“Modern Edebiyat Ramazan fukarasıdır.” der Beşir Ayvazoğlu. Osmanlı’da hayatın olduğu gibi edebiyatın da bir parçası olan Ramazan tanzimattan itibaren usul usul çekilir edebiyatın sahasından. Bu gerilemede ülkenin içinde bulunduğu durumun etkisi inkar edilemez fakat bütün bütün modern edebiyatta Ramazan yoktur dersek de büyük bir hata etmiş oluruz. Ramazan ayının sonuna yaklaştığımız bu günlerde sizler için Ayşegül Uyar, Ramazan konulu şiirleri derledi. Tadımlık bu içerik için keyifli okumalar dileriz…
Beşir Ayvazoğlu kendisine modern edebiyatta Ramazan’a dair izler sorulunca şöyle cevap verir: “Benim aklıma ilk, Yahya Kemal’in herkes iftar sofralarına koşup aynı zevki ve duyguyu paylaşırken tenha bir sokakta “oruçsuz ve neş’esiz” kalışının acısını, daha doğrusu yaralı bilincini anlattığı “Atik Valde’den İnen Sokakta” şiiri gelir.”
Yahya Kemal Beyatlı
Atik Valde’den İnen Sokakta
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, sessizdiler.
Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fukarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”
Arif Nihat Asya
Naat şairi olarak tanınan Arif Nihat için Ramazan İstanbul’un göğe yükselen minareleri demektir. Camiler, İstanbul’un Müslüman ikliminin en büyük tamamlayıcıları olarak şairlerimizi her dem etkilemiştir. Ramazan ayının kendine mahsus terimleri ise bu dörtlükte ahenkle karşımıza çıkmaktadır.
İftâr topu aksedince İhsâniye’den,
Seslendi ezânlarım, Süleymâniye’den,
Altında ve üstünde yanıp bin kandil,
Nûr indi civâra, Nûruosmaniye’den.
Âşık Deryamî Baba
Hece vezninin sekizli kalıbıyla yazdığı Ramazan Ayı adlı şiirinde Deryamî Baba şöyle dile gelir.
Ramazan Ayı
Orucu zannetme zahmet,
Yeter ki sen ona sabret,Melekler üstüne rahmet
Saçar Ramazan ayında
Ayırma Allahım dinden,
Beni senden seni benden,
Âşık kurtulur nefsinden,
Geçer Ramazan ayında.Kaldır at kötü huyunu,
Çünkü o şeytan oyunu,
Deryamî zikir suyunu,
İçer Ramazan ayında.
Necip Fazıl Kısakürek
Bir sohbetlerinde “kainatta fiziki bir şey yoktur her şey ruhidir, acılar da tatlılar da ruhtan kaynaklanır.” diyen üstad Necip Fazıl için oruç ruhlarımız üzerindeki ağırlığı kaldıran bir vinçtir.
Oruç, ağırlığı kaldıran haşmetli vinç,
Hasretlerin sonunda gelen İlahî sevinç…
Mehmet Akif Ersoy
Bayrak şairimiz Mehmet Akif ümmetin sancılarını, kıvranışlarını şiirlerde yansıtmış, adeta bir şiir diliyle yaradana yalvarmıştır. Onun şiirlerinde dile dökülenler biçare mazlum ümmetin haykırışlarıdır adeta.
Ramazan geldi zamanında bu yıl, hamdolsun
O biraz belki azaltır çekilen âlâmı.
Hastalık, zelzele, yangın, karışıklık, kıtlık,
Daha binlerce felâket eziyor İslâm’ı.
“Halk çok azdı da ondan bu belâlar…” deniyor;
Azmayan yok mu, bütün ehli siyâm azgın mı?
Kimse yâ Rab, süfehâ onları ihmâl etme;
Yoksa bir milleti ma’sûmeyi pâmâl etme.
Tevfik Fikret
Tanzimat sonrası edebiyatımızdaki Servet-i Fünun etkisi büyük oranda Tevfik Fikret’in tesiriyle oluşmuştur. Recaizade Mahmut Ekrem’ie yakınlığıyla bilinen Tevfik Fikret edebiyatta yeniliği savunuyordu. Onun şiirlerini belli başlıklarla derleyen Mehmet Kaplan’a göre Ramazan Sadakası isimli bu şiiri Tevfik Fikret’in insani temaları işlediği karamsar dönem şiirlerinden biridir.
Ramazan Sadakası
Soğuk, soğuk… Acı bir levha-i teşekkisi
Yolunda kalb-i hayâtın, gelir enîn-i riyah;
Soğuk, soğuk… Denizin lerzedâr-ı girye sesi
Eder yüreklere târi bir ihtizâz-ı cenâh.
Delik paçavralar altında bir küçük seyyah…
« Efendiler, ne olur, ben fakirim işte… » Sükût;
« Efendiler, acıyın… » Pür-vakaar ü bî-ârâm
Efendiler geçiyor; yavrucak soluk, mebhût
Nazarlarında hazin bir edâ-yı istirhâm,
Çolak eliyle verir her geçen hayâle selâm.
« Efendiler, ramazandır… mübârek akşamdır…»
Zavallı tıfl-ı sefâlet, zavallı ömr-i tebâh!
« Efendiler, acıyın, ben garibim işte… » Hayır,
Akın akın geçen erbâb-ı i’tizâz ü refâh
Eder bu kirli, bu yırtık sadadan istikrâh.
Soğuk, soğuk… Asabî darbelerle bir yağmur
Ufukta parçalanan bir sehâba hiddetle
Gelip likaa-yi zelîl-i hayâtı kamçılıyor.
Soğuk, soğuk… Bu tahammül-gezâ bürûdetle
Çocuk harâb olacak; âh, ey saâdetle
O süslü haclelerin sîne-i muattarına
Koşanlar, işte bir insan ki inliyor nefesi;
Bakın şu sıska, şu çıplak, şu eğri kollarına;
Bu artık işliyemez; hisse-i mesâisi
Sizindir işte, verin, susturun bu hasta sesi!