kar soluğu
ve gri ay parçaları
katedral vitraylarında.
hikayeler sürüklüyor sabaha
buzdan bir kolye gibi kıvrılan nehir.
sen, tipi bastırır gibi
yağıyorsun içime nicedir.
konuk odalarında
beklemenin kokusu,
zarf tozları dökülüyor
zihnimin bıçak uçlarından.
ince gölgeleri titriyor
uzun çayırların,
karanlık pencerelerde biblolar.
masa başında bir meczup
elinde mektuplar
güney ülkesinden,
öyle bakıyor ki satırlara,
gözlerinde
bir karaağaç tutuşuyor,
ruhu saf ateşten.
sen nicedir
zaman gibi kayıyorsun ellerimden.
gece; orman sınırındaki casus,
cebinde doğudan gün ışıkları
cebinde sabah yıldızı,
fakat ürkmekte
erken ölmekten.
kesik kesik inliyor
çan kulelerinde rüzgar,
duvarlarda bezgin soluklar.
istila yokluyor şehri.
“tanrım” diyor porselen yüzler,
“tanrım!
çok korkuyoruz
yitip gitmekten”.
şafakla titriyor
çatıların bekçileri.
ince bir duman yükseliyor
kararmış gözlerinden.
başı göğsüne düşüyor arabacının.
gün boyu duyduğu her şey
atın sağrısından
mazgallara akıyor.
mevsimlerim, sevdiğim,
kör hislerimin teması,
sağır kalbimin ritmi,
saçları ipek denizim,
yazlardır bitmedi kış
yağmur yağıyor
ve kar
bir de;
haber vermiyor senden
nicedir anemonlar…