“Bağdat’ı iki gözünüz kapalı bulabilir” misiniz? Eğer bir şehir Mekke ve Medine değilse ve hiç görmediysek neden gözü kapalı bulabilecek kadar severiz? Vildan Kınalı İslam şehirleri üzerine düşündürücü bir yazı kaleme almış. Keyifli okumalar dileriz…
Bu kadim şehirlerin ruhlarıyla bizim ruhlarımız kal-ü beladan tanışık gibidirler. En çok patlama ve çatışma haberleriyle gündeme gelen Bağdat, Şam, Beyrut haberlerini izlerken, kayıp mücevherini televizyonda başka birinin üzerinde görmüş biri gibi oluruz. “O aslında benim” diye çırpınırız ama kimse duymaz.
Şehirlerin ruhuyla insanların ruhları arasına yöneticiler giremez. Zalim diktatörler, iki yüzlü liderler rüyalarımıza erişemez. Onlara rağmen süregiden telepatik iletişimimiz kıyamete kadar sürer gider.
Şair Ahmet Murat’a, Bağdat’ın Yapılışı şiirini yazdıran ruh, bu kolektif ruhtur.
“Arapçadan yapıldı. Dairevi. Tutkuyla hareli.
Dicle şah damar gibi vuruyordu.
Bir nehir bir şehirle, bir evrenle nikahlanıyordu, herkes mutlu.”
Bu nikahtan beri Bağdat’ı boşamadık evrenimizle. Dışarıda bir kıyamettir gidiyor. Biz kendi halimizde yaşıyoruz. Beyrut ve Şam ailemizden… Cetvelle çizilmiş sınırlar akrabalık bağlarını yok edemiyor.
“Köpüklü dizeler karıldı billur develerle akrep kaynatıldı
Karbon geceler, çöl rüzgarları
Cüneyd’in savaş meydanları tütsülenecekti daha
Daha Ebu Hanife’nin sancağı örülecekti
Bağdat yapılıyordu.”
Toprakta değil gönüllerde yaşayan şehirler, Cüneyd-i Bağdadi’nin, İmam Azam Ebu Hanife’nin kıydığı nikahlarla evlendiler evrenimizle. “Beni vatan toprağına gömün” diyen Sultan Vahdettin’in kabri Şam’da iken kim der ki Şam’lı değiliz? Hz. Ömer’in, Sultan Selahaddin’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın ayak izleri gönül gözüyle görünen abideler gibi duruyor orada.
“Şam’da şimdiki zaman devam eder
Dünümüzdeki güneşten emin adımlarla
Yürürüz yarınlarımıza…
Biz ve ölümsüzlük, sakinleriyiz bu beldenin.” diyen Mahmut Derviş şahididirhissettiklerimizin.
Beyrut’u havaya uçurmaya çalışan el, cetveli tutanla aynı. Geometrik çizimler, yüzyıllık planlar, tamahkar ruhlar iyileri yok edemedi.
“Hayır, Filistinliler Lübnanlıları yemek istemiyorlar
Hayır, Lübnanlılar, Filistinlileri yemek istemiyorlar.
Hayır, Müslümanlar Hıristiyanları yemek istemiyorlar.
Hayır, Hıristiyanlar Müslümanları yemek istemiyorlar.
Bu sözlerin hepsi saçma.
Ama milyonlarca başı, kolu, ayağı olan bir vahşet, dördünü birden yemek istiyor.” / Nizar Kabbani
Dördünü, beşini, Beyrut’u, Şam’ı, Bağdat’ı…Parçalara ayırdı yiyebilmek için. Bizim sadece hüznümüz var onların karşısında. Hüznümüz en büyük silahımız bizim.
“Var mı vaktin hüznüm için?” diye soran Nizar Kabbani’yi kim duyuyor, kim Beyrut için hüzünleniyorsa en güçlümüz o bizim…