Montaigne: Durmayan Bir Salıncakta/ Gülsüm Çelik

1580 yılının mart ayında, “Okuyucuya” başlıklı yazısında şöyle yazar Montaigne: “Bu kitabı, yakınlarım için bir kolaylık olsun diye yazdım. İstedim ki beni kaybedecekleri zaman (ki pek yakındır) hakkımda bildikleri, daha etraflı ve daha canlı olsun.”

Tabiatını neşe ile hüzün arasında, oldukça ateşli ve sıcak kanlı olarak tanımlayan bu Fransız yazara, kendisinin çizdiği sınırlar içerisinde Denemeler’in satır aralarından bir bakış atmaya çalışacağız.

Her konudan çok kendini inceleyen ve bunu işi gücü olarak tanımlayan Montaigne, sade; tabii ve her günkü haliyle görünmek istediğini yazar. Kusurlarını ve nasıl bir adam olduğunu, edebin ve terbiyesinin müsaade ettiği ölçüde açmayı vadeder. Söylediklerinin değişkenliğini bildirir ama bu farklılığın gerçeğe aykırı olmayacağını da ekler. Nitekim değişkenlik kusur değil, hayatın doğal sonucudur. O bunu, dünya durmayan bir salıncaktır, olarak ifade eder.

Durmayan salıncak, yirmi yıl içerisinde şekillenen ve olgunluğa eren Denemeler için de kullanılabilecek en doğru tanımdır. İki ucundan sabit bir cisme bağlı olarak ileri ve geri gitme imkanı sunan salıncak, tek bir noktada durmaya bir başkaldırıdır. Salıncaktaki kişi devam eden ve gelişen bir akış içindedir. Yer yer hızlanır, yavaşlar. Bu da değişimi olumsuz bir tecrübeden ziyade doğal bir hâl kılar.

Salıncak, Montaigne doğduğu andan itibaren bir beşik gibi sallanır. İki yaşında Latinceye maruz kalarak yetiştirilen Montaigne altı yaşında Fransa’nın en iyi kolejlerinden birine girer. Eğitimi sırasında Yunanca öğrenmekle birlikte Latin şiirinin tadını da alır. Denemeler’in hemen hepsinde orijinal dilinden yaptığı şiir alıntıları ve aktardığı kıssalar da bu ilginin hayatının tamamına yayıldığını göstermektedir.

On üç yaşına (1546) geldiğinde Bordeaux’da edebiyat fakültesinde felsefe okumaya başlar. İki yıl sonra şehirde çıkan isyandan dolayı Montaigne, Toulouse’da hukuk fakültesine gider ve buradan mezun olur. Babasının Bordeaux belediye başkanı olduktan üç yıl sonra sonra Montaigne de belediye meclisine girer. Ertesi yıl, 1558’de La Boétie ile Montaigne arasında o büyük dostluk başlar. Yaşı küçük olmasına rağmen yetenekli bir hukukçu olan La Boétie, Fransız Parlementosu’nda danışman olarak çalışmaya başlar. Montaigne’nin de biricik dostlu ile tanışması buradaki görevleri esnasında oluşur.

La Boétie ile ilişkisini anlamak, Montaigne’i anlamak ve tanımak açısından önemlidir. Montaigne, dostluklarının bu kadar kıymetli olmasının sebebini, “Çünkü o, o idi; ben de bendim,” diye anlatabilmiştir.

Montaigne’in bahsettiği dostluk, bir kişinin diğerinde yok olması, artık onları birleştiren izlerin / sebeplerin dahi yok olup kaybolduğu ruh birliğidir. İki ruhun birbirine derinden bağlanması, sevmesi ve güvenmesidir. Öyle bir noktaya ulaşır ki bu muhabbet, Montaigne artık La Boétie’yi tanımakla kalmaz, ona kendinden daha çok güvenecek hâle gelir.

Dünyada sadece beş yılı paylaşabildiği dostunun yokluğunda kendini yorgun ve sürüklenir hisseder Montaigne. Ne yapsa ne düşünse derinden duyumsadığı şey dostunun eksikliğidir. Onsuz tattığı zevkler kendisine avuntu vermek yerine, dostunun ölümünü, yokluğunu daha da artırır. Her şeyde birbirinin yarımı olduklarını söyler ve ekler: Şimdi ben onun payını çalar gibi oluyorum.

Salıncak sarsılsa da akış devam etmek zorundadır. İki yıl sonra, 1565’te, Montaigne evlenir,  1568’de babasını kaybeder. Babasının mirasından, daha sonra Denemeler’i yazmak için çekileceği çiftlik Montaigne’e kalır.

Babasının ve dostunun kaybı, Montaigne için kayıpların başlangıcı gibidir. Montaigne’in altı kızı olmuş, hepsi doğduktan sonra ancak birkaç gün ya da ay hayatta kalabilmiştir. Ülkedeki karışıklığın ve kişisel hayatındaki kayıpların yazarı nasıl etkilediğini takip etmek zordur. Ama şu bir gerçek ki bu süre içerisinde Montaigne tek eseri olan Denemeler’i yazmayı bırakmaz.

1570 yılında Bordeaux meclisindeki görevinden istifa eder. Bir süre Paris’te kalır. Bu sırada “Çağımızın en büyük insanıydı” dediği dostu La Boétie’nin Latince şiirlerini ve çevirilerini bastırır. Bir yıl sonra çiftliğe döner. Kütüphanesine Latince şu kitabeyi yazar:

“1571 senesi: Michel de Montaigne, otuz sekiz yaşında, doğum yıldönümünden bir gün önce; meclisteki kulluğundan ve memuriyetinden bıkmış; fakat sapasağlam olarak kitaplarının arasına dönüyor ve geri kalan günlerini orada sükûn içinde geçirmeye karar veriyor.”

Montaigne kalan günlerini sükûn içinde geçirmek istese de bu pek mümkün olmaz. Fransa’da din savaşlarının en kanlı günleri de aynı tarihte gerçekleşir. İç savaş çıktığında kralın ordusuna katılır. Ona verilen görevle Bordeaux’ya gönderilir. İlerleyen yıllarda Bordeaux belediye başkanlığına gelir.

Montaigne’nin salıncağı dışardaki dünya ile kendi dünyası arasında sallanmaya devam eder. Çiftlikte kitaplarının arasına döndüğünde onu bekleyen yaklaşık bin kitaplık bir kütüphanedir. 16.yy düşünüldüğünde bu sayı inanılmazdır. Montaigne bazı yazarları tekrar okur. Yunan tarihçi, biyografi ve deneme yazarı Plutarkhos’un Hayatlar kitabı en çok sevdiği ve okuduğu kitap olmuştur. Denemeler’i yazmaya başladığı yıl Plutarkhos’un Ahlaki Eserler’inin çevirisi çıkar. Montaigne’in bu kitabı elinden düşürmediği bilinir.

Montaigne bir felsefeciden ziyade düşünür bir edebiyatçıdır, demek yanlış olmaz. Zira o, bir kuram ya da sistem üretmekten ziyade sürekli kendi içine bakan, orada diğer insanların da ortak olduğu yaşantıyı görmekte, hissetmektedir. “Her insanda, insanlığın bütün hâlleri vardır.” der. Bu insanlık izlerini kendi anlam dünyasında takip etmekten geri durmaz. İnsandaki alemin sayısız yankısına kulak vermekte ustadır.

Montesquieu’nun “Yazarların çoğunda, yazan adamı görüyorum, Montaigne’de ise düşünen adamı.” sözü bu bakımdan doğru bir tespittir. İnsana, akla, dine ve topluma dair çeşitli konuları taze bir nefesle işlemeyi başarmıştır. Ama bu nefes, diğer insanların soluğunu kesmekten ötededir. Onlara muazzam oksijen tarlalarının varlığını salık vermektedir.

