Rainer Maria Rilke, dünyanın en çalkantılı döneminde doğmuş kırılgan şair. İnce ruhuyla asla
uyuşmayan birçok işe annesi tarafından zorlanan, entelektüel bir kadına delice aşık olan, bir sanat dehasıyla yolları dostça kesişen ve nihayet saf yeteneğini ortaya çıkarabileceği koşullara bir prenses aracılığıyla ulaşan nahif sanatçının hayatını inşa edenleri tanıyalım:
SOPHİE RİLKE
Rainer Maria Rilke annesiyle babasının arasındaki sosyal uçurumun göbeğine doğduğunda tarihler 4 Aralık 1875’i gösteriyordu. Babası Alman kökenli bir demiryolu memuruydu. Sade bir hayatı vardı ama annesi zengin ve soylu bir aileye mensuptu. Hırslı, tutkulu ve kaprisliydi. Her şeyin istediği gibi olması konusunda sınırları zorlardı. Rilke’den bir yıl önce doğup kısa süre sonra ölen ablasının yerine koydu oğlunu. Adına Maria dedi. Altı yaşına kadar kız gibi giydirdi onu. Saçlarına tokalar taktı. 6 yaşından sonra da değişmedi annesi. Beğenmediği, aşağıladığı kocası gibi olmasın diye oğlunun askeri okula gitmesini, hukuk okumasını, soylu ve saygıdeğer olmasını istedi. Annesinin bu tutumu Rilke’nin kalbinde derin yaralar açtı. Kadınlarla, insanlarla hiçbir zaman sağlıklı ilişkiler kuramamasına neden oldu. Ama belki de büyük bir sanatçı olmasının sebeplerinden biri de annesinin bu tutumuydu.

İlk şiirini dokuz yaşındayken yazdı Rilke. Üstelik anne babasının evlilik yıldönümü şerefine. Ama o güzel günde bile sarsılıyordu evlilik. Şiir pek de bir işe yaramadı. Kısa süre sonra anne ve babası ayrıldı. Küçük Rilke annesiyle Viyana’ya gitti. Artık tamamen onun kontrolündeydi. Babasının toplumda elde edemediği saygınlığı Rilke elde etmeliydi! Askeri okula devam etti. Ticaret akademisine kaydoldu. Edebiyat ve sanat tarihi okudu.

Bu yıllarda ilk şiir kitabı “Yaşam ve Şiirler” yayımlandı. Edebiyat çevresinde bu şiirler pek kabul görmese de şair için kıymetliydi. Çünkü yıllar sonra Alman lirik şiirinin en önemli temsilcilerinden olmasına katkısı vardı bu şiirlerin.
LOU ANDREAS-SALOME

Rilke eğitim için Münih’e gittiğinde tanışmıştı bu kadınla. Yıl 1897’ydi. Müthiş bir entelektüel olan Lou, o zamanlar otuz altı yaşındaydı ve erkeklerin gözünde çok çekiciydi. Nietzsche de Freud da aşıktı ona. Ve daha niceleri. Ama Salome kendisine gelen evlilik tekliflerini hep reddetti.
Rilke ise başkaydı. Aralarındaki yaş farkı aşklarına engel olmadı. Lou, Rilke için bir sevgiliden fazlasıydı. Şefkatli bir anneydi. Ya da yol gösteren bir rehber. René olan ilk adını Rainer olarak değiştirmişti mesela.
1899’da birlikte Rusya’ya gittiler. Lou, Rilke’yi Tolstoy’la tanıştırdı. Tolstoy, Rilke’deki ince ruhun ve saf yeteneğin farkına varmış olmalı ki onu çok sevdi. Böylece Lou, Rilke’nin sanatçı kişiliğinin gelişmesine büyük katkı sağladı.
Ama bir süre sonra duyguları değişti Lou’nun. Psikolojik tedavi gören Rilke’ye kendisinden uzaklaşmasını söyledi. Denileni yaptı Rilke ve Paris’e gitti.
AUGUSTE RODİN

Rodin’le Rilke’nin yolları dünyanın en buhranlı dönemlerinden birinde kesişti. Rilke’nin, Lou’dan uzaklaşması gerekiyordu. 1901 yılında ünlü heykeltıraş Auguste Rodin’le ilgili bir kitap yazmak için Paris’e gitti. Henüz yirmili yaşlarının başındaydı. Rodinse altmış yaşlarında olgun, saygıdeğer ve tanınmış bir sanatçıydı. 1. Dünya savaşı öncesiydi ve dünya hızla değişiyordu. İki sanatçı da hayatla sanat arasında bir denge kurmalıydı. Her ikisi de acılarını üreterek sağalttı. Dost oldular. Rilke’nin Rodin’den öğrenecek çok şeyi vardı ve şunu sordu: “Nasıl yaşamalıyım?”
Dostlukları pekişince sadece Rodin’le ilgili bir kitap yazmakla kalmadı Rilke. Aynı zamanda onun özel sekreteri de oldu. Sanat hayatının dönüm noktalarından biri olan Paris günleri böylece başladı. Rodin‘in öğrencisi Clara Westhoff ile evlenen Rilke, bir kızları olmasına rağmen mutluluğu yakalayamadı. Kısa süre sonra ayrıldılar.
Malte Laurids Brigge’nin Notları isimli ilk ve tek romanını bu zor Paris günlerinde yazdı. Yazarın hayatını bilip romanını okuyanlar için, kendi hayatından nasıl da etkilendiğini anlamak zor değildi.
PRENSES MARİA

1912 yılında Prenses Maria Rilke’yi denize nazır bir şatoya yerleşmesi için davet etti. Sadece yazı yazması için üstelik. Çünkü Rilke’nin nasıl bir edebiyat dehası olduğunu anlamıştı. Yanılmadı. Ruhsal çöküntü yaşayan Rilke tedavi görmeyi düşündüğü bir dönemdeydi. Yine de Prenses Maria’nın davetini geri çevirmedi. Soğuk bir kış günü, uçurumun kıyısında dalgın dalgın adımlayıp denizi seyrederken rüzgarın fısıldadığını duydu. “Kim, haykırsam duyardı beni meleklerin katında?” diyordu rüzgar. Gece sabaha kadar ilk ağıdı yazdı Rilke. İlham demek ki böyle bir şeydi. Tedaviye gerek kalmadığını bir mektupla bildirdi. Aradığı tedaviyi bulmuştu. Eserini on yıllık sancılı bir süreçte bitirdi. İnsanın varoluşsal kaygılarını ele aldığı bu kitap Rilke’yi olgunlaştırdı, değiştirdi. Birinci dünya savaşında hasar gören şato için eserine “Duino Ağıtları” adını verdi.
1926 yılında kendisini ziyarete gelen bir hayranına gül toplamak için bahçeye çıktı Rilke. Eline diken battı. Ne kanamayı ne de ağrıyı durdurabildi. Kan kanseri olduğu böylece anlaşıldı. İki ay sonra 29 Aralık 1926’da hayatını kaybetti. Mezar taşına önceden hazırladığı şu mısralar yazıldı:
“Gül ey saf çelişki
Bütün göz kapaklarının altında
Hiç kimsenin uykusu olamamanın sevinci…”
Gülhan TÜRKALP