28 Ekim 1910 gecesi Yasyana Polyana malikanesinde sessiz bir telaş vardı. Çok değil, sadece yirmi iki gün sonra yani 20 Kasım sabahı Tolstoy’un ruhu (kendi tabiriyle) bedeninden kurtulacak, son sözleri “Köylüler! Köylüler nasıl ölüyor?” olacaktı. Ama o henüz bunu bilmiyordu.
Bavuluna birkaç parça kıyafet, bir kalem ve not defteri koydu. Karısına bir mektup bırakarak ömrünü geçirdiği malikaneden ayrıldı. Yanında sadece doktoru ve kızı vardı. Yolda rahatsızlandı Tolstoy. Yaşlıydı. Hava da soğuk olunca zatürre olmak onun için kaçınılmaz hale gelmişti. Astapova tren istasyonunda konaklama kararı aldılar. İstasyon müdürü, bütün ülkede sevilen ve saygı gören Tolstoy’a memnuniyetle açtı evinin kapılarını. Halk öyle çok seviyordu ki Tolstoy’u, günlerce istasyon müdürünün evinin önünde bekleyenler oldu.
Sadece sevgilerini sunmaya gelen fakir halk yoktu Tolstoy’un kapısının önünde. Yapılacak en ufak bir açıklamanın bile büyük haber niteliği olduğunu çok iyi bilen gazeteciler de bekliyordu kapıda. Ölüm döşeğindeki Tolstoy’u ortodoksluğa davet etmeye gelmiş olan kilise görevlileri de… Çünkü aforoz ettikleri Tolstoy ölmeden önce tekrar Ortodoks olursa kilise de tekrar prestij kazanacaktı halkın gözünde. Ama Tolstoy hasta yatağında yanına gelenleri dinlemiyordu bile. “Dünyada bu kadar aç varken neden buradasınız?” diyordu sadece. Kalabalık bir cenaze töreni oldu Tolstoy’un. Ve ömrünü geçirdiği malikanenin bahçesine defnedildi.
Tolstoy 28 Ağustos 1928’de işte bu malikanede doğmuştu. Hem de soylu ve zengin bir ailenin çocuğu olarak. Annesi öldüğünde Tolstoy henüz iki yaşındaydı. Babası öldüğünde ise dokuz… Teyzeleri tarafından sevgi dolu bir ortamda büyütüldü. İlk eğitimini evinde Alman ve Fransız öğretmenlerden aldı. Kazan Lisesi’ni zor da olsa 1844 yılında bitirdi. Üniversitede, lisedeki kadar bile başarı gösteremedi. Başladığı üniversiteleri yarıda bıraktı. Henüz on dokuz yaşındayken ciddi bir rahatsızlık sebebiyle hastaneye yattı. Bu dönemde düzenli günlük tutarak sıkıcı zamanla mücadele etti. İleride yazma yeteneğine çok faydası olacak bu alışkanlığını “kendi hayatının nöbetini tutmak” olarak nitelendirdi yıllar sonra. Çocukluğundan beri sık sık ölümle yüzleşen Tolstoy, günlüğündeki sayfalara “Si Je Vis (Eğer yaşarsam)” kelimelerinin baş harfleri olan S J V harfleri ile başlayarak içinde taşıdığı ölüm korkusunu her zaman dışa vurdu.
1851 yılında subaylığı kazanan Tolstoy dört yıl boyunca orduda görev aldı. Ama 1855 yılında askerliğin kendine uygun olmadığını düşünüp istifa etti. Hatta orduya, savaşa ve şiddete büyük nefret duydu. Savaş karşıtlığı ve askerliğin reddedilmesi fikrini ortaya attı. Doğup büyüdüğü kasabaya geri döndü ve fakir çocuklar için bir okul açtı. Bu okulda alışageldiğimiz hiçbir şey yoktu. Devam zorunluluğu, ödev, sınav, ödül-ceza… Yani çağının çok ötesinde bir eğitim sistemi geliştirdi. Hatta eğitimle alakalı kitaplar da yazdı. 1860-1861 yıllarında Avrupa seyahatine çıktı. İtalya’yı Fransa’yı ve İngiltere’yi gezdi.
Doğduğu kasabaya tekrar döndüğünde ileride karısı olan Sofya’yla tanıştı. Kendini çirkin bulduğu için sakalları hiç kesmiyordu Tolstoy. Kabul edilmeme kaygısıyla Sofya’ya açılması biraz zaman aldı ama korktuğu başına gelmedi. Sofya’yla mutlu ile evlilik yaptılar. On üç tane de çocukları oldu fakat 5 tanesi çocuk yaşta hayatını kaybetti. Sofya Tolstoy’a sadece evlilik hayatında değil sanat hayatında da destek oldu. Tolstoy’un kitaplarının kopyalarını yazdı.
Savaş ve Barış isimli romanını 1863 yılında yazmaya başladı Tolstoy ve 6 yılda tamamladı. Anna Karenina isimli romanını ise 1873’te yazmaya başlayıp dört yıl sonra bitirdi. Bu iki romanının başarısı sayesinde bütün dünyada tanınan bir yazar oldu. Sık sık inanç karmaşası yaşayan Tolstoy kilisenin otoritesini reddeden eserler de yayınlamıştı. İtiraflarım ve Diriliş kitapları bu eserlerin başında geldi ve kilise tarafında aforoz edilmesine sebep oldu.
İslam dinini araştırdı, Hz. Muhammed kitabını yazdı. “Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da, benim için Muhammed haça tapmakla mukayese edilemeyecek kadar yüksekte duruyor. Eğer insan seçme hakkına sahip olsaydı aklı başında her bir insan şüphe etmeden tek Allah’ı ve onun peygamberini kabul ederdi.” dedi.
Rus edebiyatının en önde gelen isimlerinden oldu Tolstoy. Çehov onun hakkında «Edebiyat Tolstoy’a sahip olduğu sürece bizlerin bir şey yapmasına gerek yok.» dedi.
Gülhan Türkalp