Melek Zeynep Bulut İle Röportaj / Gülsüm Çelik

Mimar, tasarımcı, ve aktivist Melek Zeynep BULUT, son yıllarda İstanbul İl Göç İdaresi’ne yaptığı GÖÇ enstalasyonu ve Böyle Daha Güzelsin sergisi için hazırladığı YARA isimli enstalasyonuyla adından çokça bahsettiren genç bir sanatçı. Kağıt toplayıcılar, mülteciler, çocuk işçiler, göç, kadın ve insan hakları gibi sosyal tabanlı konularda multi-disipliner çalışıyor.  Gülsüm ÇELİK, Melek Zeynep BULUT’la göç, yara, ait olmak, umut, sanatla üretmek, sanatçının söylemi ve kaderi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.

Burası Dünya Masası, burada herkese bir sandalye, yazmak için kalem ve kağıt; kendine ait bir de masa var. Burası bu kadar.

Öncelikle yoğun bir döneminizde vakit ayırıp görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Bugün nasılsınız? Nerelerden geçtiniz ve kendinizle birlikte zihninizde neleri taşıyorsunuz?

Ben teşekkür ederim, güzel soru. Biraz önce esasında bunu konuştuk. Benim temelde çıkış noktam bir şey yapmamak, taşımamak ve almamak üzerine. Çünkü kainatta birlik olduğuna, bir hususuna çok inanıyorum. Yaradanın zaten bir matematiği var, çok “bilimsel” bir şey bu, buna inanıyorum. Ben sadece bunu görünür kılıyorum.

Benim sinestezim var, çocukluğumdan beri benimle ilgili en temel şey budur esasında. Sesleri görmek, gördüğün şeyi duymak vs. Bunlar 4-5 yaşında çocuklarda ayrılıyor ve artık gören duyan bir şeylere dönüşüyoruz. Bizde ayrılmıyor ve bu benim için hayatın ilk yıllarında çok temel bir sorundu. Çünkü iletişim problemine sebep oluyordu. Fakat sonra psikolojik yönlendirmeyle bu üretime dönüşmeye başladı. Bazı şeyleri birbirine çevirebiliyorsun. Beni ben yapan en temel şeylerden biri de adalet duygum. Kesinlikle kendimden geriye ne kalır dersem belki bu kalır, bilmiyorum. Ve bunların hepsini birleştirince de ortaya böyle bir çalışma çıktı. Kendimin çok küçük olduğunu ve hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyorum ve Allah çok büyük, ben ancak onun matematiğini görünür kılabilirim ve bunu insan hakları tabanlı yapabilirim. Çünkü Orta Doğu’da yaşıyorum ben, hepimiz öyleyiz. Ötekiyiz ve burada çok ciddi, tarihi, şu anda içinde yaşadığımız zamana not düşen acılar var. Bunlara farkındalık yaratmak, bunu üretime dönüştürmek, güç yaratmak ve bunu güzel yapmak, “estetikle” yapmak benim işim. Dünyaya bunun için geldim. Başka da bir derdim yok.

“Ev duygusunun, aidiyet duygusunun kırıldığını düşünüyorum.” diyorsunuz. Bir mimar, tasarımcı ve sanatçı olarak sizce mekanda ve zamanda ev nerede kaldı?

Ev kavramı ile ilgili benim kafamı karıştıran ve bana bu soruyu sorduran şey aidiyet duygumun olmayışı oldu. Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. Kendime de ait hissetmiyorum. Mimar bir hocamla mekanın poetikasını çalışırken istişare ediyorduk. Bana, ev çiz, dedi. Senin evle bir derdin var, ev çiz. Ben de “Ev filan çizemem, eve, evleşmeye, bu sistemleşmeye karşıyım. Bence insanlar özgür olmalı.” dedim. “ Yok, dedi, senin daha temel bir arayışın var. Hakikat, dedi. Hep aynı kelimeleri kullanıyorsun, farkında mısın? Anne karnından bahsediyorsun, aidiyet, sınır diyorsun bir şeye götürüyor seni.” dedi. Sonra fark ettim, esasında o kadar ait hissediyorum ki. Ait hissetmem gereken şey bu varlık ve burası zaten benim evim. Ben anne rahmine düşmüşümdür hepimiz gibi, onun bir rahmeti vardır ve dünyaya mal olmuşsundur. Budur, bu evdir. Evle ilgili olayım bu. Aidiyet duyamamaktan başlayıp aslında aidiyetin kendisi olduğunu görmekle sürdürülmüş bir süreç. Ama ev konusu hâlâ sorguladığım ve ne yapabiliriz dediğim bir şey ve tam da üzerine “Ev neresidir?” diye bir proje yapıyoruz. Böyle bir şey, bakalım o da nereye gidecek.

Hayatım cevap aramakla geçti çünkü hiç susmayan bir zihnim var. Gerçekten bir yandan yazıyorum, bir yandan çiziyorum, bir yandan bina yapmaya çalışıyorum ama zihnim durmuyor. Bana yaşını göstermiyorsun, diyorlar. Nasıl göstereyim ki iki dakika duracağım yok, diyorum. İnsanı esasında gerçekten yoran bir şey. Hayatım cevap aramakla geçiyor. Neyin cevabını arayacaksın? Sana diyor ki, sen küçüksün, bilmiyorsun, bana sor. Ben de tamam dedim, sorular defteri oradan çıktı. Çok uzun zamandır var, soruyorum sadece. Bu nedir diyorum ve cevap istiyorum. Çünkü bunu ben cevaplayamam, biliyorum. Cevaplasam da sonra soru değişiyor zaten. En basitinden bir şey ertelendi, niye ertelendi? Sonra bir şey getiriyor önüme, ha tamam, diyorum. Bu da bütünle ilişkimi temiz tutuyor. Arada aracı olmuyor. Hoş oluyor, benim hoşuma gidiyor en azından.

Dünyada hikayesi olan kazanıyor. Sizin de işlerinizde / eserlerinizde kuvvetli bir zihinsel alt yapı görüyoruz. Bana öyle geliyor ki metinleriniz, hikayeleriniz gücünü kısalıktan alıyor. Doğrudan söylem. Nerelerden besleniyorsunuz? Sözgelimi edebiyatta, müzikte, felsefede, mimaride, resimde kimler var?

Ben sünneti okurum, Kur’an-ı Kerim’i okurum. Nur suresi 35. ayet benim için çok değerli. İnşirah Suresi, Duha Suresi ve bunların analizleri. Tefsir benim çok değerli bir parçam. -Belirmekte fayda var, çok muhafazakar kökenden de gelmiyorum. İlahiyat eğitimim filan da yok.- İbn-i Arabi’yi okurum. Jung okurum. Psikoloji çok okurum, inanılmaz ilgimi çeker. Hiç okumadığım gün yok diyebilirim. Onun dışında G. Deleuze’ü  okurum.

Ama beni şu ana kadar ne vurdu da çarptı derseniz, beni daha çok etkileyen hareketler var. Çünkü insanların görüşleri ve dünyaya koydukları şeyler sonrasında onlardan soğuyabiliyorum. Jung’u okumayı çok severim, Kırmızı Kitap’ı beni çok etkiliyor ama söyledikleriyle yaşam biçimini yan yana koyduğum zaman denk düşmüyor. O zaman dedim ki benim derdim çok insanlarla falan değil. Hayatı okumak var.

Peygamberin hicreti, Mekke’den Medine’ye gitmesi müthiş bir hareket ama nasıl bir hareket? Şimdi bunu müslümanlar da romantik yorumluyorlar. Ama orada bırakıp gitmek vardır. Hepimizin hayatında kırk var, yedi var, iki var, bir var. Bir putları yıktığın zaman var, bir kara kutunun karşına geçip oturduğun var, bir doğduğun yeri, içinde olduğun her şeyi bırakıp kalkıp gitmek var, böyle bir hayat yaşaman gerekiyor. Ben sadece dönüp dönüp bunu okuyorum, mesela şu an neresindeyim? Şu an mağarada mıyım? Şu an örümcek mi indi önüme? Neredeyim diyorum, soru soruyorum burada. Böyle bir okumam var. Ben daha çok hayatı okumayı seviyorum galiba. Burada değerli olan hayatı okumak.

