyi işaret ediyor: Birincisi, sanatta kültürler ve dönemler arasında özgürce kurulabilen bağları… Batı resim sanatındaki ikonik eserleri minyatür tekniğiyle yorumlarken, Doğu’nun disiplinli bakış açısıyla Batı’nın özgür tavrı birleşti. İkincisi, tarih boyunca Batılı ressamların Doğu’yu oryantalist bir bakışla resmetmesine karşı biz de “ters oryantalizm” diyebileceğimiz bir tavır aldık; bu kez Batı’nın ikonlarını Doğu gözüyle yorumladık.

Sizce Batı resim sanatıyla, minyatür sanatının buluştuğu noktada izleyiciye nasıl bir estetik deneyim sunuluyor?

İzleyici önce tanıdık bir yüz görüyor: Mesela Vermeer’in İnci Küpeli Kız’ı. Ama yaklaştığında fark ediyor ki aslında o bildiği resim değil. Bir Osmanlı hanımefendisine, İncili Hatun’a dönüşmüş. Ya da Vermeer’in Süt Boşaltan Kadın’ı, Levni’nin figürleriyle harmanlanmış. Böylece seyirci hem bildiğiyle karşılaşıyor hem de bambaşka bir dünyaya davet ediliyor.

Sizce minyatür sanatı, çağdaş sanat ortamında nasıl bir yere sahip?

Minyatür, geçmişten bugüne katı kuralları olan bir disiplin gibi görünür ama aslında çok esnek ve dönüştürülebilir bir yapısı var. Bugün çağdaş sanatta da kendine yer açabiliyor çünkü sembolik anlatım gücü ve estetik disipliniyle hâlâ çok güçlü. Bu sergi de onun çağdaş bağlamlarda ne kadar dinamik olabileceğini gösteriyor.

Geleneksel tekniklerle, modern yorumları buluştururken sizi en çok zorlayan ne oldu?

Açıkçası zorlanmadık diyebilirim. Öğrencilerimle çok uyumlu çalışıyoruz. Minyatür disiplinini içselleştirmiş olmak, Batı eserlerini dönüştürmeyi kolaylaştırdı. Sanki gözümüzde bir “minyatürist filtre” vardı; her baktığımız eseri doğal olarak minyatüre çevirebildik.

Minyatür, geleneksel kökleri olan bir sanat disiplini. Siz bu projede kuralları nasıl esnettiniz?

Batı sanatında özne yani resmi yapan ya da izleyen önemlidir; perspektif, bakan kişinin görüşüne göre düzenlenir. Ama Doğu sanatında, özellikle minyatürde, nesne kıymetlidir. Yani resmedilen şeyin en güzel göründüğü açıdan çizilmesi esastır. Örneğin Monet’nin Şemsiyeli Kadın’ı Batı resminde yalnızca renk lekeleriyle verilirken, biz minyatürde eğer o figür bir çayırda yürüyorsa, bütün çiçekleri net bir şekilde resmederiz. Çünkü minyatürde en arkadaki bir çiçek bile silik kalmaz, her detay kıymetlidir. Bu yüzden biz Batı resmindeki perspektifi kısmen kaldırdık; kaldırmadığımız noktalarda bile en küçük ayrıntıyı incelikle işledik. Yani hiçbir detay perspektiften dolayı eriyip kaybolmadı.

Sizce iki farklı sanat tavrının birleşimi, sanatçıya nasıl bir özgürlük alanı sağlıyor?

Çok büyük bir özgürlük alanı… Çünkü bir yandan geleneğe bağlı kalıyor, diğer yandan çağdaş bir yorum katıyorsunuz. Bu ikili yapı, hem köklerinize hem de bugüne aynı anda temas etmenizi sağlıyor.

Bu sergiyle izleyicilere nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?

Kültürler arası bir köprü kurarak, sanatın evrensel bir dil olduğunu göstermek istiyoruz. Ve elbette şunu da hatırlatmak: Herkesin bildiği eserler bile farklı bir gözle, farklı bir kültürle yeniden düşünülebilir.

Öğrencileriniz bu süreçte nasıl bir rol oynadı?

Ben dâhil 22 sanatçı yer aldı; 21 öğrencim ve ben. Eser seçimlerinde ve uygulamalarda daha çok ben aktif oldum ama süreç boyunca öğrencilerim de oldukça yaratıcı davrandı. Hatta bazıları sadece sanat üretiminde değil, künyelerin hazırlanması ya da dosyalama gibi işlerde de büyük katkı sundu.

Ortak üretim sürecinde öğrencilerinizin sizi şaşırttığı anlar oldu mu?

Bu pek çok kez oldu. Örneğin, Batı eserlerine bambaşka bir bakış açısı getirdiler. Hiç düşünmediğim detayları fark etmeleri, eklemeleri ve kendi özgün yorumlarını katmaları beni gerçekten mutlu etti.

Sergiden sonra aklınızda öğrencilerle devam ettirmek istediğiniz başka projeler var mı?

Evet, çalışmalara çoktan başladık. Serbest üretimlerimizin yanı sıra, belli bir tema etrafında şekillenen projelerimiz de devam edecek. Zira bu süreç hem öğrencilerim hem de benim için çok keyifliydi.

Son olarak… Bu sergi dosyasının hazırlanış sürecinde, İstanbul Kültürlerarası Sanat Diyalogları Derneği Başkanı ve sergimizin küratörü Beste Gürsu Hanım ile çalışma fırsatı bulmak benim için büyük bir onurdu. Kendisi vizyonu, titizliği ve sanat alanındaki birikimiyle projeye bambaşka bir değer kattı. Dosyamızı inceleyip beğendikten sonra, “T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen, 2025 yılı Türkiye Kültür Yolu Festivali kapsamında sunalım,” önerisini getirdi. Ardından projemizin kabul edilmesi hepimiz için büyük bir mutluluk oldu. Şimdi İstanbul’da Kuralsız Bağlantılar serimizin üçüncü sergisini açıyoruz. Bu yolculuğun gerçekleşmesinde emeği ve desteğiyle yanımızda olan Beste Gürsu Hanım’a, derneğine, ekibine ve öğrencilerime en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Zehra Hanım, bize zaman ayırdığınız ve keyifli sohbetiniz için Netyazı olarak çok teşekkür ederiz. Öğrencilerinizle birlikte yeni projelerinizi merakla bekliyoruz.

Röportajı için Esra Karaman’a (@esr_karaman) teşekkür ederiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek