Yirmi dokuz yaşında bir şair zümrüdüanka kuşlarının kanadında uçar. Nilgün Marmara, beşinci kattaki balkonundan sonsuzluğa düşer. Kısacık bir hayata sığmayan kocaman dizeler, kırılgan bir kızın güçlü kaleminden çıkar.
Hayat sürprizleri sevmez. Bizi başka insanların geçtiği yollardan yürütür. Nilgün Marmara da Sylvia Plath’in yürüdüğü yolun izlerini takip eder. Üniversiteyi bitirirken Sylvia Plath’in intiharını inceleyen bir tez yazar. Böylece Nilgün, Sylvia’nın “Sırça Fanus” una kendini hapseder. Bu şeffaf fanus zamanla sadece sanatın çalıştırdığı bir turnusole dönüşür. Şair Nilgün’ü eşinden gizler ama sanatseverlere görünür kılar. İntihar etmeden önce yazdığı mektup ortaya çıktığında eşi: “Şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenara pıtır pıtır bir şeyler yazardı.” derken Nilgün Marmara Ece Ayhan’ın, İlhan Berk’in, Cemal Süreya’’ nın dizelerinde hayat bulur. Biz o sırça fanustan yapılmış turnusolle anlaşılamamak birbirine en yakın iki insan arasındaki derin bir uçuruma nasıl dönüşür, fark ederiz.
Yolumuz şiire düşerse, bazen bir duvarda bazen bir defterde bazen de bir mektupta “Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına /Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? “Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna ” dizelerine rastlarız. Yollara kuşlardan işaretler koyan şairin “Bir şeyden kaçıyorum kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.” dizeleriyle bu dünyada yersiz yurtsuz kaldığını anlarız. Ses çıkarmadan, göstermeden yaralarını insanlardan gizlediğine şahit oluruz. Var oluşun ve dünyayı idrak etmenin ağırlığını dizelerinde resmedişine hayran kalmamak elde değildir. “Diledin mi yanında tümden var olmayı an için ve birkaç sonrasında hiç yokmuşçasına” diyen şairin içine hapsolduğu sırça fanusu kırıp “ heba kuşlarının” kanatlarında sonsuzluğa süzülüşüne şahit oluruz. Bu ölümün tesellisini Goethe fısıldar kulağımıza : “Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.”
Ayşenur GÜLŞEN OKAN