Kağıt toplayıcılar, mülteciler, çocuk işçiler, göç, kadın ve insan hakları. Sosyal tabanlı konular ve multi-disipliner çalışıyorsunuz. İnsanlarla konuşup hikayelerini not alıyorsunuz. Peki bu birikenleri ya da başka bir meseleyi kitap olarak görecek miyiz?

Bana Şubat 2020’de bununla ilgili çok değerli bir yayınevinden teklif geldi. Bunu kitaplaştıralım, dediler.. Fakat sonra araya pandemi girdi. Multidisipliner olmanın bir dezavantajı var. Ne yapacağım ben, ne yazacağım ki diyorsun. Bana roman da olabilir bu çok iyi gidiyor, dedi dostum. Olsun dedim, roman olsun sizi mi kıracağım sonra felsefe benim ayrılmaz bir parçam. Onu ben karmaşık hale getirmeden yapamam. Şu benim için bir bardak falan değil  (bardağı kaldırır), ben burada bunu içiyorum ama sen bir bil bakalım neler yaşıyorum. O zaman felsefe olsun, dedi. Çizeceğim ben, dedim. O zaman çiz, dedi. Dedim yok ben yapamayacağım. Tamam yapma o zaman, dedi. Sonra ben bunu dinlendireceğim, bir demleneceğim, üstüne uyumam lazım, dedim. 2021’de  inşallah geliyor ve eskizlerle birleştirdiğimiz felsefe bazlı bir şey olacak.

Banksy’i pek çoğumuz biliyoruz, eserlerini görüyoruz ama kim olduğunu hâlâ bilmiyoruz. Siz de “Göç” entalasyonu için “Bitirdim ve çıktım” diyorsunuz. İmzasız. Oysa dünyamızda bir isme ve imzaya sahip olmak çok önemseniyor. Bu aidiyet / sahiplenmek üzerine bir atıf mı? Sanat eseri ne kadar onu yapana bağlıdır?

Bu herkesin kendi kişisel süreci, ne kadar bırakabildiğinle alakalı. Bazen benim nefsim de açıkçası  zorluyor. Birine bir resim yapıyorum ve ondan ayrılmakta çok güçlük çekiyorum. Çünkü o benim için insan okumaktır. Herkese yapmıyorum ve o insandaki Allah’ı görmeye çalışıyorum. Buna ne koymuş kendinden? Bu sefer onunla bağ kurunca resmi ona vermek istemiyorum. Altına imza atasım geliyor. Sonra, Zeynepciğim olmaz böyle bırak bu işleri, diyorum. Bu herkesin bence kendi tekamül süreci ile alakalı bir şey. Belki yarın öbür gün benim de yaptığım şeylerin altında bir imzam görünür, bilemiyorum. Ama şu anda bunu değerli bulmuyorum. İmza atmaktan kastım fiziksel bir eylemde bulunmak değil. Ben bunu yaptım diyemem, yaptık. Biz yaptık. Bir şeyler olmasa da bir şeyler oldu. Şu anda bana sanki Allah’a ayıp ediyormuşum gibi geliyor. Onun matematiğini al, o yaratmış mikroyu al büyüt filan. Ben bunun sahibi değilim. O zaman toplum için değil de başka bir şey için üreten biri olurmuş gibi hissediyorum. Ama insan esnek bir varlık. Kendimi bu konuda sınırlamak istemem, şu anda böyle hissediyorum. Yani önemli değil benim için, gerçekten değil. Önemli olursa bir gün söylerim. Ben artık imza atacağım. O kadar da iş yaptık ya kusura bakmayın arkadaşlar, derim.

İl Göç İdaresi’ni öğrenciyken gördüğünüzde oradaki boşluk için “Ben buraya bir şey takarım.” diye içinizden geçirmişsiniz. Kader bağlamında sanatı nereye koyalım? Eser, sanatçının kaderi midir? Doğru zamanda doğru yerde olmak mı yoksa süre gelen bir arayışın cevabına ulaşması mı?

