Ait oldukları toplumun kolektif bilincini temsil eder bir yerde masallar. Kültürlerin mitolojik geçmişini, değerlerini, geleneklerini hayali kahramanlar üzerinden ele alırlar; ya da masal sahibinin söylemek istediğini. İyiliğin ödüllendirilmesi, kötülüğün cezalandırılması, felaketlerin ve zorlukların mucizevi kurtuluşlara evrilmesi ve sonunda herkesin -kötüler hariç, onlar layığını bulmuştur- mutlu olması temel ortak özellikleridir. Çocukları uyutmak, avutmak için okunmak, anlatılmak da bir diğer ortak özellik olsa gerek.
Yeryüzündeki ikameti insan kadar, insanlık kadar eski olan masallara tesadüf etmeyen çocuk yoktur sanırım. “Bir varmış bir yokmuş, çok uzak diyarlarda, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bulutların üstündeki ülkelerden birinde,” şeklinde eğlenceli, ritmik sözlerle başlayan; prenses, cin, dev benzeri varlıklarla bezeli masalların insanın anavatanına (“İnsanın anavatanı çocukluğudur.” Der Epictetus; büyüdüğünde yaşadığı iyi ya da kötü her şeyi, çocukluğunda yapı taşlarını oluşturduğu değerler üzerinden anlamlandırmasına atfen.) nasıl etki ettiği günümüzde pedagojik doktrinlerce masaya yatırılmakta. Bu incelemeye takılanların başında Hans Christian Andersen ve masalları geliyor. Çocukluğunda iyi bir masal anlatıcısı olan annesinden dinlediklerinin yazarlık yolunda izleği olduğunu söyler Andersen. Bazı masallarında insanlara güzel ahlakın önemi, iyiliğin er geç kazanacağı ile ilgili bir mesaj verme düsturunu benimsese de, çoğu yazdığı karamsar, dramatik motiflerle doludur. Ne ki kendi hayatından izler de yok değildir bu sert dilde. Dünyada çok fazla kötülük vardır ve çocukları kötülüklerden tamamen soyutlamak doğru değildir, ama mutlu sonlardan da mahrum etmek hepten haksızlık olur yazara göre. Kahramanlarına biçtiği roller ve giydirdiği hayatlarda sözünü ettiği kötülükleri mebzul miktarda görürüz. Kibritçi Kızdan Karlar Kraliçesine tüm masallarında özellikle kadın kahramanlarda bir zorlanmışlık, çilekeşlik hali vardır. Buna örnek bir kahraman da bizdeki adıyla Parmak Kız, orijinal adı Thumbelina olan masaldır.
Masalda çocuk özlemiyle yanıp tutuşan iyi kalpli bir kadın, yaşlı bir periden/büyücüden yardım ister. (Bazı versiyonlarında aynı çocuk isteyen kadın kırda gezerken bir gonca çiçek görür, sevgiyle koklar, çiçek yapraklarını açınca, arasında bir küçük parmak kız olduğunu görür.) Büyücünün kendisine verdiği sihirli tohum büyür ve mis gibi kokan bir çiçeğe dönüşür. Çiçeğin taç yaprakları açıldığında güzel mi güzel ancak hepi topu bir parmak boyunda bir kız çıkar ortaya. Kadın da bu sebeple kıza Parmak Kız (Thumbelina) adını verir. Yeni kızına ceviz kabuğundan beşik, menekşe yaprağından döşek, gül yaprağından yorgan yapar. Öyle özenir, öyle sever boyuna bakmadan. Kendi gibi sesi de güzeldir ve Parmak kızın şarkıları evi neşeyle doldurmaktadır. Ne var ki büyülü anlar çok sürmez, bu güzel sesi duyan çirkin kurbağa beşiğin başına gelince gördüğü olağanüstü kızı oğluna eş yapmak için beşiği ile beraber kaçırır. Kurbağanın oğlu da çirkindir, evleri derenin bataklık kısmındadır üstelik. Anne kurbağa da evlerinin bir köşesinde gelin odasını hazırlamaktadır. (kurbağanın evi nerede olacaktıysa…) Kaçmasın diye beşiği ile beraber bir nilüfer yaprağına hapsederler onu. Nilüfer yaprağının üstünde naçar ağlayan çocuk seslerini duyan deredeki kırmızı balıklar dayanamazlar ve nilüfer yaprağının sapını dişleye dişyele koparırlar. Serbest kalan yaprak akıntıya kapılarak uzaklara sürüklenir.
Felaketler silsilesi burada bitmez tabii, ardından çirkin mayıs böceği kaçırır kızı, amaç yine aynıdır; kız güzeldir ve bu güzellikle evlenmek mayıs böceğinin hakkıdır. Allah’tan kibirli arkadaşları kızı beğenmez de, böcek yaşadığı toplumun onaylamadığı bu çirkinliği serbest bırakır. Bir kez daha kıl payı kurtulur istemediği kişi ile evlenmekten. Kış gelip de ortalıkta idare edemez olunca bir tarla faresinin yanına sığınır. Ona acıyan tarla faresi yemek ve yatacak yer verir kıza etrafı temizlemek ve avutacak hikâyeler anlatmak şartıyla. Farenin komşusu köstebek ziyarete gelir ve bu güzel sesli kıza aşık olur. Kız farenin ısrarı ile köstebek beye de şarkılar söyler, hizmet eder. Rahatça gidip gelinsin diye İki evin arasına bir tünel açar ve onları bu tüneli gezmek üzere davet eder köstebek bey. Tünelin bir kenarında açık olan delikten düşmüş hareketsiz yatan kırlangıcı görürler. Çirkin ve bencil köstebek umursamaz, yetmez düştüğü deliği de kapatır. İyi kalpli mahkum bilahare kuşun yanına gelir, şefkatle öper, yardım eder hayata döndürür. Güneş sevmez köstebeğin kapattığı deliği açarlar üstelik ve uçup gider kuş. Benimle gel demez olur mu ama bizimki ahde vefasızlık edemeyeceğinden -belki de cesaretsizliğinden- gitmez. Ve artık gına getiren güzellik-evlilik formasyonu vuku bulur. Köstebek evlenmek ister parmak kadar kızla. Evliliklerini destekleyen fareye karşı çıkamaz çocuk. Bir yandan makus hayatına ağıtlar yakıp bir yandan çeyizini tamam eder. Ancak o meşum gün gelince dayanamaz ve itiraz bildirir kendi dışında gelişen bu karara. O güne kadar hiç bilmediği bir yüzü ile karşılaşır farenin. “Ya evlilik ya dişlerimin acı tadı,” der fare. Hiç olmazsa son kez güneşi görmek üzere kapının önüne çıkma izni koparır; neyse ki. Yine neyse ki oradan geçmekte olan biricik kırlangıcı kurtarıcılığına mazhar olur. Kendi yuvasında yabancı bir dişinin varlığının hoş karşılanmayacağı düşüncesiyle onu bir çiçeğin üstüne bırakmak ister kuş. Çiçeğin üstünde boyutları kahramanımızla aynı olan, başında tacı ile bir prens beklemektedir. Kızı gören prensin duygusundan bahsetmeye gerek yoktur sanırım. Kendi tacını kızın başına takarak o güne kadar lütfedilip kendisine sorulmayan soruyu en romantik şekilde sorar ve kırmızı kalpten gözlerle alır cevabını, kırlangıcın hüzünle uzak diyarlara uçması pahasına. Pek doğal olarak kırlangıç da aşık olmuştur ama diğer zorbalar gibi cebirle evlenmeye kalkmaz, aşkını kalbine gömer, gider Andersen’in penceresine konar ve bu masalı anlatır.
Ne ki o da kaleme alsın, dilden dile dolansın bu alt metinleri buram buram zorbalık içeren sert anlatıyı.
Hele de sosyal medya gibi bir çağ yangını her yanımızı sarmış, insanlara dış görünüşünü, hayatını allayıp pullayıp varlığını bir “layka” indirgetmişken bu kadar yoğun fiziki güzellik vurgusu okunduğu anda dikkatini çekiyor insanın masalda. (Tersten bakıldığında da her güçlünün kötü, çirkin ve bencil olması ısrarı da sevimsiz.) Parmak kızın kendi de sesi de güzeldir. Tercih edilmenin ilk hatta tek şartıdır bu. Çirkinlere ve çirkin şeylere (ya da farklı şeylere) pek de varlık şansı tanımayan bakış açısına göre erkeklerin -fikrini almaksızın, hatta yaşı göz önünde bulundurulmaksızın- pekâla hakkıdır bu kızla evlenmek. Diğer kadınlar da (anne kurbağa, fare) zavallı kıza yardım etmek şöyle dursun egemenlerin tahakkümünde onların amaçlarına hizmet ederler.
Parmak Kızın yaşadıkları karşısındaki tutumu hepten tahammülfersadır. Pasif, cılız bir direniş dahi göremeyiz kendisine yapılan zalimliklere karşı. Hep dışarıdan gelir kurtarıcısı. Nihayet karşılıklı birbirlerini sevdikleri düşünülen kırlangıçla görece mutlu sona ulaşılacağı sanılırken, gidip çiçeklerin prensini seçmesi de -güzel bir prenses olmak, göçebe bir kırlangıç karısı olmaktan evladır- cabası.
Masalda karşılıksız iyilik, güzellik namına sözü edilecek iki unsur var. İlki sihirden gelen bebek olsa da yavrusunu yapraklara sarmalayan nahif anne ve sevgisini de alıp giden kırlangıcın hüznü. Tekrar tekrar okunsa da ele gelmez bir nebze iyilik huzmesi.
Anlamlı bir mesaj ileten sonlarının olması beklenir masalların. Hayal katmanlarında rüyadaymışçasına sınırsızca dolaşmayı sağlaması bir de. Tüm bu parametrelere bakıldığında hayal gücünün sınırlarını zorlamaya ettiği hizmete diyecek yok Parmak Kızın ancak gerek yaşananlar gerekse sonu itibariyle hiç de iyi bir mesaj içermediği muhakkak.
Yüz elli yıl önce yazılmış, pek çok dile çevrilmiş, dünyanın en çok okunanları arasındaki bu klasik masala böyle bakmak standart masal algısını ters yüz etse de buradan yola çıkarak -gerek klasik gerek güncel- yanlış akorlarla donanmış, kültürümüzle ve değerlerimizle örtüşmeyen masalların yerine -bizden olsun olmasın- kişisel ve toplumsal normlara aydınlıkla ve doğru alt mesajlarla hizmet eden anlatıları yerleştirmek, sevdirmek mümkün olur belki.
Ya da belki de abartılıyordur, öküz altında buzağı arayan komplo teorisyenlerine ellerindeki malzeme az gelmiş gözlerini canım masallara, çizgi filmlere dikmişlerdir. Ve dahi bizi de kendilerine benzetmişlerdir. Kim bilir…