1948’den Sonra Filistin Romanı Yazmamak Barbarlıktır* / Gülsüm ÇELİK

Theodor W. Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır,” cümlesi meşhurdur. Auschwitz, İkinci Dünya Savaşı sırasında kurulan en büyük toplama kampıdır. Altı milyon insan burada ölmüştür. Gülsüm Çelik yetmiş üç yıldır süren Filistin işgaline işaret ederek cümleyi yeniden kuruyor: “1948’den sonra Filistin Romanı Yazmamak Barbarlıktır.”

Auschwitz’i anarken öldürülen, işkence edilen ve zorla vatanından sürülen Filistinlileri göz ardı etmemek gerekir. 73 yıldır süregelen işgalden sonra, Adorno’nun sözlerini şöyle değiştirmemiz mümkün: “1948’den sonra Filistin şiiri ve romanı yazmamak barbarlıktır.”

Elbette Adorno’nun cümlesi artık şiir yazılamayacağı anlamına gelmiyor. İddialı görünen sözleri, acının bir haz nesnesi haline getirebileceğine dair endişesinden kaynaklı olabilir. O, yaşanılan dehşetin bir sanatçı tarafından tam olarak yansıtılamayacağı düşüncesindedir. Bu bir bakış açısıdır. Sanatta bazı sınırları belirlemek için söylenmiştir, diye yorumlanabilir. Fakat biliyoruz ki Auschwitz’den sonra da şiir yazıldı, Filistin’in işgalinden sonra da. Zulmün ve acının tarihe yine kelimeler ve sanat aracılığıyla kazınması kaçınılmaz bir yoldu. Üstelik bu eylemler aynı zamanda insanların kendini iyileştirme ve yeniden inşa etmesine de aracılık etmişti.

Auscwitz’den sonra şiir yazmak barbarlık olmadığı gibi ortaya konulan eserler bu türle de sınırlı kalmıyor. Küçük bir araştırma ile Auschwitz’den sonra yaklaşık 150 roman, bir o kadar da kurgu dışı kitap yayımlanmış olduğunu öğreniyoruz. Sadece iki bin yılına kadar 136 tane Holokost filmi çekildiğini, 111 belgesel hazırlandığını görüyoruz. Bununla birlikte dünyada 44 ülkede soykırımla ilgili müzelerin açılması yahut anıtların inşa edilmesi de dikkat çekici bilgilerden.

Kendi tecrübeme göz attığımda bugüne kadar en az on ya da on beş tane Holokost temalı film izlediğimi, birkaçının kitabını da okuduğumu fark ediyorum. Bu filmlerin ve kitapların bazıları da ödül almış. Buraya kadar yanlış olan hiçbir şey yok.

Eksik olan bu zamanların içinde kendimize ait karşıt bir ses. Cahit Zarifoğlu’nun “Kim çizebilir senden başka senin yaşamını” dizesinden hareketle bir soru: Kim yazabilir sen başka senin hikayeni?

Bizim yazılmamış hikayelerimizi düşünürken nefesim daralıyor. Kudüs özelinde de okuduğum kurgu kitaplar, izlediğim filmler ekseriyetle yabancılara ait. Araştırma-tarih alanlarındaysa yerli sesleri daha kolay bulabiliyoruz. Gerçeklik sadece sayılı azınlığa hitap ederken kurgudaki boşluğumuz gittikçe büyüyor. Alıcıya mesajını anlamlı bir bütün halinde sunma gücünü tiyatro, sinema ve edebiyat elinde tutuyor. Yazının başına dönecek olursak, şiir yazarak barbarlıktan kurtulsak da kurguda geri kaldığımız her gün barbarlığa kayma tehlikemiz biraz daha artıyor.

Hikayesizlik, barbarlığı bir etiket gibi üzerimize yapıştırıyor. Kendimizi ifade edene kadar bunu dinleyecek kişileri kaybediyoruz. Çünkü gerçeklerin sansürlendiği bir dünyada hikayeyi kim anlatıyorsa ve kimin hikayesi anlatılıyorsa önce ona inanıyoruz. Kimsenin salt gerçekle ilgilenmediğini sayısız kez tecrübe ediyoruz. İçimizdeki şefkat ve empati programı bizi hikayesi olana karşı merhamet duymaya, onu anlamaya ve onun tarafını tutmaya itiyor.

Hikayemizi anlatmakla ve eyleme geçmekle ilgili birtakım endişeleri ve bundan geri durma sebebimiz olabilir. Oysa bir adım öne çıkmak için sadece öne bir adım atmak gerekir. Onun bir zamanlar diğer ayağın yanında sabit duruyor olması ilerlemeye engel değildir. Bugüne kadar bir şiir yazmamış, film çekmemiş, roman yazmamış, şarkı bestelememiş, hikaye anlatmamış veya olanları öğrenmemiş olmamız bunu yarın yapmayacağımız anlamına gelmez. Bugün bir kelime yazarız, yarın yanına ikinci kelimeyi. Sonra cümleler gelir. Bir hayal kurarız, bir kursa gideriz, bir dosta sorarız, birlik oluruz ve yolunu buluruz.

Bizi durduracak tek şey içselleştirdiğimiz bazı eleştiri cümleleri olacaktır. “Bunu yapmak bana mı kaldı?” yerine “Bunu mutlaka ben yapmalıyım,” demek için başka bir taşın atılmasını bekleyemeyiz. İnsanların hikayelerimizi duyması gerekiyor. Dahası bizim kendi hikayelerimizi anlatmaya ihtiyacımız var.

Kabul ediyoruz ki bu konular etrafında yazmaya başladığımızda hemen “Yine mi mağdur edebiyatı?” sözleriyle muhatap oluyoruz. Buradaki en büyük açığımız duygu sömürüsüne kayma ihtimali yüksek olan söylemlerin kolayca yayılması. Oysa edebiyatımızda sağlam bir hikaye üslubu  var. Bu üslup ve imkana sahip şairlerimiz, yazarlarımız ve yönetmenlerimiz alanda çabalarını ortaya koyuyorlar. Ama yükü birkaç kişiye ya da esere bırakmak hata olur. Sanatta ve edebiyatta bu tema bir kere anlatıldı, vebali üzerimizden kalktı, diye bir şey yoktur. 1940’tan bugüne kadar çekilen 179 Holokost filminin kaba bir hesapla yılda iki filme denk geldiğini, 2000’li yıllardan sonra her yıl 5 ila 7 arasında filmin gösterime girdiğini söylemeye gerek var mı?

Yaptığı eyleme saygı duymak, onu küçümsemek gibi iki büyük dirence ihtiyacımız var. Çünkü biz yapamıyoruz, elimizden bir şey gelmiyor, cümlelerinin ardında biraz da kendi potansiyelini küçümseme, sorumluluğu reddetme ve birtakım komplekslerimiz yatıyor olabilir. Yeni dünyanın dili sanattan, teknolojiden ve internetten geçiyorken bu alanları tutan kişiler her gün gerçeklere sansür uyguluyor. Biz bu zorbalığa karşı da ayrıca mücadele etmek zorundayız. Bu sebeple kimsenin başkasının ya da kendi çabasını küçük görmesi işimizi kolaylaştırmaz.

İbrahim (a.s) kıssasındaki su taşıyan karınca hikayesini hepimiz biliyoruz. Sanıyorum şunu kaçırıyoruz. Karınca boyu ile ilgili herhangi bir komplekse sahip değildi, türüyle ya da vücudunun buna uygun olup olmamasıyla da. O sadece yaratılan bir varlık olarak iyi ve kötü, hak ve batıl, masum ve zalim arasında bir seçim yapıyor.

Bu kıssadan genellikle safını belli etmekle ilgili ders çıkartırız. Karınca bize mutlaka saf tutmanın önemini söylüyordur. Ama şunu da atlıyoruz. Bedenini düşündüğümüzde, su taşımanın karınca için bütün mümkünlerin sınırında bir eylem olduğunu kabul etmek gerek. İbrahim’e su taşıyan karınca olmak, elinden geleni değil bundan daha fazlasını, her şartta gerçekleştirmenin adıdır.

Şiir ve roman yazmakla başladığımız bu yazıda şunu da söyleyelim. Filistinlilerin kararlılığından,  mücadelesi ve cesaretinden sonra kendi çabasını küçümsemek barbarlıktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek