PROF. DR. MEHMET EMİN AY HOCA İLE RÖPORTAJ

Çocukluğunuzda babanızın Van’ın tek Kur’an kursu hocası olduğunu biliyoruz. Sizin eğitiminizde babanızın ve annenizin rolü nedir?

-Merhum Babam Aziz Ay Hoca Efendi Van’ın tek resmi Kur’an kursu olan Van Merkez Kur’an Kursu hocasıydı. Kendisi Van’da pek çok talebe yetiştirmiş. Kur’an-ı Kerim’i doğru bir şekilde insanlara öğreten çok değerli bir eğitimciydi. Hocası İstanbul’dan gelip Van’a yerleşen Merhum Abdülmecid Efendi isminde bir zat olduğu için; rahmetli babamın okuyuşu İstanbul tavrı olarak bildiğimiz ve makam yönüyle de yine İstanbul hafızlarının okuduğu Hüseyni ve hicaz makamlarında bir okuyuş idi. Dolayısıyla ondan tecvid ve mehâric-i huruf konusunda ders alanlar son derece güzel bir şekilde Kur’an okuyarak yetişirlerdi. Ben de onun talebelerinden biriydim. Benim hayatımda Kur’an-ı Kerim’i sevmek ve doğru okumak hususunda rahmetli babamın çok önemli bir yeri vardır. Kendisini her zaman rahmetle andığım gibi; belki her okuyuşumda da insanların onu rahmetle anması söz konusu olmuştur. İlk hocam, ilk mürşidim merhum babamdır. Bu hususta rahmetli annemden de çok güzel dersler almışımdır. İrfan sahibi bir insan merhum annem Zahide Hanım’ın da hayatımda önemli bir yeri vardır. Mevlamız ikisine de gani gani rahmetler eylesin.

Çocukluk yıllarınızı Van’da geçirdiniz. Van’da çocukluğunuz nasıl geçiyordu? Özellikle Ramazan ayları nasıl geçerdi? Bizimle hatıralarınızı paylaşabilir misiniz?

-Çocukluk yıllarımın tamamını Van’da geçirdim. Coğrafi yapısı itibariyle çok güzel bir şehir olan Van’ın, dini hayatı da canlı tutan bir memleket olduğunu söyleyebilirim. Ramazan’ı Şerif’e de yansımaları oluyordu bunun tabii ki. Ben çocukluk yıllarımda; özellikle Ramazan gecelerinde rahmetli babamın Kahire Radyosu’ndan açtığı Kur’an-ı Kerim’i dinleyerek sahura uyandığımı hatırlıyorum. Evimizde Kur’an sesi vardı ve tabii ki bu Kur’an sesinin küçük yaştan itibaren benim kulağımda olması; özellikle Arap makamı hususunda küçük yaşlardan itibaren bir tecrübe kazanmama vesile olmuştur diyebilirim. Kur’an sesiyle bu bazen Mahmut Husari olurdu, bazen Abdussamed olurdu, bazen Sıddık el-Minşavi olurdu. Bu sesleri, ses yapılarını, makamlarını küçük yaştan itibaren benim duymama vesile olduğu için babamın bu konuda da üzerimde emeği vardır doğrusu. Sahurları uyanır, masamızın etrafında toplanarak; aile fertleri olarak sahur yapardık. Ramazan’daki oruçlarımız sahurlarla birlikte başlardı. Rahmetli babam buna çok özen gösterirdi. Bunun peygamberimizin tavsiyesi olduğunu da sonradan öğrenmiş olduk ama sahurda başlayan oruçlarımız bizim için doğrusu önemliydi. Gün boyunca mukabelelerle geçerdi vaktimiz. Akşam da mahallemizdeki Nurşin Camii’ne giderdik. Orada müezzinlik yaptığımı hatırlıyorum. Küçük yaştan itibaren Salat-ı Ümmiyye’leri okurduk caminin müezzini ile beraber. En sonunda da bana Bakara Suresi’nin son iki ayetini Amenerrasulü Aşr’ını okuturlardı. Doğrusu insanların takdirine mazhar oldum. Bu manada da bir çocuk olarak mutlu olduğum bir zaman dilimidir Ramazan-ı Şerifler benim için. Bizim memleketimiz de Ramazan’da kıymalı pide geleneği vardır. O işle de ben ilgilenirdim. Fırında yaptırır, akşam evimize ve misafirlerimize ikram etmek üzere getirirdim. Bu güzel geleneklerin yaşandığı Ramazan günlerini doğrusu büyük bir özlemle hatırlıyorum.  Atandım ve 1984 yılı 8 Ekim tarihinde aynı fakülteme asistan olarak göreve başlamış oldum. 1986 yılında yüksek lisans, 1992 yılında doktora derecelerini aldım ve 1995 yılında doçentlik nasip oldu.

Van’da başlayıp Bursa’ya uzanan başarılı bir eğitim hayatınız olmuş. Okulları birincilikle bitirmişsiniz.

Bize eğitim hayatınızdan bahsedebilir misiniz?

-Eğitim hayatıma mahallemizde evimizin karşısındaki büyük bahçede bulunan 2 Nisan İlkokulu’nda başladım. İlkokulu orada bitirdim. Ardından Van İmam Hatip Lisesi’ni 1980 yılında, yine Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni ise 1984 yılının Haziran ayında tamamladım. Cenab-ı Hak çalışmalarımızın karşılığını zayi etmedi ve bu iki okulumu da birincilik derecesiyle tamamlamak nasip oldu. Fakültemden mezun olduktan iki ay sonra araştırma görevliliği sınavında başarılı bulunarak mezun olduğum fakülteme Din Eğitimi Ana Bilim Dalı araştırma görevlisi olarak, 2001 Şubat ayında da profesörlüğe yükseltilmiş oldum. Akademik hayatımın tamamı Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde geçti. Şu an itibariyle yine aynı fakültemde Din Eğitimi Anabilim Dalı Başkanı olarak görevime devam etmekteyim. Üç yıl önce açılan manevi danışmanlık ve rehberlik disiplinler arası tezli yüksek lisans bölümünün de başkanlığını yürütmekteyim. 

Akademisyen, imam hatip, kari, sanatçı, yazar gibi unvanlarla, farklı alanlarda çalışmalarınız var. Birçok alandaki farklı çalışmaları birlikte nasıl yapıyorsunuz? Bize anlatabilir misiniz?

-Aslında bahsini ettiğiniz farklı alanların hemen hepsinin akademisyen olarak çalıştığım branş ile doğrudan alakası var. Din Eğitimi Anabilim Dalı beşeri ilimler olarak adlandırılan din psikolojisi, din sosyolojisi gibi insana ve topluma yönelik araştırmalar gerçekleştiren bir alan. Din eğitiminin içinde çocuk eğitiminden başlayıp, gençlerin eğitimi, yetişkinlerin eğitimi, yaşlıların eğitimi alanında araştırmalar yapıldığı gibi; okullarda, camilerde, kışla da, fabrika da aklınıza gelebilecek her alanda ‘‘Din eğitimi nasıl doğru ve yeterli bir şekilde verilmelidir?’’ sorusuna cevaplar aranan araştırmalar yürütür. Dolayısıyla insan hayatında çok önemli diyebileceğimiz genişlikte yeri olan bir bilim dalıdır. O bilim dalında asistan olarak göreve başlayıp; yıllarca öğretim üyesi olarak, araştırmacı olarak, konuşmacı olarak görev yapmak insanlarla; bir şekilde irtibat kurmamıza zemin hazırlamıştır. Allah vergisi bir yetenek olan musikinin insanlar için bir din eğitimi aracına dönüşmesi son derece kolay olan bir durumdur. Çünkü musikinin insanın gönlüne hitap eden bir yönü vardır. Dolayısıyla musiki ile uğraştığınız zaman siz din eğitiminin gönülle ilgili tarafıyla ilgilenmiş oluyorsunuz. Bunu teorik olarak araştırmalara konu edinebildiğiniz gibi, pratik olarak icra etmek suretiyle de gerçekleştirmeniz mümkündür. Dolayısıyla biz din eğitiminin bir parçasını musiki ile ilgilendiğimiz zaman ifa etmiş oluruz. Benim çalışmalarımı bu şekilde değerlendirebilirsiniz. Öte yandan imam hatip olarak zaman içinde gayri resmi olarak camilerde görev yaptım. Kur’an-ı Kerim’i okuyarak, bu Kur’an-ı Kerim’le birlikte insanlara namaz kıldırarak bu görevi ifa ettiğim zamanlar oldu. Dolayısıyla din eğitiminin insanlara bu sefer bir öğretici pozisyonunda aktarılmasını sağladığımız; okuduğumuz Kur’an ile insanlara doğru bir telaffuzda bir kıraatin nasıl olması gerektiğini de öğretmiş olduk. Bu da yine din eğitiminin bir parçasıdır ve din eğitiminin önemli bir alanı olan yazılı metinler; yahut dini edebiyat türü çocuklara yönelik, yetişkinlere yönelik bilgi aktarımını da gerçekleştirdiğimiz zaman, çalışmalarınızı kitaba dönüştürdüğünüz zaman bu defa yazarlık vasfını almış oluyorsunuz. Dolayısıyla bunlar çok büyük çaba gerektiren şeyler değil. Branşınızın gereği, çalışmalarınızı insanlarla paylaştığınız zaman size de bu vasıfları kazandırmış oluyor. Yüce Rabbim’e hamd ediyorum çalıştığım alan hakikaten son derece önemli bir alan. Dinin kaynakları olan Kur’an-ı Kerim’in, Hadis-i Şerif’lerin günümüz şartlarında insanlara nasıl anlatılırsa doğru, yeterli, sahih bir şekilde aktarımda bulunmuş oluruz sorusuna cevap aranan bir alan. Biz bu soruya cevaplar arayarak yapmış olduğumuz araştırmaların neticesini paylaştığımız zaman insanlarla toplumda haddizatında bu bahsini ettiğimiz diğer alanlarda da bir hizmet vermiş oluyoruz. Netice bundan ibarettir. Buna muvaffak kılan yüce Rabbimize de hamdediyorum. Yaptığımız her işin mutlaka güzel ve sağlam olması gerektiğini sevgili Peygamber’imizden bir Hadis’i Şerif olarak öğrenmişliğimiz vardır. Bir Ümmet-i Muhammed olarak Allah işini güzel ve sağlam yapan, mükemmel yapan, kulunu sever Hadis-i Şerif’i her zaman her konuda düsturumuz olmuştur, olmalıdır diye düşünüyorum.

Musiki sizin için ne ifade etmektedir?

-Musiki benim için hayatımda olması gereken yer kadar bir mana ifade ediyor. Olması gereken yeri açıklayacak olursam. Kelime yapısı itibariyle musiki; meleklerin, perilerin dili anlamına gelmektedir. Aslı yunanca olan “musaika” kelimesinin dünya dillerine geçmiş olan halidir. Bize Arapça’da ki ifadesiyle musiki olarak geçmiş bir kelimedir. Yani manevi bir tarafı vardır ve biz musikinin Kur’an ve ezan okurken mutlaka istifade etmemizi yine sevgili Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselam Efendi’mizden öğreniyoruz. Kur’an-ı da bir lahni üzere okumamızı tavsiye eden, onu düz okuyuşta değil, musiki katarak okumamızı emreden Peygamber’imizden anlıyoruz ve onun döneminde de bu şekilde okuyan sahabiler olduğu gibi sevgili Peygamber’imizin de böyle bir okuyuşunun olduğunu bize aktarıyor Ashab-ı Kiram. Dolayısıyla biz Allah’ın insanoğluna vermiş olduğu bu güzel ses ve okuyuş imkânından mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okurken insanlara güzel bir şekilde sunmakla mükellef olduğumuzu anlıyoruz. Çünkü “zeyyinül kurane bi esvatiküm” seslerinizle Kur’an-ı süsleyiniz buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Yani onu güzel bir sesle, güzel bir eda ile okumamızı bize emrediyor. Bu da bir musiki katmamızı bize telkin etmektedir diye anlıyor İslam âlimleri. Dolayısıyla hayatımızda baktığımız zaman bir kuşun örtüsünde musikiyi buluruz, hatta rüzgârın esişinde, ağaçların yapraklarından çıkan seslerde, bir çağlayanın çağlamasında bu musikiyi bulmak mümkündür. Ama musiki her şey değildir. Dolayısıyla musiki bir araç olarak kalmalıdır. Hayatımızın her şeyini kaplayan bir duruma geldiği zaman, bir tutku haline döndüğü zaman, araç olmaktan çıkar amaç olur ki; bir Müslüman olarak bizim için Allah’ın rızası dışında hiçbir şey tek amaç haline dönüşmemelidir. Musikinin de sanatın da çok güzel birer tebliğ aracı olarak görülmesi, kabul edilmesi, öylece değer görmesi gerekir. Fakat amacımız, gayemiz, hedefimiz; bütün bunlarla bizleri yaratan, yaşatan yüce Rabb’imize güzel kul olma yönünde bir araç olarak faydalanmaktadır. Bu dinin gerek kitabı Kur’an-ı Kerim, gerekse sevgili Peygamber’imizin Hadis-i Şerif’lerini insanlara anlatabilme, aktarabilme hususunda birer araç ve vasıta olarak kabul etmemizdir. Öyle görmemizdir kanaatindeyim. 

Kuran’ı Kerim hatim kayıtlarınız farklı coğrafyalarda dinlenmektedir. Kari olmanın sizin için anlamı nedir?

-Yüce Rabb’ime hamd ettiğim hususlardan biri de okuduğum hatim kayıtlarının farklı coğrafyalarda Müslümanlar tarafından dinleniyor olmasıdır. Bu benim bir kul olarak başarabileceğim bir şey değildir. Sadece yüce Rabb’imizin ikramı ve ihsanıdır. Ona sonsuz hamdu senalar olsun. Çünkü bizim çabamız dışında bu kayıtlar uzak beldelere farklı coğrafyalara ulaşmışsa eğer bu Mevla’mızın ikramından başka bir şey değildir. Sonsuz hamdu senalar olsun. Tabii ki zaman zaman farklı bölgelerde ülkelerde beldelerde karşılaştığımız insanlardan bunu duyuyor olmak son derece memnuniyet verici bir şey. Bir kari olarak Kur’an-ı Kerim’i kıraat eden, tilavet eden bir kişi olarak herhalde insanın alabileceği en büyük mükâfat bu olsa gerektir diye düşünüyorum. Rabbimize çokça şükretmemi gerektirecek büyük bir nimeti ilahidir benim için. Bir kari olmak ifadesi çok zor olan bir duygu. Çünkü Kuran-ı Kerim okunuşuyla insanları nasıl ki mest ediyorsa; takdir edersiniz ki okuyan kişi de onun bu mest edici özelliğinden nasibini almaktadır. Çünkü Rabbimizin Peygamber Efendimize verdiği en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim her yönüyle, manası, taşıdığı anlamları, kıraati, okunuşu, barındırdığı hikmetleriyle bir mucize Kitabı Kerim. Dolayısıyla kıraatindeki o kendine has olan güzellik bambaşka bir özellik taşır ve tarifi mümkün değil. Farklı makamlarla okuduğunuz zaman size aynı lezzeti veren bir mübarek kitaptır. Dolayısıyla bir kari olarak Kur’an-ı Kerim’i okumak insana mutlulukların en farklı olanını en yücesini veriyor diyebilirim. Bazen öylesine duygular oluşuyor ki insanda keşke hiç bitmeyen tükenmeyen bir nefesim olsa da, sesim olsa da gece gündüz Kur’an okusam diyeceğiniz zamanlar geliyor. İşte Kur’an-ı Kerim böyle bir kitabı kerim. 

Şuan Ayasofya Camii Kebir Baş İmam Hatibi görevinizi icra ediyorsunuz. Bununla ilgili duygularınızı öğrenebilir miyiz?

-Ayasofya-i Kebir Camii Şerif’i İstanbul’umuzun fatihi Fatih Sultan Mehmet Han cennet mekan hazretlerinin bırakmış olduğu bir vakıf eseri. Dolayısıyla onu vakfederek Allah rızası için insanların hizmetine mabet olarak sunan Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri çok önemli bir inisiyatif kullanarak bu mabedi biz torunlarına, sonradan gelen nesillere bırakmıştır. Bu sırrı, bu niyeti iyi okumak lazım. Biz orada görev yapan kişiler olarak; Fatih Sultan Mehmet Han’ın bu samimi düşüncesinin izlerini, orada Akşemsettin Hazretleri gibi Allah’ın sevgili bir veli kulunun esintilerini emin olun mihrabında da, minberinde de hissediyoruz. Dolayısıyla böylesi bir mabette görevli olarak bulunmak, orada Müslümanların önüne geçerek namaz kıldırmak, karşısına geçerek minberden hutbeler okumak son derece heyecan verici bir olay. Dünyanın farklı köşelerinden, bölgelerinden, ülkelerinden, beldelerinden, ülkemizin dört bir yanından kalkıp gelen, bu mabette bir namaz kılmak üzere bulunmak arzusunda olan insanların kubbenin altında toplandığı o anları doğrusu her birimizin yaşamasını isterim. Çok farklı bir dini tecrübe olduğunu ifade edebilirim. Hassaten görevim icabı Cumartesi sabahları, sabah namazından sonraki tesbihatın hem şahsım üzerinde, hem katılanlar üzerinde çok ciddi güzel hatıraları olduğunu buradan ifade etmek isterim. Cuma günü vakit namazlarında görev yaptığımız gibi, Cumartesi sabah namazında da sabah namazıyla birlikte o tesbihat Ayasofya-i Kebir Camii Şerif’inin en güzel hatıra bırakacak zaman dilimlerinden biridir diyebilirim. Farklı ülkelerden gelen insanların şahit oldukları bu güzel manzaralar, yaşadıkları dini tecrübeler, ibadetleri esnasında aldıkları hazlar tekrar tekrar kendilerinden duyduğumuz çok güzel geri dönüşler. Dolayısıyla bu camii şerifin gerek şahıslar olarak bizim hayatımızda görev yapanlar olsun, cemaat olanlar olsun, gerekse ülkemizin dini kültürü ve dini hayatı açısından Ayasofya Kebir Camii Şerif’inin çok önemli bir yeri vardır diyebilirim. 

Şuan devam eden projeleriniz var mı?

Uzunca bir süredir yeterli zamanı bulamadığım için bitiremediğim bir projem var. Bu vesileyle sizlerden duanızı bekliyor ve Rabbimin muvaffak kılması hususunda benim için ona niyazda bulunmanızı rica ediyorum. Gençlere yönelik bir çalışma olacak inşallah bu yapmış olduğumuz kitap çalışması. Onu tamamlamaya çalışıyorum. Bunun dışında üniversitemizde görev yaptığım fakültemizde danışmanı olduğum öğrencilerimin yüksek lisans ve doktora tez çalışmalarına katkı vermem gerekiyor; meşguliyetim onlarla. Yine derslerine girdiğim öğrencilerimizin yürütmekte olduğum lisans dersleri var. Dolayısıyla biz başka bir projeye zaten zaman bulamayacağımız kadar öğretmenlik vazifemiz devam ediyor. Bundan memnunum neticede öğrenci yetişiyor, tezler hazırlanıyor, araştırmalar yürütülüyor ve biz de onun bir parçası oluyoruz. Yüce Rabbimizden sağlık ve afiyetler ile vaktimizi bereketlendirmesini niyaz ediyoruz. Bizler zaman zaman bu bilgilerimizi toplumla paylaşan kişileriz akademisyenler olarak. Bunun dışında projeler yürütebiliyor olmak tamamen zamana bağlı bir olay. Bu hususta da her zaman doğrusu vaktimiz olmayabiliyor. İnşallah elimizdeki bu kitap projesini gerçekleştirmek, kısa zamanda onu nihayete erdirmek nasip olur diyorum.

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Müberra İnal Arslan

@muberra.inalarslan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek