Cemil Meriç’in hayatı gerçek bir münevver için görme kaybının mevzu bahis olmadığının ispatı gibi durur önümüzde. Biz burada kendisinin en bilinen özelliği olan ve çocukluğunda başlayıp giderek son noktaya gelen görme kaybı sürecine yer vermedik. Zira görme kaybını gerçekte yaşayan kimdir bunu bilemiyoruz!
Babası Niyazi Bey tarafından Kur’an kapağının iç kısmına doğum tarihi 1916 olarak kaydedilen Hüseyin Cemil Meriç, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya geldi. İnsanların doğduğu coğrafya sonraki hayatını şekillendirir tabii olarak, bu durum en çok Cemil Meriç için geçerli olabilirdi. Zira Hatay o dönemlerde Fransız mandası altındaydı. Meriç ailesinin yaşadığı Habib-i Neccar Mahallesi’nde Türk, Ermeni, Arap milletleri bir arada yaşıyordu. Farklı dillerin konuşulduğu bu ortamda Fransız mandasından dolayı Cemil Meriç’in kulağı Fransızcaya da aşinalık kazandı. Arapça ve Fransızcayı iyi öğrenme şansı yakalasa da bulunduğu çatışma ortamından fazlasıyla yara alacaktı. Türkçe konuştuğu, kalın gözlükler taktığı ve kısa pantolon giydiği için sürekli dışlanıyor, zayıf yapısından ötürü dayak yiyordu. Ülkemizde şu sıralar çok popüler bir kitap olan Jules Payot’un “İrade Terbiyesi” kitabı Cemil Meriç’in spora başlamasında etkili oldu.
Kitaptaki “Okumayı sevenler yerlerde sürünemezler; bir kanat darbesiyle cihanşümul düşüncelerin huzur dolu iklimine yükselir…” sözüyle harekete geçti. Arkadaşları pasif olduğu için verdikleri “kuzu” lakabını “orangutan” diye değiştirdiler. Sonrasında Fransızcayı iyi bildiği için kendisine “Victor Hugo” denilmeye başlandı.
Liseyi Antakya Lisesinde çok kıymetli hocalardan ders alan Cemil Meriç sonrasında buradaki eğitimine çok kıymet verecek ve üniversite seviyesinde olduğunu söyleyecekti. On yedi yaşına gelene kadar birçok şiir ve deneme kaleme aldı ve 17 yaşında Stalin’in eserlerini tercüme etmeye başladı. Kendisi daha sonraları on sekiz yaşını “fetih ve heyecan” on dokuz yaşını ise “putperestlik” çağı olarak değerlendirecekti. Gelişim aşamaları açısından bakıldığında bu tanımlamaları psikolojik bir düzleme oturtabildiğimizi görüyoruz.
Cemil Meriç’in, Nazım Hikmet’le tanışması hayatının dönüm noktalarından biri oldu. Nazım Hikmet’in fikirlerinden etkilendi. Bundan dolayı kendisine Sosyalist ve Marksist etiketi yapıştırıldı. Aslında yazar, bu ideolojilere yakınlaşmış fakat tam anlamıyla sahiplenmemişti. Parasız kaldığı bir zamanda Sosyalistler tarafından kendisine çeviri işi verildi fakat kendisine verilen sözler tutulmayınca hayal kırıklığı yaşadı. Meraklı kişiliği onu her bilgiyi didik didik etmeye sevk ediyordu. Her ne kadar sol eğilimden etkilendiğini bilsek de ileriki zamanlarda onları eleştirmekten de geri durmadı. “İdeolojiler giydirilmiş deli gömlekleridir” sözü Cemil Meriç’in duruşunu özetlemesi bakımından önemlidir.
Hayatı ancak bir kitaba sığabilecek kadar renkli biridir Cemil Meriç. Karanlığına karşı inadına renklidir. Cemil Meriç hep sorguladı, hep okudu, hep düşündü ve hatta tutuklandı. Bu arada artık üç çocuk sahibi bir babaydı. Maddi sıkıntılarla geçen yılların ardından kızı Ümit in dünyaya gelmesinden on gün sonra Cemil Meriç İstanbul Üniversitesine Fransızca okutman olarak atandı ve felsefe bölümünde doktoraya başladı. Öğrenme ve okuma aşkı daima artarak sürdü.
İlber Ortaylı “Defterimden Portreler” isimli kitabında şöyle der: “Cemil Meriç’in etrafına değişik görüşten insanlar hayranlık ve susuzlukla koşuşurlar. Ne var ki kürsüde oturan onların istediği değil istemediği şeyleri söyler. Tenkide tahammül edilmez; Türkiye’de çok az insan kitleyi hem kendinin tiryakisi yapar hem de onlarla boğuşur. 20’nci asrın sonunda, bu irfan safhasına ulaşmaya başladıysak, bunda Cemil Meriç’in de payı vardır.“
Arapçayı çok iyi bilen üstat; ”Bu memleketin tarihini ve kültürel mirasını anlamak için Arapça öğrenmek lazımdır diyenlere; ‘Esas klasik Arapça metinlerin her biri Batı dillerine alasından çevrilmiştir, siz evvela Arap harfli Türkçeyi okumayı öğrenin. Osmanlı edebiyatı dediğiniz saha tercümelerden okunamaz,’ demiştir.
Şüphesiz günümüzde üzerinde düşünülmesi gereken en önemli Cemil Meriç sözlerinden biri “Bir ülkeyi yaşanılmaz bulanlar, orayı yaşanılmaz hale getirilenlerdir” sözüdür. Keza Bu Ülke kitabındaki denemeleri defalarca okunması gereken satırlardan oluşur. Eserleri, ülkemizin hâlâ cenderesinden çıkamadığı doğu-batı keşmekeşine ve buhranlara deva olabilecek fikirler içerir.
Biz burada kendisinin en bilinen özelliği olan ve çocukluğunda başlayıp giderek son noktaya gelen görme kaybı sürecine yer vermedik. Zira görme kaybını gerçekte yaşayan kimdir, bunu bilemiyoruz. Birçok yazar gibi sağlığında okurların ilgisizliğinden yakınan Cemil Meriç, günümüzde bile hâlâ hak ettiği ilgiyi görememektedir. Cemil Meriç’in hayatı gerçek bir münevver için görme kaybının mevzuu bahis olmadığının ispatı olarak durur önümüzde. Yetmiş bir yıllık hayatına pek çok eser ve pek çok fikir sığdıran Cemil Meriç’in en bilinen eserleri “Bu Ülke”, “Mağaradakiler” , “Işık Doğudan Gelir”, “Kırk Ambar”, “Umrandan Uygarlığa” dır.
Vildan KINALI