Bazen güldüren bazen düşündüren hatta bazen kızdıran tweetleriyle tanıdığımız Yasin Ramazan ile eleştirel düşünme ve felsefe üzerine konuştuk. Sorgulayarak düşünmek neden önemli? “Ön yargı” kavramı bize nasıl yardım eder? sorularının cevaplarını aldık. Hem bu cevaplar hem de röportajın tamamı sizi bekliyor.
Yazar kimdir?
1986 Ankara doğumlu. 2008’de Ankara İlahiyattan mezun oldu. 2010’da ABD’de Indiana Üniversitesi’nde başladığı felsefe doktorasını Doğa, Tanrı ve Yaratma başlıklı tezi ile 2018’de tamamladı. Bir süre aynı üniversitede sonrasında İstanbul Şehir Üniversitesi’nde eleştirel düşünme dersleri verdi. Bilgi teorisi, teoloji, felsefe tarihi ve metafizik üzerine makaleler yazdı. Bilim felsefesi ve din-bilim-felsefe ilişkisine dair seminerler verdi, bildiriler sundu. Halen Marmara Üniversite’nde din felsefesi dersleri vermektedir.
Öncelikle röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Kitabınız hayırlı olsun. Din Felsefesi alanında çalışıyorsunuz. “Neden?” diye sormak istiyorum ilk olarak. Sizi bu bölüme teşvik eden ne oldu?
Ankara İlahiyat’ta lisans okurken felsefenin cazibesine kapılmıştım zaten. Genel olarak, dini kaynakların öne sürdüğü iddiaları içselleştirdiğimi, kabul veya red etmem için bana bireysel dayanak sağladığımı fark etmiştim. Hani bir duygu veya düşünce olur, tam olarak sorun ne bilmezsiniz ama rahatsız eder bir yandan. Bu rahatsızlığı, ilahiyat eğitimi sırasında çokça yaşayabiliyorsunuz çünkü kaynaklarda anlatılanlar yaşadıklarımızla çelişebiliyor çoğu kez. Ben bu çelişkilerin üzerine gitmek istediğimde farklı alanlara yöneldim. Önce hadise, sonra edebiyata ilgim arttı. Sonra sorularımı netleştirmenin, kendi cevabımı vermek için çok çok önemli olduğunu fark ettim. Bu da beni, felsefi yaklaşıma götürdü.
Felsefe, düşünceye giden yolda bir araç mıdır, yoksa düşüncenin kendisi midir? Genellikle çok düşünen, çok sorgulayan insanlara “filozof musun?” deriz. Bazen çocuklar için bile bu yakıştırmayı yaptığımız olur. Sadece filozoflar mı düşünür?
Felsefeye bir araç demek zor, çünkü felsefe aslında kaçınılmaz olarak yaptığımız bir şey. Günlük bir olayın nedenlerini, sonuçlarını, anlamını düşünmeye başladığımızda aslında felsefe de yapmaya başlıyoruz. Ancak bu, belirli bir disiplinle düşünme alışkanlığınız yoksa sonuçsuz kalabiliyor veya yanlış sonuçlara vardırabiliyor bizi. Bu demektir ki aslında sorgulama doğal bir yeteneğimiz. Çocuklardan belli değil mi? Bizi delirtene kadar neden diye sorduklarında mesela, yaptıkları tek şey olan biteni sorgulamak. Bu alışkanlık, büyükler tarafından toplum tarafından yavaş yavaş köreltilir. Bir süre sonra kendimiz tarafından da maalesef. Soru sormayı, huzursuzluk çıkarmakla, beğenmemekle ya da anlamamakla ilişkilendirebiliriz. Oysa bu, bizim doğamızda var. Yani sadece filozoflar düşünmez, ama bunu sistematik hale getirdikleri için düşünceleri daha geniş bir perspektife ve daha derin bir bakışa sahip olur genelde.

Bu sizin ilk kitabınız. Neden ilk olarak böyle bir kitap yazma ihtiyacı duydunuz akademik camiaya hitap eden bir çalışma yerine? Sizin de önsözde belirttiğiniz gibi ve gördüğüm kadarıyla akademik dilden kaçınmaya çalışmışsınız.
Akademik çalışmalarım da oldu bundan önce. Henüz bir kitap olarak ortaya çıkmasa da makalelerim ve bir kitap hacmine sahip doktora tezim var. Ancak kitap olarak bunu öncelememin sebebi, yaygın olarak az önce söylediğim düşünme tarzından gittikçe uzaklaşılıyor olması ve bu uzaklaşmanın da düşünsel krizleri tetiklemesidir. Yani şunu demek istiyorum; düşünme serüveni evrensel ve aslında çokça metafizik bir olay. Bunu akademik bilgi kalıplarından ibaret görmemiz, hayatın her yönünü kısırlaştırıyor. Akademi dahil! Bizim hayata, insana, gerçekten değerli olana, gerçeğe dair sorularımızı, aslında belli kalıplara girmeden de sorabilmemiz ve cevaplarının izini sürebilmemiz lazım. Bunun için akademisyen olmaya gerek yok, ama akademisyen olmak için buna gerek var. (bu da kitapta anlattığım yeterlilik ve zorunluluk konularının anlaşılmasıyla ilgili bir konudur.) Akademik çalışmalardan önce bununla ilgilenmek istedim ki bu düşünme faaliyetinin kafamda nereye oturduğundan emin olayım. Yani sistematik soru sormayı ve uygun cevapların peşini sürmeyi kast ediyorum. Bunu yapabilecek kitapları inceledim ve birkaç çeviri dışında Türkçe’de kaynağın yetersiz olduğunu gördüm. Çevirilerin de, bazı dilsel ve kültürel kayba sebep olduklarını fark ettiğim için, sade bir dille bildiklerimi aktarmak istedim. Böylece söylediklerim kısıtlı bir çevreye değil, daha genel bir kitlenin ihtiyacına hitap ediyor.
Kitabınızın üçüncü bölümünde, önyargılı olmanın temel olarak iyi olduğunu söylüyorsunuz. Öğrenmeye giden yolda önyargı bize yardımcı. Fakat baktığımızda önyargıya karşı bir önyargı var sanki?
Çok güzel bir soru. Önyargıya karşı önyargı da var ve bu da iyi bir şey. Önyargı, düşünme kaslarımızın çalıştığını gösterir. Temel olarak, hakkında yargınız olmayan hiçbir şeyi bilemezsiniz. Ama önyargı, olumlu veya olumsuz, bize bir nesne veya olay hakkında bilgi edinmeye nereden başlayacağımızı gösteren bir pusuladır. Yani şunu diyebiliriz, bir konuda önyargı yoksa büyük ihtimalle hazır cevapları sahiplenmişsinizdir. Bu da düşünme kaslarının kanseri gibi bir şey. Zaten düşünüldüyse birileri tarafından, ben bir daha neden zahmet edeyim der ve o konuda bütün düşünme sürecinizi öldürürsünüz. O yüzden ben sıklıkla, kendi önyargılarımı keşfetmeyi denerim. Bunları neden edindiğimi, eğer tutmaya devam edeceksem neden edeceğimi, etmeyeceksem neden etmeyeceğimi saptamaya çalışırım. Önyargıya karşı önyargı, dayanaksız olduğu için bırakılması gerekir yani.

Herhangi bir konudaki inancın bilgiye dönüşmesi için desteklenmesi gerekiyor. Desteklenmemiş inanca önyargı denildiğini ifade ediyorsunuz. İçinde yaşadığımız toplumun genel durumuna baktığımızda inançlarımızı destekleyen faktörler neler size göre?
Medya. Bu modern dönemin en yaygın doğrulama aracıdır. Medya kelimesi bile bunu söyler aslında: Bilgi ile bilen bağlantısının aracısı. (Latince medium’dan türemiş) İnançlarımız, desteğini kalabalıktan aldıkları sürece, kalabalığın tecrübesini tekrar ederler. Bu tecrübe de bulanıktır, çünkü kalabalık tecrübe etmez aslında. Tek tek insanlar olarak biz ederiz. Kalabalığa yansıyan tecrübeler, kısıtlı, çoğu zaman çarpıtılmış ve zaman zaman gerçeğin tam tersidir. Bunun alternatifi ise, inançlarımızın gerekçelerini kendimizin aramasıdır. Her türlü medya, bize bir gündem dayatarak bu gerekçelendirme çabasını önlemek üzere kurgulanmıştır. Buna tv, gazeteler, dergiler, kitaplar, sosyal medya, sokak ilanları vs hepsi dahil. Kendi gerekçelerinden emin olana kadar bunları gözardı edebilmek, önyargıyla değil bilgiyle hareket etmek için şart. Peki bu desteklemeyi nasıl yapacağız? Düşünmenin Alfabesi’ni buna cevap vermek için yazdım. Düşünmenin kendi doğasında buna cevap var.
Kitabınızın “Safsatalar” başlıklı bölümünde ilgimi çeken bir cümle oldu:” İnsanlar dünyanın her yerinde öldürülürken sen benim bunlara kulağımı kapayıp felsefe çalışmam gerektiğini söylüyorsun” Örneklemelerdeki cümleleri özellikle seçtiğinizi düşünüyorum. Bu örneğinizdeki durum malumunuz olduğu üzere her zaman değişmeyen gerçek ne yazık ki.” Dünyanın her yerinde insanlar öldürülürken” felsefeci ne yapar? Bu olaylara yaklaşımı birey ve kul olarak nasıldır ve nasıl olması gerektiğini düşünür?
Evet, örnekleri yaygın düşünme hatalarını göz önünde bulundurarak seçtim. Bu örnek, korkuluk safsatası dediğimiz bir hata içindi. Felsefe, sorunları çözmez. Sorunların nedenlerini çözümler. Bu açıdan baktığımızda, felsefe yaparak dünyayı kurtarabiliriz ama felsefeyle değil. Eyleme geçtiğimizde hangi eylemin yararı zararından fazladır bunu düşünebilmek için felsefe yapmamız gerek. Dünyanın her yerinde insanlar öldürülürken felsefe yaparak bunu durduramayız. Aslında hiçbir bilgi faaliyeti bunu durduramaz. Biz bir kötülüğü önlemeyi düşünüyorsak ve bir iyilik yapmak istiyorsak, buna iyiliği ve kötülüğü nasıl elde ederiz bunu sorarak başlamamız gerekir. Bu sorular da kolay sorular değil. Kişinin kendi gündeminin olmasını gerektiriyor. O yüzden, dünyada birilerinin felsefe çalışması, bir başkasının göçmen kuşların fotoğrafını çekmesi, diğerinin çocuk parkını süpürmesi gerekir. Bunları mesele edinmesi ve kendi inançlarını yaşaması gerekir. Bir felsefeci bunun için önce inançlarını sorgulamayı ve mesela her insanın yaşam hakkına gerçekten inanıp inanmadığını düşünür. Bir kul olarak da, bu düşündüğünü eyleme geçirmenin yollarını arar. Yani düşünmek iyi güzel ama ne yapacağız? Bence Allah’a inanan biri, inançlarını eyleme dökmekten sakınıyorsa veya korkuyorsa, inancının gerekçelerini gözden geçirmeli çünkü böyle kudretli bir Yaratıcı’ya olan inancın, hiçbir gerekçeyle dünyaya karşı umursamazlık doğurmaması gerekir. Eyleme geçmekten çekinen biri, arkasında bu sınırsız gücü hissetmiyor, bu güce yeterince inanmıyor demektir.
Kitabınızı “sevgi uğruna” diye bitirmişsiniz. Doğrusu bana göre beklenmedik ve çarpıcı bir son oldu. Bundan muradınız okuyucuyu şaşırtmak ya da gülümsetmek mi sadece yoksa gerçekten bu alanı çok sevdiğiniz için mi böyle yaptınız? Bu cümlede rasyonellik aramalı mıyız?
Kitabın sevgi uğruna bitmesinde şaşırtıcı ve gülümseten bir yan var ama şaşırtmak veya gülümsetmek için yazmadım. Bu cümle, kitabın içinde anlatmaya çalıştığım rasyonel yaklaşımı kullanarak yazdığım son bölümde geçiyor. Aslında rasyonel olmanın bir anlamda amacı, bizim bilgeliği sevmemizdir. Gerçeği sahteden, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırmak için neden uğraşırız? Çünkü bilgeliği, yani aklı ve kalbi uyumlu çalıştırmayı varoluşsal olarak severiz. Gerçekliğe aşığızdır aslında. Bu sevgi uğruna rasyonelliğin ne olduğunu ne olmadığını ve eleştirel düşünmeyi öğrenmemiz lazım.

Kitabınızın sonunda felsefeye yönelik eleştirel düşünme kitaplarının listesini vermişsiniz. Bu alanda son dönemde çocuklar için de çalışmalar yapılmaya başladı. Eleştirel düşünme konusunda küçük yaştan itibaren ne yapılabilir? Yapılmalı mıdır?
Eleştirel düşünmeyi en iyi çocuklar yaparlar diyemeyeceğim. Böyle desem çok hoş olurdu ama doğru olmazdı. Çocukların hayal güçleri, onların hayata tutunma ve duygularıyla yaşama imkanı için inanılmaz önemli. Ama hayal gücü, bir yetişkin için inanılmaz problemlere sebep olabilir. Hayal kurmak gibi bir şeyden bahsetmiyorum. Gerçekleri inkâr etmekten bahsediyorum. Bizim, gerçeğe ulaşmak için eleştirel düşünmeye ihtiyacımız var ama çocukların gerçekliğinin çoğu duygusal. Tabi bu, onların hiç düşünmediği anlamına gelmiyor ama düşünürken onun kavramları anlamasını ve ifadeleri analiz etmesini beklemek yersiz. Bunları yapabilirler belki bir düzeye kadar. Ama çocukları esas yönlendirmemiz gereken şey, onların kendi gerçekliğini kurmak için gereken karakterin sağlamlığı. Bunun için de özbenlik eğitimi, özsaygı, nezaket, kendi değerlerini bulma gibi temel eğitimler daha önceliklidir diye düşünüyorum.
1 Comment