Güzel günlerde insanın aklına güzellikler geliyor. İstanbul’da öyle şiir de. Kimimiz iftar sofrasında kimimiz iftarı beklerken İstanbul’a yazılan şiirleri okumak ister misiniz?
Sizler için Özdemir Asaf, Necip Fazıl Kısakürek, Nurullah Genç, Attilla İlhan, Yahya Kemal Bayatlı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Sabahattin Ali, Orhan Veli Kanık, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun şiirlerini derledik.
Keyifli okumalar…
Olmak İsterdim/ Özdemir Asaf
Şu anda İstanbul’da olmak isterdim.
Mihrabat Korusu’nun dar yollarında seninle
Yan yana, yana yana yürümek…
Bir de martıların kanatlarından seyretmek İstanbul’u.
Bir de sen olacaktın yanımda adamım.
Bakarken Çamlıca’dan mehtaba,
Dinleyecektik en güzel aşk şarkılarını.
Ve ben senin gözlerinde kaybolurken,
Seni seviyorum diye haykıracaktım Marmara’ya
Şimdi yanımdasın belki ama
Ne Mihrabat Korusu’nun dar yollarında,
Seninle yan yana, yana yana
Yürüyebildik…
Ne de bakabildik Çamlıca’dan mehtaba
Ne de dinleyebildik en güzel aşk şarkılarını
Sadece kaybolabildim gözlerinde ama
Seni seviyorum diye haykıramadım Marmara’ya…
Nurullah Genç / İstanbul ve Sen
İstanbul bana hep seni hatırlatıyor.
Çünkü onun gözleri de en az senin ki karar yeşil.
Hala, gülümseyen bir lale gibi
Bana sürgününü gönderiyorsun
Dört yanı çevrili bir kale gibi
Ne sır umut, ne de sır veriyorsun
Gemiler gidiyor, sen gidiyorsun
Sulara yansıyor yeşil gözlerin
Hüzün dalga dalga, ıssız ve derin
Beni İstanbul’a terkediyorsun
Sensiz ne şehrayin, ne deniz kalır
Gidersin, harabe olur İstanbul
Martılar göç eder; sular alçalır
Kendini çöllerde bulur İstanbul
Güneşi rengarenk şavkınla gökte
Saçlarını tarar iken bulurum
Beyazı, gecenin çizgilerinde
Ellerini arar iken bulurum
Sensiz çözülür mü gül ve muamma
Yüreğimden hala habersiz misin
Adını göklere yazarım amma
Mehtabı kaybolur düşlerimin”
Neydi O Bir Zamanlar/ Attila İlhan
İstanbul ve sen neydi o bir zamanlar
Sanki gençliğime doğru yaşlanıyordum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
Hangi yanıma dönsem seni bulurdum
İçimdeki lambanın kırıldığı anlar
İstanbul ve sen sırılsıklam yaşananlar
Yanardöner bir ayna yeniden ruhum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
Gözlerinin sisinde sevdalı bir yolcuyum
Hayal meyal gemiler dumanlı ilkbahar
İstanbul ve sen ikinizden kalanlar
Tekrar tekrar ısrarla yaşayıp durduğum
Çengelköy’de yaz unutulmaz erguvanlar
Rüya mıdır gerçek mi kendi kendime sorduğum
İstanbul ve sen neydi o bir zamanlar
Bir Başka Tepeden/ Yahya Kemal Beyatlı
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
İstanbul Dedim De Seni Hatırladım/ Ümit Yaşar Oğuzcan
İşte İstanbul
Yorgun şehir
İşte canından bezmiş boğaz vapurları
Kederli tramvaylar
Ve Galata Köprüsü’nden
Telaşlı insanlar geçmektedir
Bir gizli sevinç mahzun gözbebeklerimde
Eriyen bir sükun kaldırımlarda adım adım
İşte İstanbul
İstanbul dedim de seni hatırladım.
Balıkçı tepsilerinde gümüş balıkları
Tekir, barbunya, canım uskumru, levrek
İşte İstanbul
Kulaklarımda bir derin uğultu
Hiç bitmeyecek
Karşıda Kızkulesi
Gözleri yaşlı bir kadın gibi
Ve minareler çaresizliğimizi haykırmakta Allah’a
Caddelerinde başım dönüyordu
Gecelerinde ağladım
İstanbul büyük şehir
O mahzun şehir
İstanbul dedim de seni hatırladım.
Boğaz içinden bir vapur geçer
Benim aklımdan senin gözlerin geçiyordu
-Bebek, dediler indim
Nereye baksam denizdi
Mavi mavi bir hüzündü ayaklarımın altında
İşte İstanbul
Haliç,
Çiçek Pasajı,
Beyoğlu…
Beyoğlu’nun daracık sokaklarında seni aradım.
İçim ürpertilerle dolu, amansız korkularla
İstanbul dedim de seni hatırladım.
Köprüde Sabah/ Sabahattin Ali
Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler
Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,
Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır…
Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle
Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle:
Sabah, ıstırap çeken kalplerin akşamıdır…
Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,
İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;
Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda…
Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,
Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları
Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda…
Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler
Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,
Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay…
Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…
Canım İstanbul/ Necip Fazıl Kısakürek
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet…
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul…
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ‘ Katibim’i…
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…
İstanbul’u Dinliyorum / Orhan Veli Kanık
İstanbul’u Dinliyorum
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor derken
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde.
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan.
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.
Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorum
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
İstanbul Destanı /Bedri Rahmi Eyüboğlu
İstanbul deyince aklıma martı gelir.
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık, yarısı kuş.
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir,
Bir varmış, bir yokmuş.
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu`da, toprak damlı bir evde,
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
Direklerinde güller tomurcuklanır.
Anadoluda, toprak damlı bir evde çocukluğum,
Gülcemel`le gider İstanbul`a,
Gülcemal`le gelir.
İstanbul deyince aklıma,
Bir sepet kınalı yapıncak gelir.
Şehzadebaşı`nda akşamüstü,
Sepetin üstünde üç tane mum.
Bir kız yanaşır, insafsızca dişi,
Boyuna, posuna kurban olduğum.
Kalın dudaklarında yapıncağın balı,
Tepeden tırnağa arzu dolu.
Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı,
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı.
Şehzadebaşı`nda akşamüstü,
Yine zevrak-i derunum,
Kırılıp kenara düştü.
İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir.
Dokuzuncu senfoniyle kol kola,
Cezayir marşı gelir.
Dört başı mamur bir gelin odası;
Haraç mezat satılmakta.
Bir gelinle güvey eksik yatakta.
Köşede sedef kakmalı tombul bit ut,
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta.
Sonra ellerinde şamdanlar, nargileler,
Paslı Acem kılıçları.
Amerikan kovboyları,
Eller yukarı…
Ne kadar da beyaz elbiseleri,
Amerikan deniz erleri.
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi.
Sütden duru, buluttan beyaz.
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin?
Yakışmaz.
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler.
Kan rengi, barut rengi, duman rengi.
Kin tutar, kir tutmaz.
İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir.
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz`da
Kimi Fenerbahçe`de yan gelir.
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir.
Orkinos dediğin balıkların şahı
Orkinoz mavzerle gözünden vurulur.
Denizin içinde ağaçlar devrilir.
Kan çanağına döner Dalyan`ın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk Orkinos.
Reisin sevinten dili dolanır.
Bir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyos`u havada yutar.
Bir başkasını beklemez gider.
Balıkcı gülümser tatlı tatlı
Adı Marika dır bu martı`nın der,
Her zaman böyle gelir, böyle gider.
İstanbul deyince aklıma Adalar gelir.
Dünya`nın en kötü Fransızcası orda harcanır.
Çalımından geçilmez altmışlık Madamların
Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların.
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların.
İstanbul deyince aklıma kuleler gelir.
Ne zaman birinin resmini yapsam, öteki kıskanır.
Ama şu Kızkulesi`nin aklı olsa
Galata kulesine varır.
Bir sürü çocukları olur.
İstanbul deyince aklıma,
Tophane`de küçücük bir sokak gelir.
Her Allah`ın günü kahvelerine
Anadolu`dan bir sürü fakir fukara gelir.
Kimi dilenecek dilenmesine, utanır,
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli, paslı bir tebessüm,
Çöpçü olmuştur bugüne bugün.
Kiminin sırtında perişan bir küfe,
Kiminin sırtında nakışlı semer.
Şehrin cümbüşüne katılır gider.
Kalın yağlı bir kolona koşulur,
Piyano taşırlar omuz omuza.
Kendinden ağır yükün altında adamlar,
Balmumu gibi erir dururlar.
Sonra kan ter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hammallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin?
Nazdan nazik, çiniden bilezik eller.
Derken;
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik üstat Sinir Zulmettin.
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner;
Gamı şadiyi felek,
Böyle gelir böyle gider.
İstanbul deyince aklıma,
Stadyum gelir.
Güne, güneşe karşı yirmi beş bin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal marşı.
Bulutlar atılır top top, pare pare
Yirmi beş bin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız,
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm.
İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir.
Kanımın karıştığını duyarım, ılık ılık.
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına.
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar.
Göğsümü gere gere.
Ver Lefter`e yaz deftere
Stadyum gelir.
İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda,
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin,
Heybetini düşünürüm.
Birbirine eklenir kafamda,
Binler, yüzbinler, milyonlar.
Sonra bir mısra havalanır ürkek,
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar.
İstanbul deyince aklıma,
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam.
Şimdi Orhan Veli gelir.
Deminden beri dilimin ucundasın Orhan Veli.
Deminden beri senin tadın senin tuzun.
Senin şiirin senin yüzün.
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur.
Gelir sessizce konar, bu şiirin bir yerine
Neresine mi? arayan bulur.
Erbabı bilir.
Deli eder insanı bu şehir deli,
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli.
İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul’u dolaşırlar el ele baş başa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivri adada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata’dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar
İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakirin fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin
İstanbul deyince aklıma
Said’in son yılları gelir
Hey Allah’ım en güzel çağında Said’e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boş verir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said’in şiiri
İstanbul deyince aklıma
Sabiye’m gelir
Sabiye’m boynundan büyük bir demetle
Sarıyer’den gelir Pendik’ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
Sabiye’m oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan çingenedir
Tepeden tırnağa güneştir
Topraktır
Anadır
Analar içinde bir tanedir
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır
Canını mendil gibi takar dişine
Yürekten bir şeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem maşa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın fâlin
Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
“Görürüm üryamda bir sarı yılan
Cenabet uğraşır durur benimlen
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer”
İstanbul deyince aklıma
Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor
On dokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi
Gülsüm’ün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsüm’lerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsüm’cük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun
İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun’dan Sürmene’den Sinop’tan
Yaz demez kış demez mutlaka gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirinin pası gelir dilime
Nabzımda duyarım motorunun hızını
Canımın içine sokasım gelir
İri kalçaları pullu denizkızını
İstanbul deyince aklıma
Takalar gelir
Alçakgönüllü kalender
Ya Peleng-i deryadır adları ya Şimşir-i Zafer
İstanbul deyince aklıma
Koca Sinan gelir
On parmağı on ulu çınar gibi
Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardı sıra
İsli paslı yetim
Ey benim dev memesinde cüceler emziren
Acayip memleketim