Yaşanmamış Günlerin Telafisi Olur Mu? / Zeynep Alper Dündar

Acil servislerin belkide tek iyi yanı ne yapacaklarını bilemez halde bekleyen kaygılı,telaşlı ve çaresiz hasta yakınlarını bir süreliğine de olsa rahatlatıp bütün kontrolü kendi ellerine almalarıydı.

Bir köşeye çekilip acildeki görevlilerin babamı sedyeye yatırmasını,koluna damar yolu açmalarını,tansiyonunu ölçüp yüzüne oksijen maskesi geçirmelerini izlerken ürkek bakışlarla etrafıma bakıyor,ne yapmam gerektiğini bilemiyor hâl böyle olunca tedirginliğim bir kat daha artıyordu. Belki de beni asıl huzursuz eden şey diğer hasta yakınlarıyla aramdaki o kapanmayacak farktı. Ben diğerlerinin aksine kendi hastamla ilgili tek kelime bilgi verecek durumda değildim. Çünkü onu gerçek anlamıyla tanıyalı yirmi dört saat bile olmamıştı.*

Babam içeriye, yoğun bakım odasına girdikten yarım saat sonra, doktoru bilgi vermek için yanıma geldi. Babamın kalp spazmı geçirdiğini, kalbinin artık çok yorulduğunu, herhangi bir kriz geçirmesi durumunda hayatını kaybedebileceğini söyledi. “Ne yapmamız gerekiyor?” diye telaşla sordum. Doktor, “Şu anda durumu iyi. Yalnız hastaneden çıkınca iyi bakılacak, beslenmesine ilaçlarına dikkat edilecek. Bundan sonra üzüntü, sıkıntı, stres yaşamamalı.” dedi.

Geceyi yoğun bakımın önündeki koridorda üçlü sandalyeye kıvrılmaya çalışarak veya dik oturup kafamı duvara dayayıp birkaç dakika uyuma isteğiyle kıvranarak geçirdim. Tam uykuya dalacağım sırada başım omzuma düşüyor veya koridordan geçen bir hemşirenin terlik gıcırtılarını duyup sıçrıyordum.

Sabah beş buçuk gibi bu debelenmeyi bıraktım. Gidip kantinden bir çay alıp dışarıya çıktım. Serin hava beni kendime getirdi. Güneş yeni doğuyordu. Gökyüzünün sabahları boyandığı pembeli turunculu maviliği görmeyeli uzun zaman olmuştu. Serçeler çimenlerin üzerinde ötüşerek yemleniyordu. İki kadın ağacın altındaki bankta oturmuş bekliyordu. Yüzlerindeki uykusuz, solgun ve düşünceli ifade dikkatimi çekti. Bir süre onları izledikten sonra ciğerlerime bolca temiz hava çekip geri döndüm.

İki doktor ve bir hemşire babamın kontrollerini yaptılar. Hemşire yanıma gelip babamı odaya alacaklarını, yakında taburcu olabileceğini söyledi. Babamı odaya aldılar, ben de yanına girdim. Biraz mahcup yüzüme baktı. “Sana da yük oldum, işinden gücünden ettim” dedi.

“Yok, ne yükü, olur mu hiç?” dedim. Sırtına yastık koydum, gülümsedim. Gözümün önünden çocukluğum, gençliğim, babasız günlerim geçti.

Almanya’ya çalışmaya gittiği günlerde üç yaşlarındaymışım. Gittikten birkaç ay sonra trafik kazasında öldüğü haberi gelmiş. Meğer o kazada ölmemiş, hafızasını kaybetmiş. On beş yıl boyunca kim olduğunu bilmeden, perişan bir hayat sürmüş. Nasıl olduysa bir gün işe giderken iki arabanın kaza yaptığını görünce beyninde bir karıncalanma olmuş. O günden sonra yavaş yavaş her şeyi hatırlamış. Sonra bizi buldu işte. Şaşkınlık, sevinç hüzün…

Bunca yıl bizi birbirimizden ayıran kader, şimdi tekrar bizi bir araya getirdi. Babama baktım.Yaşamaya devam ettiği müddetçe şansımız var mı? diye düşündüm.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek