6 Şubat Yazıları

7.7 KERE

Bir Pazartesi sabahı, ikinci dönemin ilk günü… Ay canım okulumcular, öğrencilerime kavuştumcular, keşke tatil bitmeseydiciler öğretmenler odasında toplandık. Bilmeyenin mutluluğuyla, kısa süren tatilden, tatil öncesi yaptığımız karsız kar tatilinden, gidip de döndüğümüz memleketlerden, aldığımız kilolardan, çantalardan, kitaplardan konuşuyoruz. Odaya 1.80 boyuyla Adıyamanlı Ayten Hoca girdi. Boyu kısalmıştı, her adımında kısalmaya devam ediyordu. Yanımıza vardığında yerle bir olmuştu neredeyse. “Deprem oldu,” dedi. Sarsıldık. “Yakınlarıma ulaşamıyorum,” dedi. 7.7 kere sarsıldık. “Dua edin,” dedi. Ellerimizi açıp telefonları kurcaladık. Oturduğumuz koltukların arasına sıkıştık. Haberlerin enkazı altında kaldık. Keşke tatil bitmesinciler olarak dillerimizi ısırdık. Eve dönerken on bir ili sırtlandık. Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyormuş. Etlerimizden yükselen dumanlara bakınca anladık. 7.7 kere yandık, 7.7’nin ne kadar büyük bir sayı olduğunu anladık. 85 milyonun ne kadar az olduğunu da… Nasıl ulaşırızın derdine düşecek kadar aklımız başımıza geldiğinde battaniyelerimizi, hırkalarımızı, ısıtıcılarımızı, acaba ne lazım olurlarımızı toparladık. Çocuklar oyuncaklarını eklediler. Yerine ulaşsın dualarına sarıp yolladık. Banka hesaplarımızda görünen meblağdan ev için zaruri olan kısmını bırakıp kalanı gönderirken, ev için o kadar da zaruri olmadığına karar verdik. Çatımız altında satılabilecek ne varsa, fırınımızda, ocağımızda pişirebildiğimiz ne varsa kermeslere taşıdık, bir elimiz bin olsun diledik. Birkaç gün sonra Ayten Hoca’yı ziyarete gittik, başsağlığı için. 7.7 kere yaşlanmıştı, ufalmıştı. Bizi görünce yeniden uzamaya başladı. Yüzünün kırışığı azaldı, cildi parlamaya başladı.                                                                                                                             

Esra Nur Doğan

Instagram: veesranur

Bu görsel Büşra Nur Özkan tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

YEDİ SAKSI ORKİDE

Yirmi metre kare bizim konteyner.  Isıtıcı yanınca duvarlar terliyor. Yatmadan siliyorum. Silmezsem eğer sabah uyandığımda halının kenarları, çekyat, minderler sırılsıklam oluyor. Ama inanır mısın orkidem nemi sevdi. Bu sene mor çiçek verdi. Ben de dedim madem öyle filizlendireyim bunları. Önce su dolu bardaklarda beklettim. Nasıl hızlı kök verdiler. Tam yedi saksıya ektim. Bahara renklerini belli ederler.Kırmızı kalanşo aldım bir de hacının gelininden. Mübarek o da epey dayanıklı. Geçen saksının üzerine Şadiye ‘nindolap devrildi. Yamukmuş bizim zemin, en son 4.2 olunca devriliverdi. Kalanşo sapasağlam ama. Birkaç çiçeği döküldü sadece. Hemen saçılan toprakları avuçladım. Saksıyıyeniden doldurdum. Saksı demişken konteynırlarda kalan herkes yoğurt kovalarını bana getiriyor. Daha nergis, ortanca, tespih çiçeği büyüteceğim. Ama önce şu mezar taşını bir sileyim. Sanki is bağlamış. Hadi iyisin yine, sen mor salkımları çok severdin. Ektim toprağına. Kabrin baharda nasıl güzelleşecek kim bilir?  

Emine Kılıkçıkaran

@erguvanmevsimi  

Bu görsel portakalağacı tarafından oluşturulmuştur.

DEPREM MİSAFİRİ

Annemin elinde bir valiz, iki kardeşim ve ben yola düştük. Önce nereye gideceğimizi bilemeden çıktık evden. “Şuraya uçak gidiyor, buraya otobüs kalkıyor,” dediler ulaşabildiğimize bindik, gittik. İstanbul’ a kadar geldik. Havaalanında uzun uzun bekledik. Herkes bekledi. Birbirlerine depremde yaşadıklarını anlattılar. Kimse çocuk psikolojisi falan demedi. Ben on yaşındaydım. Kocamandım zaten. İki gün önce ev beşik gibi sallanırken daha da büyümüştüm. İstanbul’da annemin ahiretliği varmış. Memurmuş, evi küçükmüş. Ama ahiretliğin annesinin İzmir’deki evi büyükmüş. “Ona gidin, sizi bekliyor,” demiş. Zaten havaalanındaydık. Her yerde haberler, anonslar, yardımlar, bedava yolculuklar. Bindik gittik. Bir küçük valiz, iki kardeşim ve ben… Yaşlı ama arabası olan bir teyze aldı bizi evine getirdi. Biz kardeşlerimle etrafı seyredip durduk. Arabayı beğendik. Deniz manzaralı evi hoşumuza gitti. Pek konuşmadık. Annem anlattı, teyze onu teselli etti. Annem her sorana “Eşim geride kaldı. İş yeri duruyorsa çalışacak, evimizin de çatlaklarını düzeltecek,” dedi. İki gün sonra telefonda babamın iş yerinin yarısının yıkıldığını öğrendik. Ama diğer yarısında işçiler çalışıyorlarmış. “O zaman babam da yarım para mı olacakmış?” dedi küçük kardeşim. Herkes güldü. Bizi okullara verdiler. Kitaplar, kalemler, çantalar, suluklar… Çok güzel eşyalar getirip hediye ettiler. Evimizdekiler daha güzeldi. Benim eski çantamı küçük kardeşim kullanıyordu. Ben içine her gün mutlu notlar yazıp bırakırdım. Okulda o notları okuyup getirir, yatağının başına asardı. İzmir’de çantalarımıza not koymadık. Yüzümüze uzun uzun bakanlara cevap da vermedik. Çünkü soru sormadılar ki. Teneffüslerde müdür elimize para verdi. İsmi değişik ama kendisi simit olan bir şey yiyorlardı. “Siz de alın, yiyin,” dedi. Kantine gidene kadar ismini unuttum, o yüzden yiyemedim. Sonra bir gün bir valiz, iki kardeşim ve ben, annemle otobüse bindik. “Evimize gidiyoruz,” dedi annem. Babam evi tozdan dumandan temizlemiş. Çatlaklar duruyormuş ama onu beraber yapacakmışız. Çünkü orası bizim evimiz. Bir buçuk aydır mutlu olmadığımız kadar mutluyduk. Yaşlı teyze çantamıza değişik isimli simitten koydu. Evde hep beraber yiyecektik, babamla birlikte… Cebimde de okul müdürünün verdiği paralar vardı. Yarım değillerdi. Babama götürüyordum. Çatlakları doldururuz diye…

Duygu ÜNAL

Instagram: duyguunal.35

Bu görsel portakalağacı tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

BULANIK

Daha önce hiç gelmediğim bir evdeyim. Sobanın yanında ısınmaya çalışıyorum. Karşımda tanımadığım adamların fotoğrafı duruyor. Biri genç, biri yaşlı. Ev sahibinden dede torun olduklarını, ikisinin de sobadan sızan karbonmonoksitten zehirlenip öldüklerini öğreniyorum. Uyurken ölmek, eli hafif hemşirelerin vurduğu iğneden farksız. Sen acıyacak diye beklerken hemşire “Geçmiş olsun” der ve toparlanmaya başlarsın. Dedeyle torun böyle bir elin dokunuşuyla sessizce toparlanıp dünyadan gitmişler. Ölüm onların yatağını beşik gibi sallamış. Bizim yatağımızsa, içindekiler yerine otursun diye sallanan bir çuvaldı. İki el tuttu toprağı, ölesiye salladı. Kimisi dibe çöktü, kimisi taştı. Bu binalar böyle yıkılmayı nereden öğrendi? Her şey büsbütün sessizken neden evim çatırdadı? Şimdi bu eve bakıyorum. Duvarlarında sıva çatlağından başka bir şey yok. Sobaya doğru uzattığım ellerimde de çatlaklar var ama onlar duvarlar kadar tehlike arz etmiyorlar. Lavabolardan bıçak gibi keskin, soğuk su, çamur renginde akıyor. Ev sahibi, evini hiç tanımadığı birine açan kendisi değilmiş gibi mahcup bakıyor. Yüzündeki ifadeden kurtarmak için omzuna iki kez hafifçe dokunuyorum. Suyu şişelere doldurup bekleterek kullanıyoruz. Sessizce sobalı odada oturuyoruz. Bir ara avlu kapısı rüzgardan çarpıyor, irkiliyorum. Kimsenin bir şey yapası yok. Hep birlikte bir şeyi bekliyoruz. Ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi. İnsan beklerken su gibi durulmuyor. İçinde hisler çalkalanmaya devam ediyor. Hayat, beklerken tıkalı bir musluğa dönüşüyor.

Elif ÇELİK

Instagram: arijvani

Görsel Büşra Nur Özkan Tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

HAYIR MEZATI

Ben iğne oyası ile süslenmiş bir tespihim. Beni yapan hanım bu gece uyumadı. Sabaha yetişmem için çok çalıştı. Sabah ilk iş götürüp derneğe bıraktı. Ben bir hat tablosuyum. Çok önemli bir sergiye çıkacaktım. Ama bugün beni çerçeveciden aldıkları gibi götürdüler. Beni yazan hattat “Emeklerim feda olsun, mezatta satılsın.” dedi. Ben çini bir tabağım. Normalde beni boyayan hanımın torununun çeyizinin ilk parçası olacaktım. Gittiği kursta “Aman hocam bugün tamamlayalım yarına mezata yetişecek” dedi. Fırından alındığım gibi paketledim. Ben ahşap bir cami maketiyim. Marangozun ustalık eseriyim diyebilirim. Parlak durmam için gerekli olan boyayı tam bir ay aradı. Üç yıl boyunca dokunmaya kıyamıyor gibi üzerimde çalıştı. Bir bayram sabahı önce ailesine gösterdi beni. Evinin en güzel yerine camdan vitrin yaptırdı benim için. Bugün ise çıkarıldım. Bugün ise mezatta satılacağım. Ben bir masa örtüsüyüm. Üzerimdeki boncuklar tek tek işlenmiş, çiçek deseni oluşmuş. Yapraklarım ise kaneviçeden. Sahibime anneannesinden kalan bir hatıra idim. Bugün; sararmayım, tozlanmayım diye sandığın içinde sarıldığım iki kat örtünün arasından beni çıkarttı. Öptü. “Anneannem de olsa böyle yapardı” dedi. Mezata gideceğim. Yüzlerce eser gönlü geniş yardımseverler tarafından bağışlandı. Hepsi gösterilir gösterilmez satıldı. Gelirler deprem bölgesine gidecek. Sıcak bir çorba, güven veren dört duvar için.

Akife Taş

@akifegulluoglutas  

Bu görsel portakalağacı tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

Üstü Kalsın

Sabah, perdenin kenarından sızan ışık kafatasımda bir delik açmaya çalışıyordu. Yorganın içine gömülüp uykuma kaldığım yerden devam etmek istiyordum ama program için kalkıp hazırlanmalıydım. Ayaklandım. Aynanın yanındaki davetiyenin üzerinde ismim yazıyordu. “Depremin birinci yılı anısına sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.” “Bizler, sizler, onlar” olarak alınan bir topluluktuk. Artık deprem bölgesinde yaşamıyordum ama hala oralıydım. Sema ve Belkısla depremden sonra tanışmış ve her ay buluşmaya devam etmiştik. Üçümüz de farklı şehirlerdeki farklı enkazların altından sağ çıkmıştık Komedinin üzerindeki kolyeye takıldı gözüm. Bugün onu takmak anlamlı olacaktı. Semayla hastanede tanışmıştık. Yattığımız yerden duvara bakıp ellerimizle resimler yapıp, havaya çizdiklerimizi tahmin etmeye çalışıyorduk. Yeni yapılacak olan evlerimizin manzarasından bahsediyorduk. Bana bu kolyeyi hediye etmişti. Canım kahvaltı yapmak istemedi, bir tost bastım bir de sallama çay. Sema görse bu hoşaf içilmez diye söylenirdi. Elimde sallanmayan çay ile odama geçtim. İki sene önce Ceyda’nın düğününde giydiğim ceketimi kuru temizle jelatininden çıkardım. Ceyda depremde vefat etmişti. Giyindim ve evden çıktım. Babam “Kask taktıracak soğuklar” derdi böyle havalara. Kaç taksiye el ettim ama durmadı. Sonra biri tereddütle durdu. Sohbet etmeye başladık. Aslında eve gittiğini ama beni görünce üşümeyeyim diye durduğunu söyledi. Tebessüm ettim.

Aygül Beyza BAKKALOĞLU

Instagram: aygulbeyza

Bu görsel Büşra Nur Özkan tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

YİRMİ BİR METREKARE

İnsanlar çadırlarını terk edip bana geldiler. 6 Şubat’ın üzerinden neredeyse altmış gün geçmişti. Hazır olduğum an sahiplerime teslim edildim. Ben bir konteynerim. Yirmi bir metrekarelik cüssemle bir aileye ait olduğumdan beri yuvayım. Onlarla ilk tanıştığımda sekiz kişilerdi. Odalarım kalabalıktı. Evin annesi Meryem Hanım, beni çiçeklerle, dantelli örtülerle süsledi. Mutfağımda soğan kavurdu. Yemeğin kokusu yirmi bir metrekarenin her köşesine ulaştı. Deprem olmadan önce kızı Halime’yi nişanlamışlardı. Damat da bu felaketle ailesini kaybettiği için fazla uzatmadan düğünü yaptılar. Mahalledeki diğer depremzedeler damada akraba oldular. Ailesinin eksikliğini hissettirmeyecek bir kalabalıkla, herkes düğüne iştirak etti. Kız evi olmak da her konteynere denk gelmez. Ben oldum. Komşu konteynerlerdeki kadınlardan terzi Ayşe Hanım gelinliği elden geçirdi. Seher Hanım, ailesinden yitirdiği onlarca akrabasına rağmen, rahmet duaları eşliğinde Halime’ye lifler ördü. Nihayetinde çeyizi el birliği yaparak yeniden hazırladılar. Oyalı yazmalar, danteller, mutfak eşyası, birkaç kitap ve küçük bir sandık… Gelin arabası kapıma kadar geldi. Meryem Hanım kızını dualarla, salavatlarla eşiğimden uğurladı. Çiçekli bir konteynerden, benden ayrılıp, yeni bir konteyneri yuva yapmak üzere yol aldılar.

Zeynep K. Atay

@zeyneb_k_atay

Bu görsel portakalağacı tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

TESPİH TANELERİ

Dağılmış tespih tanelerini elimde tutuyorum. İp bulunca dizeceğim. Hurma çekirdeğinden yapılma. Babaannem hacıdan getirmişti. Zikirlerimi bu tespih ile çekmeye başlamıştım. Böylece rahmetli babaanneme bir hediye vermiş gibi hissediyordum. Sevap hanesine bir hediye… Vefatından sonra halen; çiçekli şalvarı, beyaz yazması ile sanki kahverengi koltukta oturmaya devam ediyor, ‘’A yavrum kavga etmen.’’ demeyi de sürdürüyordu. 6 Şubat’ta yer sarsıldı, babaannemin hayali, koltukta oturmaya devam etti. Tespihim sarsıntıda dağıldı. Ev de dağıldı, sokak ve şehir de. Tespih taneleri gibi biz de etrafa saçıldık. Bir tek gökyüzü yerinde kaldı. Gözümü açtığımda; hayatımda ilk kez gördüğüm insanlar- kurtulmamın sevinci ile- tekbir getiriyorlardı. 72 saat göçük altındaymışım. Tam üç gün. Göçükteyken rüyamda babaannemin kopmuş tespihin tanelerini bana verdiğini hatırlıyorum. Saydım 93 tane. Altı tanesi eksik. Yıkılan apartmanda altı vefat olmuş. Altı tespih tanesi. Altı insan. Beni kurtaranlardan biri Samet diye bir delikanlı. Ona rüyamdan bahsettim. Kendi abanoz tespihini bana hediye etti.

Sümeyra DÖNMEZ

Instagram: sumeyraadonmezz

UYUYAN DEV

Çığ, heyelan sel ve deprem. Ülkemizde yaşanan doğal afetlerden birkaçı. İlk üç sıradaki afetlerle, yaşadığım bölge itibari ile nadiren karşılaştım. Sonuncusu ise sınav sorularında “Ülkemiz genç oluşumlu olduğundan en çok karşı…” yazısını görünce soruyu okumayı tamamlamadan cevabını işaretlerdim: Deprem. Yıllar geçti. Altı Şubat ‘ta bu kelime, sınav kitapçığından çıkıp kızgın bir boğa gibi karşımda durunca, ona yüklediğim anlam değişti. Kökü fiil olmayan, başka bir kelimeden türemiş olan deprem ismi. Hiçbir dil bilgisi kuralı olmadan fiile dönüştü benim için. Önceden coğrafya terimi olarak gördüğüm bu kelimeyi duyduğumda ürküyor, nefes almakta zorlanıyorum. Ondan, bir devden korkar gibi korkuyorum. Uyanmasın diye sessizce söylüyorum adını, ismi çok anılmasın istiyorum.  Hatta inanır mısınız sizlere bu kelimeleri yazarken avizeye bakıyorum.                                                                                                             

                                                                                          

Kübra DOĞAN           

Instagram: kubannedogan

Bu görsel Aygül Beyza Bakkaloğlu tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

GECE YÜRÜYÜŞÜ

Bu gece yine yürüyüşe çıktım. 6 Şubat’ın yıl dönümünde bolca sevinç kapsülü toplamalıyım. Dünya başıma yıkılacak kadar ağırlaştığında bu kapsüllerden yutarım. İyi gelir. Artık deprem olmuyor. Kedim kendini yalarken bir anlığına yatağımı titretmiyor. Üst kattakilerin sert adımları avizeleri oynatmıyor… Deprem geçen sene oldu. Bitti ve ben yürüyorum. Kılıflarımı soyunur gibi yürüyorum. Şehir istediği kadar uğuldasın, kulağım içime dönük. İyi ki yürümek var, ya olmasaydı? Sevinç kapsüllerini, mutlu oldukları yere bırakır insanlar. Ben de kendimi dünyanın yaşanabilir olduğuna ikna edebilmek için onları toplarım. Bu zor günü geçirecek kadar doldurmalıydım ceplerimi. Banklara, ağaçların altına, camimizin kapısına bakmalıydım. Oralardan mutlulukla geçen birileri oluyor mutlaka. Elim boş dönersem başıma ne geleceğini biliyorum. Büyük depremin olduğu gece; dolduramamıştım ceplerimi mesela. O günü unutmak mümkün mü? Gündüzünde güneş dünyaya doğmuştu ama ben karanlıklarda kalmıştım. Keskin soğuğu içime çektim. Önüme çıkan taşa kavisli bir tekme savurdum, piuu! Topçu olacak ayak varmış bende. Ya o beton bloğun altından zamanında kurtarılmasaydım. Eskisi gibi değilim, yoldaki çukurlar ve kara delikler artık umrumda. Yaşamak sanki daha çok umrumda. İki üç sevinç kapsülü yetmezdi. Ceplerimi daha çok doldurmalıyım. İnsan kendinin ne kadar derinine inebilir? Yürüdükçe yürümeliyim. Yolda sokak kedilerine tatlı tatlı sataştım. Ayak ucuma basıp evime girerken gülümsedim. En sevdiği oyuncağını deprem bölgesine göndermek için paketleyen çocuğun bıraktığı sevinç kapsülü, beni bugün idare ederdi. Yorularak dinlenmiş bedenimi koltuğa bırakırken sevinçliyim.

Büşra Nur Özkan

@busranozkan

Bu görsel Büşra Nur Özkan tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

YARDIM

Siz hiç koli bantlama sesini sevdiniz mi? Ben sevdim. Arkadaşlara sordum onlar da çok sevmişler. Elimize geçen ayıcığın üzerindeki notu görünce, sanki yüzüme koli bandıyla bir gülümseme yapıştırıldı. “Bu ayıcığın ismi Zeytin. O benim en yakın arkadaşım. Ona sarılıp yatınca güzel rüyalar görürüm. Güzel rüyalar görmen için sana gönderiyorum.” Notu dokuz yaşında bir kız çocuğu yazmış. Başka bir çocuğa mutluluk olsun diye belki de en değerli eşyasını gönderiyor. Zeytin’i koliye özenle yerleştiriyorum. Bandı yavaşça çekiyorum ki rahatsız olmasın. Deprem bölgesine huzur götürecek. Önce kendisi rahat etmeli. Sonra Ali’ye bakıyorum. O da bir avuç renkli kalem bulmuş. Koşarak gidip, kırtasiyeden bir kalemtıraş almış. “Kalemler kullanılmıştı, hepsinin ucunu sivrice açtım öyle bantladım,” diyor. Kalemtıraşı da yanlarına yerleştirmiş. Yardım kolileme işinin arasında soluklanırken arkadaşlarla konuşuyoruz. Akmasa da damlayacak bu eşyalar… Damla damla birikip yüreklere serpilecek. Aralarına dua da koyduk ki eline ulaşanı iyice sarıp sarmalasın. Kolilere şöyle uzaktan baksanız, toprak rengi bir sürü küçük duvar gibi duruyorlar. Ama içlerinde hem rengarenk eşyalar hem de en güzel duygular var. Belli ki insanlar severek okşayarak koyup göndermişler. Biz de hepsini aynı özenle yerleştirdik                                                                                                       

Duygu ÜNAL                                                                                             

Instagram: duyguunal.35

Bu görsel portakalağacı tarafından yapay zeka ile oluşturulmuştur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek