Makyaj efektleri günümüzde neredeyse tüm filmlerin vazgeçilmezi haline geldiyse de 1900’lerin başlarında yapımların bu efektler için zaman ve bütçe ayarlaması çok nadir görülen bir durumdu. Gelişen teknoloji ve görsel sanatlara artan ilgi yapımların kalitesini ve kazancını arttırmış böylece gerçekçi makyaj efektlerine ihtiyaç da artmıştır. 1920’lerde Lon Chaney Notre Dame’ın Kamburu, Operadaki Hayalet gibi filmlerle sektörde makyaja öncülük etmeye başladı.


Filmlerde makyaj efektlerinin kullanımı 1930’lu yıllarda canavar filmlerinin popülaritesinin artmasıyla rağbet görmeye başladı. O zamanların makyaj alanında bir diğer önde gelen ismi Jack Pierce, Frankenstein ve The Mummy gibi filmlerde makyaj sanatının temellerini oturttu. Pierce, Frankenstein’ın kamerada hayalet gibi gözüken yeşil makyajı için pamuk, sakız ve ispirto kullanmıştır.
Yıllar geçtikçe filmlerde makyaj efektleri sadece aktörleri canavara çevirmek için değil aynı zamanda yaşlandırmak, gençleştirmek hatta bambaşka kişilere dönüştürmek için kullanılmaya başlandı.
Peki nasıl bu kadar başarılı efekt makyajları yapılıyor? Makyaj artistleri bunun için ‘Lifecasting’ adında bir yöntem kullanıyor. Özünden Aljinat adlı kalıp tozu olan Goop adı verilen yapışkan özel bir madde sayesinde oyuncunun birebir bir kopyasını çıkarıyorlar. Oyuncu uzun süren kalıp çıkarma aşamasında sadece burnundan nefes alabildiği için makyaj artistlerinin oldukça dikkatli davranmaları gerekiyor sonrasında bu kopya üstünde aktörün kullanacağı makyajı tasarlıyorlar.


Richard Bremmer’ın makyaj ile Harry Potter filmindeki Voldemort karakterine dönüşümü.



Naomi Grossman’in American Horror Story dizisindeki değişimi

R. Williams’ın Mrs.Doubtfire filmi için değişimi.