Bence kaderi. Çaba çok değerli bir şey. Ben çalışkan bir insanım. Başka arkadaşlarım da var, inanılmaz çalışıyorlar. Fakat çabadan başka bir şey var burada. Mesela bazı işleri yapamıyor, inanılmaz tembelleşiyorum. Sonra altından bir şey çıkıyor, bana diyor ki bununla uğraşma sen. Atıyorum bir restoran işi geliyor, bir arkadaşımın, dostumun mekanı oluyor. Bir şey yap çok estetik olur, para kazanırsın diyor. Ama o işi yapamıyorum, beceremiyorum, çok başarısız oluyorum. Benim kalemi kağıdı elime aldığımda oturamamam falan lazım, onu yakaladığım işler de oluyor. O yüzden bence kaderi. 

Şu da oluyor, süreç içerisinde ne kadar şeyin değiştiği de esasında senin kader yolculuğunun bir parçası oluyor. İşte ev diyoruz, yuva, anne rahmi diyoruz, kırk diyoruz, peygamber, aidiyet diyoruz. Çok uzun yıllardır ben bunlardan bahsediyorum. Şu anda üzerine konuşuyoruz sadece ama bunlarla ilgili benim onlarca metnim, resimlerim, heykellerim, malzeme arayışlarım, ses kayıtlarım, videolar, Kur’an kurslarındaki araştırmalarım, dev bir arşivim var. Ama baktığın zaman bunu niye yaptın? Allah temelde istemeyi veriyor herhalde yoksa niye ben bunun peşinden koşayım? Sürekli şu motivasyonla geziyorum ben Gerçekten bir şey yapmayacak mıyız?” Bir de ben estetiğe doğmuş biriyim, nezaket, racon gibi şeylere bayılırım. Ben çıkıp bağıramam ki, öyle bir kadın değilim.  Peki şimdi bunlar nasıl birleşecek? Zekice detaylarla güzel güzel haşır neşir olacak. Arayışım bu. Bir şey bulduğumu söyleyemem, bir yerde olduğumu hiç söyleyemem. Keyif alıyorum. Allah bana çok yardım ediyor. Ve istemeyi verdiği şeyin üzerine gidiyorum.

Ben bir iş yapmak için yapmadım. Arayışım var, bunu arıyorum ben. Sonra bir bakıyorum o kadere dönüşmüş, onun içindesin. Bence bu da böyle bir matematik. Garip işler. ( güler)

-Böyle Daha Güzelsin-

“Yara” çok çarpıcı ama ağlak bir çalışma değil. Görüyor ve donuyoruz, tıpkı onun gibi. Öte yandan yara güneş alıyor, tohumları çiçek açıyor. Peki siz kendi yaralarınıza karşı nerede duruyorsunuz? Büyüteçle her bir kıvrımına bakacak kadar cesur musunuz?

Az önceki hikaye, topuklu ayakkabı ile Arnavut kaldırımda neden yürüyorsunuz yukarı gelin dediniz ya, bence yaranın tasavvuftaki hâli zaten öyle.

Benim de çıkış noktalarından biriydi bu, metinlerde de var. Yara, yarıktan ışığın içeri sızdığı yer. Çatlak, tohum çatlağı gibi algılamış onu. Çatlıyor ve sen içeriye ışık alıyorsun, diyor. Yaradan bunu sana negatif bir deneyim olarak vermemiş. Ben hayatım boyunca bir sürü deneyimden geçiyorum, siz de keza öyle. Ben kaza geçirebilirim, sevdiğim birini kaybedebilirim, hayatta her şey olabilir, budur. İnsanın 7 bedeni ve 7 ruhu var, 7 katman gök yedi diyoruz, hepsi birbirinden birine geçiştir, ve yoldur. Din yol demektir mesela. Ben bu süreç içerisinde bunu böyle algılıyorum.

Yara projesinde, evet yaralı bir konu var. Toplumsal ciddi bir travma var ve biz bunu çalışalım. Çok değerli. Ama burada Allah ne söylüyor? Bu senin nasıl bir yolculuğun? Bu toplumsal travmayı neye dönüştürdün? Bence çok güçlü kadınlar çıktı ki buna dönüştü mesela. Tasarımda negatif pozitif alan deriz. Negatif alanı da böyle bir şeydi.

Yara projesi çok ilginç bir proje oldu. Ben bu işi yaparken hayatımda beni ne kadar yaralayan insan varsa karşıma çıktı. Hepsi ile işimi çözdüm. Garip bir deneyim oldu. Kuşlarda da aynısı olmuştu. Göç’ü çalışırken kendi köklerime indim, göç etmiş bir aileden geldiğimi bilmiyordum, soykırıma uğramış bir kök olduğunu bilmiyordum. Her proje böyle büyütüyor insanı. Yara’da da çok ilginç bir deneyim oldu. Ben yarada susmayı tercih ettim çünkü konunun konsepti yara. Çık anlat, diyen çok oldu, kuşlarda da oldu, ben sonradan anlattım. Çok iyi bir iş çıktı burada, anlatmadığım ve anlatmayacağım onlarca detayı ve donesi var. Onlar bende, belki sonra anlatırım. Ama bunun böyle olması, bir sus olması gerekiyordu. Yazarım ilerleyen günlerde.

Göç enstalasyonunu “sıfır noktası, hafızasızlık” diye yorumlarken Yara’yı hafıza temelli seçiyorsunuz. Hatta kullanılan metalleri şehrin her yerinden topladığınızı söylediniz. İki toplumsal travma, birisi hafızasız diğer hafıza kökenli. Öte yandan on ay önce katıldığınız bir programda da “Göç”ten bahsederken ilginçtir “yara, yarık, ışık ve kökenine” değiniyorsunuz. Birinde reddettiğinizi diğerinde kucaklıyorsunuz. Yaptığınız işlerin birbirine bu kadar temas etmesine nereden bakalım? Böyle midir?

Bunu siz söylerken fark ettim şu an yalnız. Güzel oldu. Demek ki bende de bir ilerleme var.  Yol bu. Zaten hayatımı böyle eline almış 3-5 tane kavram var. Hepimizin bir yolculuğu var. Orada ona dönüşüyor, burada buna dönüşüyor, kişinin kendi hikayesi gibi akıyor. Ama burada çok tehlikeli bir şey var, bu benim hikayem değil. Bunu söylemekten haya falan etmeyi geçtim, o tabii romantik kalır, yapamam bunu. Bu benim hikayem değil, bundan biraz geri durmam gerekir. Çünkü burada toplumsal bir şey çalışıyorum ama tabii ki ister istemez elim değiyor. Maddeye zuhur ediyorsun. Demek ki orada benim de bir gelişimim işin içine girmiş.

Fikirleriniz sizinle ne kadar dolaşıyor? Bir şey ortaya çıkmadan uzun zihinsel süreçlerden geçmesi sanat ve üretim açısından nerede durmalı? Eser üretme gayretinde olanlar bazen ümitsizliğe düşüyor, ürün ortaya koymak istiyor ama henüz doğma aşamasına ulaşmıyor da? Nasıl bir yol bu?

Bu yol değil, zaman kavramından bahsetmek istiyorum. Tanpınar’ın Bergson’un değindiği ve aslında tasavvufta esas olan takvimden kopuk bir zaman var. Bunu bir yol gibi ya da bir çizgi gibi düşünemeyiz. O yüzden bunun bir zamanı var. O zaman birimi arasındakini  x  2x diye ölçemem. Belki görecelilik var, işte “bast-ı zaman tayy-i mekan” kavramları var. O yüzden diyemem ki şu zaman ve şu süreçte benle. Belki hep benleydi. Fürug’un “Tüm varlığım benim karanlık bir ayettir” sözü var ya, öyle, bilemem. Onu bir takvime sıkıştıramam. Ben güneşle kalkarım, güneşle otururum vs. demek istiyorum. Buradaki bence en temel problem bunu bir ……. on ikiye bölüp zamanı sıkıştırmak. Herkesin kendi içerisinde kendi zamanı var. Kendimiz zamanın bir parçasıyız zaten. Bunun içerisinde herkesin bir yolu var. Benim mesela 10 senede çözdüğüm bir şeyi siz 10 dakikada idrak edebilirsiniz ve yolunuza onunla devam edersiniz. Bambaşka bir üretime vesile olur. Belki onunla 10 sene yaşamak benim için bir şeydir ve doğum anında titrek kalmak, o benim yolumdur.

Toplumsal travma tabanlı iki eserinizde bütünden bakınca çok fazla umut var. Size umut veren, ümitsizliğe düştüğünüzde rotanızı dönüştüren şeylerden bahseder misiniz?

Ben galiba umutlu biriyim. Umut verecek çok bir şey olmuyor. Son birkaç yıldır fark ettim, ben bayağı pozitif bir insanım. Çünkü hep çalıştığım şeyler çok yaralı şeylerdi ve ağır konulardı. Araştırma yapmak için akıl hastanelerine şuraya buraya giren çıkan biriyim. Bu kadar şeyin içerisinde dengede kalmak güç olmalıydı normalde. Benim nahif bir yapım var. Olaylara iyi tarafından bakmaya çok ısrarcıyım ve bunu iyiye çekmek istiyorum. Bundan mutlu oluyorum. Göç diye çalıştığımız şeyin içerisinde onlarca röportaj, onlarca dehşet hayat hikayesi var. Sınırda kamplarda mültecilerle çalıştım. O kadınları dinledim, ağıt yakıyor sesini dinliyorum. Göç projesini seslerden çıkardım ben. Sesleri dinliyorum, onları çiziyorum. Bunlar çok yaralayıcı şeyler ama sonra bir bakıyorsun ki umut var. Malzemem bu ve buna bir şey yapmak istiyorum. Zamanla bunun karakterim olduğunu fark ettim.

Şu da var, bence yine bu da büyük plandan bakacak olursak eğer ben bu konuda umudumu kaybedecek ve olaylara demoralize bakacak olsam üretemem. Burada gayet cerrah soğukluğuyla ameliyat eder gibi ilerlemem gerekiyor. Duygulu bir insanımdır ama bunu yönetmek taraftarıyım. Bundan üretim, bir şey yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Yeni bir proje içerisinde olduğunuzu biliyoruz. Hatta bugün belki o işinizi yarım bırakıp geldiniz. Bize bilgi verme ihtimaliniz var mıdır? Nerede göreceğiz sizi?

Projelerimi kelimelerden çıkarıyorum. Yakın zamanda kadınlarla ilgili bir şeyler var. Bu feminist söylem filan değil. Erkekleri de öldürmüş olsalar, onları da yaparım. Ben feminist değilim, fıtrat taraftarıyım tam askine. Ama bütünlük olması gerektiğini düşünüyorum. Burada biraz dengeler şaşmıştı, onunla ilgili bir şey var. Annelerle ilgili bir çalışma var. Suriye ile ilgili, mülteci meselesi ile ilgili devam eden iki projem var. Dante’nin cennet cehennem arafı vardır, İlahi Komedya, bayılırım. Onunla bir üçleme yapıyorum, burada arafı yaptık. Cennet ve cehennem kaldı, iki proje devam ediyor şu anda. “Ev neresidir?” var, “Here”, Avrupa’ya da vereceğimiz bir iş bu. Ama mimarlığın sınırlarını zorlayan bir iş oldu. Bunların hepsini önümüzdeki 6-7 ay içerisinde oturtmuş olacağız. Onun dışında devam eden bir kitap projemiz var, orada taşların yerine oturmasını bekliyorum. Bir mescit var devam ediyor. O beni bayağı bir çarpıyor, vuruyor kırıyor. Çünkü benim de bildiğim şeyleri değiştirdi, onları halletmem zaman alıyor. Projelere de bu kadar anlam yükleyince onun seni dönüştürmesine de izin veriyorsun, kapıyı açıyorsun ister istemez.

Sizi ileri iten güç nedir? Sosyal medyada nezaketiniz çok öne çıkıyor, tam önemli bir şey yazıyorsunuz, pat birisi rujunuzu kolyenizi soruyor. Kadınlar çerçevesinde bireyin işinden önce bunların gelmesine nasıl bakıyorsunuz? Bunun bir çalışması yapılabilir mi? İnsanlar sizi görüyor mu? 

Varlık ağrısı bu. Tabii ki Allah ağrısı. Ben dünyaya ait değilim. Ben bedenime sığamıyorum, sıkışıyorum. Ben ruh insanıyım. Kendimi burada aracı olarak düşünüp bir şeyin farkındaysam bunu ileterek yapıyorum. Buraya ait değilim, beni iten güç bu. Bir gün buradan gideceğim ve arkama dönüp baktığımda, hep düşündüğüm bir şeydir, cenazemde mesela, dünyanın her yerinden insanların olduğunu ve hepsinin hayatına dokunmuş olmayı hayal ediyorum. Arkamda çok güzel şeyler bırakmış, insanları mutlu etmiş, adaletsizlikleri çözmüş ve bunu çok estetik yapmış biri olmayı arzu ediyorum. Şu içtiğim kahveden tutun da buradaki hiçbir şeyle bağım yok. Zaten benim olayım bu. Çocukluğumdan beri böyle. İtici gücüm bu benim. Biraz dünya ile uğraştığım zaman canım sıkılıyor, depresyona falan giriyorum, terapist arıyorum.

Benim çok ilginç bir kitlem var. Önceden blog yazdım, 5 sene filan anonim bir blogum vardı. Binaları ve resimleri anlatıyor, işleri paylaşıyor, yorum yapıyor ve yazı yazıyordum. Anonimken güzel bir kitle oluşmuştu, tamamen entelektüel bir kitleydi. Sonra sosyal medya çıkınca kimse blogu okumamaya başladı. Ben de bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Instagram’a geçtim. Orada bir kültür hesabı olarak yine devam ettim. Yine binaları vs. anlatıyorum. Sonra kendimi paylaşmaya başladığımda kitlem arttı. Kitle artıyor ama bu sefer işin niteliği değişiyor. Ben de başta buna karşı çok tepkili oldum, Sana ne benim rujumdan” vs. Deli kızın çeyizi yani ben de bilmiyorum ki nereden aldığımı. Şurada yüzüme bi iki renk gelsin diye  şuradan bir parça alan bir insanım. Yani öyle tuttuğum bir şey yok hayata karşı. Kırmızı kalemi sürüyorum arada renk olsun diye. Resim yapıyorum sonuçta. Şuralarımda filan alçılar oluyor benim. (Yüzünü gösterir) Buna böyle tepki veriyordum. Sonra fark ettim ki hiç önemli değil. Ben de sonuçta onu kullanıyorum, giyinmeyi seviyorum. Bunun üzerinden insanların olaylara bakış açısını değiştiğini gördüm. Mesela hoş bir kadın olarak görüyor seni ve geliyor. Sonra bakıyor ki metin iyiymiş, bana değdi diyor. Farklı özellikleri de varmış. Git gide senin bu özelliğinden başlıyor ama kadına bakış açısını değiştiriyor. Fiziksel olarak hoş bulduğun bir varlık aslında ruhsal olarak da dolu olabilir. Bunu deneyimliyor. Sen de bunu izliyorsun. O yüzden bu ben de şu anda rahatsızlık yaratmıyor. Önceden yarattı. İlk başta bir çarpışma yaşadık biz bununla, kesinlikle yaşadık. Ama artık yaratmıyor.

“Açıkça bir insan hakkı ihlali varsa oraya tasarım ve sanat çözüm getirmelidir, bir söylem üretmelidir.” Netyazı’da edebiyat ve sanat atölyelerine devam eden ve sanatçı kimliğiyle üreterek öne çıkmak isteyen adaylara neler önerirsiniz? Bu söylemin neresinde durmalılar? Kıymet verdiğiniz rutinler, çalışmalar nedir?

Burada biraz içe dönmeyi önereceğim. Çünkü gün yirmi dört saat ise ben gerçekten çoğu zamanı yalnız geçirmeye gayret ediyorum. Tefekkür çok değerli burada. Bu hayatı okumak ve üretmek için önce kendi özünü tanıman lazım.

“Ben ne malzeme ile dünyaya düştüm, fıtratım nedir, kabiliyetim ne, kendimi ezilmiş hissettiğim; arkada hissettiğim yanlar yönler nedir? Ya da kendimi güçlü hissettiğim noktalar ne? Ben buraya niye geldim? Ağrılarım ne? Sızılarım ne? ” Çok basit bir soru aslında. Bunu öncelikle benim bilmem lazım ya da bu yola girmiş olmam lazım.