Yazarın, kendinden emin olmakla birlikte kesin bir yargı ya da öğreti iddiası yoktur. Bilgisinin temelleri sağlamdır ve kafa karışıklığından uzaktır yazdıkları. “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Ama bundan bile emin değilim.” derken bir felsefecinin bahçesinde dolanır. Fakat bu dolanma hâli onu kayboluşa sürüklemez. Gördüklerini, hissettikleri aktarmada lafı dolandırmamıştır. O yolunu, herkesin bildiği tabii yoldan ayılmamakla diğer filozofların düştüğü zaaftan kurtulur. Yapmacık bir dilden uzak, tabiatı sanatlaştırmaktan ziyade sanatı tabiileştirmeyi yeğler.

(Famous Avenue Montaigne street sign in golden letters in Paris, France)

Kendi rengini muhafaza ederek yazmayı bilir. “Ben Fransız sokaklarında söylenen hiçbir sözden kaçmam.” sözü bir iddia değil, gerçektir. Nitekim Montaigne çevirisi yaparken yaşadığı zorluğu Sabahattin Eyüpoğlu da ( Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1970) ifade eder. Eyüpoğlu, tercüme esnasında Montaigne’nin uydurduğu kelimelerle birlikte anlamları çok değişmiş ya da artık kullanılmaz olmuş deyimlere rastlamıştır. Eyüpoğlu, Montaigne’in söylemediği şeyleri ona söyletme korkusuyla çevirmediği ya da çevirip bastırmadığı parçaların çevirdiklerinden fazla olduğunu yazar.

“Ah, keşke Paris’in sebze pazarında kullanılan kelimelerle konuşabilsem.” diye devam eder Montaigne. Bu söz bize Yahya Kemal’in Türkçe için kullandığı “Ağzımda annemin ak sütü gibidir” ifadesini hatırlatır. Anlattıkları ne kadar karmaşık ve yeni olsa da Montaigne bunu sokağın ve halkın diliyle söylemekten çekinmez.

Montaigne’nin dil konusundaki bu tutumu, deneme türünün özelliklerine de büsbütün sinmiştir. Kişisel deneyime ve tercihlere eğilimi, denemeye temel oluşturmuştur. “Kendi düşüncemle vardığım yeni bilgiler bana, sırf tesadüflerle edindiğim hazır ve gelişigüzel bilgilerden daha değerli gelir.” sözü bu minvaldedir. Yazarın kendi deneyimini dayatmayan metinlerinden, başka dünyaların mümkün olduğunu gösteren kelimeler dağılır ortaya.

Her daim yeninin peşinde olmak, buz gibi bir kaynaktan alınan ilk yudum gibi insanın zihninde yeni kapıların açılmasını sağlar. Montaigne de bu kaynağı gezmekte bulur gibidir. Geziye dair en sevdiği şeyin yabancı bir yerde sabah uyandığında yeni şeyler göreceğini düşünüp sevindiği an olduğunu bildirir. Adeta bir bebeğin dünyaya karşı merak ve dikkatle dolu bakışlarını taşır. Merak, kendisini uykuda bile yalnız bırakmaz. Montaigne’nin uykuya çok düşkün olduğu bilinir. Kendisini uyku ile rüya arasında yakalayabilmek için uşaklarına onu gece aniden uyandırmasını salık verir.

1580’e gelindiğinde Denemeler ilk defa iki cilt halinde basılır. Denemeler’i birçok yeni eklemeyle  ilerleyen yıllarda yeniden bastırır. 1589 yılında evine çekilip kitap okur. Denemeler’in yeni bir baskısını hazırlar. Kitap o sene en olgun şeklini bulur. Montaigne üç yıl sonra dünya salıncağından iner.

Portrait of the French philosopher Michel de Montaigne made in 1570 by an unknown artist.

Kendisinden söz edilirken onu olmadık şekillerde gösterilmesine karşıdır. Övmek için bile olsa, kendisini olduğundan başka göstermek isteyeni yalanlamak için öbür dünyadan seve seve kalkıp geleceğini yazar. Biz de onu başka şekilde göstermekten imtina ederek yazarın üzerinde bir merak uyandırmaktan başka bir şey yapmadık. Söylenecek son sözü yine o devredelim:

“Benim mesleğim, sanatım yaşamaktır.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek