Acil servislerin belkide tek iyi yanı ne yapacaklarını bilemez halde bekleyen kaygılı,telaşlı ve çaresiz hasta yakınlarını bir süreliğine de olsa rahatlatıp bütün kontrolü kendi ellerine almalarıydı.
Bir köşeye çekilip acildeki görevlilerin babamı sedyeye yatırmasını,koluna damar yolu açmalarını,tansiyonunu ölçüp yüzüne oksijen maskesi geçirmelerini izlerken ürkek bakışlarla etrafıma bakıyor,ne yapmam gerektiğini bilemiyor hâl böyle olunca tedirginliğim bir kat daha artıyordu. Belki de beni asıl huzursuz eden şey diğer hasta yakınlarıyla aramdaki o kapanmayacak farktı. Ben diğerlerinin aksine kendi hastamla ilgili tek kelime bilgi verecek durumda değildim. Çünkü onu gerçek anlamıyla tanıyalı yirmi dört saat bile olmamıştı.*
O günün her saniyesi kafamın içine bir yumruk gibi iniyordu. Babama karşı hissettiklerim her adımımda çıplak ayaklarıma daha da çok dolanan iğneli ipler gibi canımı acıtıyor, hareket kabiliyetimi kısıtlıyordu. Bir ses ile irkildim:
-Sakinleştirici de gerekiyor.
Hasta yatağının yanından perdeyi sıyırarak uzaklaşan hemşirin sesiydi bu. İğneyi dikkatlice sakinleştirici ilaçla doldurduktan sonra, damar yolundan babamın vücuduna zerk etti. Geçmiş olsun diyerek uzaklaşırken, babamla göz göze geldik. İkimiz de bu çakışmadan rahatsız olmuştuk ama ben konuşmadan yapamadım:
– Neden sakladın baba?
-Öyle gerekti.
-Vicdan azabı duymadın mı?
-Çok hem de.
Konuşmanın burasında boğazımı bir el sıktı. Bir insan vicdan azabı çektiğini itiraf edecek halde ise artık neyin hesabını sorabilirdim, neyin izini sürebilirdim ki? Yıllardır kendine bile itiraf edemediklerini artık cümle aleme duyuracak kadar yanıyorsa canı, kendi içinde kurduğu mahkemede başı önünde cezasını bekliyorsa böylesi cerahatli yaranın kabuğunu soymaya gerek var mıydı? Şoka maruziyetimin ilk dakikalarındaki nefret ve tiksinme yerini kenarlarından kırpılmış garip bir acıma hissine bırakmıştı. Tam anlamıyla ne hissettiğimden emin olmam mümkün değildi yine de.
Ben bu düşüncelere dalmışken onun nefesleri hızlandı hıçkırarak ağlamaya başladı. Acilden çıkıp onun sakinleşmesini bekleyecektim. Hastanenin bahçesine çıkıp temiz havadan çektim içime. 24 saatten daha az bir sürede yaşadıklarımı, öğrendiklerimi gözden geçirmeye başladım. Her zamanki gibi iş çıkışı markete uğramış , erzak almıştım. Elimde poşetlerle merdivenleri bitkin adımlarla çıkmıştım. Zile basmama rağmen babam henüz kapıyı açmamıştı. Kapının dış tarafında beklerken babamın yıpranmış terliklerini antredeki Isparta halısı üzerinde sürüyerek kapıya yaklaştığını hayal ediyordum. Yeterince beklediğimi düşünüp anahtarla açtım kapıyı. Kapıyı açmamla yüzüme bir soğuk hava akımı gibi çarpan o feryatlarla yüzleşmem bir oldu. Babam ellerini dizlerine vurarak ağlıyordu. Önünde yeşil kadife kaplı, eski bir defter vardı. Defterin sayfaları gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Odaya birinin girdiğini anlamayacak kadar kendini kaybetmişti. Habire dizlerine vurarak bağıra çağıra ağlıyordu. Söyledikleri arasından seçebildiğim tek kelime Neslihan’dı. Neslihan annemdi. Kardeşim ve ben ilkokuldayken talihsiz bir kaza sonucu kaybetmiştik onu.
Mutfağa koşup sürahiden kristal bardağa su doldurdum. Acele adımlarla suyun yarısını etrafa saçarak bardağı babama uzattım. Beni duymuyordu. Kulaklarında görünmez bir tıkaç, gözlerinde ise perde vardı adeta. Susturmaya, sakinleştirmeye çalışmak için çabaladım. Ne tek kelime edip derdini anlatabiliyordu ne de hıçkırıklarına bir son verebiliyordu. Ne olduğunu anlamak için yere düşen deftere uzandım. Babamın çığlıkları arasında defterin satırlarında gezindim. Defterin ilk sayfasında 35 yıl öncesinin tarihi vardı. Babamın el yazısı olduğunu anlamam çok sürmedi. İlk sayfalar annemle babamın evliliğinin ilk yıllarını, bizim dünyaya gelişlerimizi anlatıyordu. Tatlı anılarla süslenen bu sayfaları okumanın vakit kaybı olacağını akıl ettim ve ıslanmış sayfalara baktım. Aman Allahım! Bu sayfalar akla hayale sığmayacak ithamlardan mürekkepti. İlk ilmeği şüphe ve varsayımlarla atılmış nefret motifleriyle doluydu. Hem de anneme duyulan derin bir nefret…Babam annemin onu biriyle aldattığını, iç sesinin ona gerçeği gösterdiğini yazmıştı. Çevirdiğim her sayfada annemle ilgili her ayrıntıda bu varsayımlarının kendince inkar edilemez ip uçlarını yakaladığından gururla bahsediyordu.
İlerleyen sayfalarda artık iç sesinin verdiği komutlara dayanamadığını yazmıştı. Ve sonlara doğru piknik için gittiğimiz ıssız bir alanda annemle tartışırken onun yüksek bir kayadan düşerek ölümüne neden olduğunu yazmıştı. Bu son cümle ile bütün varlığımın çalkalandığını hissettim. Tekrar tekrar okudum. Bir kabusun son demlerinde olmak için dua ediyordum. İlerleyen sayfalarda ise beni affet, çok pişmanım gibi ifadeler vardı. Babam nasıl olur da bizim annesiz bir yaşam sürmemizin müsebbibi olurdu? Nasıl olur da beynini kemiren hastalıklı düşünceleri yüzünden bizi eşi bulunmaz bir sevgiden mahrum bırakırdı. Haksızlıktı bu. Yanımdaki bu adam babam mıydı? Bir anda babamın yıllardır süregelen şüpheci yaklaşımları geldi gözümün önüne. Herkesle ilgili son derece olumsuz ,suçlayıcı, yargılayıcı konuşabiliyordu. Çeşitli senaryolar uydurarak insanları suçlu ilan edebiliyordu. Onun bakımına yardım etmesi için tuttuğum yardımcılara bu durumdan bıkıp birkaç gün içinde işi bırakmaktan başka bir çare kalmıyordu. Bu durum içinden çıkılmaz bir hal alınca bir psikolog ile görüşmüştük. Doktor paranoyak kişilik bozukluğu tanısı ve bir reçete ile uğurlamıştı bizi odasından. Babam ise kabul etmemekte ısrarcı idi. Bu nedenle tedaviye başlayamamıştık.
Bunca yıldır bu iki meseleyi birlikte düşünmenin kıyısından bile geçmemiştim. Aptallığıma hayıflanıyordum. Ve kadere bakın ki elimde poşetlerle sıradan bir akşama doğru yürüdüğüm bu çizgi beni geri dönüşü olmayan karanlık bir çukura düşürmüştü artık. Yanımdakinin uğultulu ağlamaları kesilmiş, benim ise elim polisi aramak üzere telefonuma gitmişti. Bir iki düt sesinden sonar telefonu kapatmıştım. Demek her şey bu defterdeydi .Babamın günah kitabesi, geçmişinin tam ortasına dikilmiş bir ağlama duvarı idi onun için. Bazı günler feci şekilde kızaran gözlerine şimdi anlam verebiliyordum. Gözlerimi kapayıp açtığım o kısa lahzada yeni kavgalar doluşuyor yüreğime. Merhaba eski babam ile yeni babamın kavgası.
- Bu metnin giriş paragrafı hikaye tamamlama yarışmamız için Aşıklar Bayramı, Kemal Varol’dan alıntılanmıştır.