Bununla ilgili oturup düşünerek bunu tefekkür edemeyiz ama hayatı deneyimlerken, birisi canınızı yakıyor mesela diyorsun ki bu benim aynam, burada bana Allah ne diyor? Bunu ancak hayatın üzerinden, insani bedene düştük bir kere, ama bunu ancak bedensel frekans üzerinden deneyimleyebiliriz. O yüzden kendi özünü tanıman gerekiyor, yani yüzde ellisi dışarıysa yüzde ellisi içerisi. İç göç dediğimiz mesele bu. Kendi benliklerin arasında sürekli gidip gelmen gerekiyor. “Kalbimi sabit kıl” dediği hususta bir dönmen gerekiyor, bunu öneririm.

Korkmayın, hiçbir şeyden. Mağaraya girmekten korkmayın. Örümcek ağından korkmayın. Yola çıkmaktan korkmayın. Korkmayın. Peygamberin mağarada söylediği şey “Korkma”. İstiklal Marşı da böyle başlıyor. Kendinizden korkmayın. Allah’tan korkmayın, sevin 🙂  Bu yola girin, deneyimleyin. Uykusuz gecelerden korkmayın. Birinin ruhunu deneyimlemekten korkmayın. Birinin gözlerinin içine bakmaktan korkmayın. Korkmayın ve dalın. Her şeyin sahibi var, dalıyorsanız da bir sebebi var. Ben bunu tavsiye ederim. Kendini deneyimlemek. Net. Korkmayın.

Burası Dünya Masası. Bu masada sizi temsil eden o sembolik varlık ne olurdu? Bakınca sizi hatırlamamızı sağlayan şey nedir?

Kuşlar olabilir. Senkronize uçan kuşlar ve onların o murmurationları var ya onun sesleri ben. Net ben ya. Bir yerden çok ciddi bir aidiyet duyguları var çünkü o senkronizasyondan çıkmıyorlar. Ama bir yerden de gelip bir yere gidiyorlar. Ve çok da şiirseller, güzeller. Hoşuma gidiyor. Göç eden kuşlar.

Yaşadığımız dünyada bir şeyi insanlardan koruyup saklamanız gerekti. Siz de onu kat kat ipek mendiller arasında muhafaza ettiniz. Yüzyıl sonra insanlar neyi gördü? Neden?

Hiçbir şey. Düşündüm de yani şu an belki anne rahmi filan o geçiş anı olabilir bir deneyim olarak. Ama hiçbir şey herhalde. Bu da ben, yapacak bir şey yok.

Dünya Masası çalma listesine sizden 2 parça önerisi istesek, hoş sada olarak neyi bırakırsınız?

Bu ara elektronik çok seviyorum. Stravroz’un Finishing’ine bakın. Onun o tık tık metronom giderken sonra birden saksafona girmesi filan mesela dünya da böyle bir şey. Tık tık tık bir ritim geliyor, failatün failatün vardır ya edebiyatta, o da öyledir. Şarkıdaki o hâli bi deneyimlemenizi isterim.

Bir de Arvö Part elbette. Tavsiye ederim. Her şeyi ile dinleyin. Özellikle canlı performanslarını öneririm. Net hepsi.

1 Comment

  1. M.zeynep Bulut hanımı bu harika söyleşiyle tanıdım. Söyleşideki sorular o kadar etkili ve derin ki tam melek hanıma göreymiş dedim ilerledikçe. Bazı soruları kendime sordum, melek hanımın cevaplarını kendimde aradım.. İnsanın anlam arayışı insanı çok kıymetli kılıyor, birde büyük cevapları olan ilahi bir kitabınız varsa, iman etmişseniz. Ben nerdeyim sorunsalı tarihe dönmek, hira da mı, hicret yolunda mı? Ve sorular defteri, beni masada ne temsil eder ve daha birçok soru ve cevap bende de cevap arayacak.. Çok teşekkür ederim, bu keyifli ve nitelikli dolu dolu yazınız için... Güzellikle sağlıkla kalın. Allah'a emanet..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek