Figen Yaman Coşar İle Röportaj/ Vildan Kınalı

1975 Çankırı doğumlu Figen Yaman Coşar, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Tv Sinema bölümü mezunu. Uzun yıllar televizyon kanalları için senaristlik, yönetmenlik ve program yapımcılığı yapan Figen Hanım yazdığı çocuk kitaplarıyla son dönemlerde adından çokça söz ettiren isimlerden biri.

Vildan Kınalı, senaristlik ve yazarlık, çocuk ve yetişkin yayınları, yazma ritüelleri ve Evrendeki Son Hazine isimli kitabı hakkında merak edilenleri Figen Yaman Coşar’a sordu.

Evrendeki Son Hazine kitabınızla başlamak istiyorum, açıkçası sizinle röportaj yapma arzusu oradan doğdu diyebilirim. Kitap aslında Efendimiz’i (sav) anlatan bir kitap fakat siz ilginç bir kurguyla, Kıbrıs Barış Harekatıyla ilgili bir anektodla başlıyorsunuz. Bu nereden aklınıza geldi? Neden böyle bir seçim yaptınız?

Kitabın başında da bahsettiğim üzere, Evrendeki Son Hazine, kalpleri uçan balonlar bağlayarak tamir eden Şefkatli Usta’nın verdiği bir ödevdi bana. Boyumdan büyük, kocaman bir ödev; Efendimiz Aleyhisselam’ı çocuklara anlatan bir kitap yazmak… Kendi varlık aynamda O’nun ahlakını yansıtışımdaki eksiklikten başlayarak pek çok madde vardı yazma konusunda cesaretimi kıran. En Güzel’i anlatacak güzellikte mükemmel bir kalemim yoktu. Eseri güzelleştirmek için kullanılabilecek anlatım imkanlarının çoğu, söz konusu Alemlerin Sultanı’nın hayatı olduğunda tehlikeli geliyordu üstelik. Düz bir anlatımı tercih edeceksem bile şimdiye kadar yazılmış siyerlerden farklı bir üslup kullanmam lazımdı ki bu işin en zor kısmıydı. “Eski söz, yeni anlamı anlatmakta yetersizdir” buyurur ya Hazreti Mevlana. İşte günümüz çocuklarının zihnine o yeni anlamı nasıl ulaştırabileceğimi bilemeyişin kıvranışlarıyla aylar geçti. Medine’de Şefkatli Ustam “Kitap nasıl gidiyor?” diye sorduğunda henüz başlayamadığımı söyledim. O da gidip Efendimiz Aleyhisselam’dan yardım istememi öğütledi. Mescidi Nebevi hemen oracıktaydı… Dönüş yolunda ise bana bir hikaye emanet etti. “Bunu yaz!” dedi. İşte o hikaye, kitabın ana çatısını kurmuş, karakterlerimi belirlemiş, üslubumu oluşturmuş oldu. Kıbrıs Barış Harekatı’nın seyrini değiştiren, Beşparmak Dağları’na tırmanan ve çıkış yolu olmadığı gibi iniş yolu da bulamayıp orada kalan tankın hikayesi. Benim güzel Ustam’ın başrolde olduğu gerçek bir hikaye. Aslolan istikamettir diyerek, böyle şeyleri uluorta anlatmayı tercih etmediği halde içinde büyük bir keramet barındıran bu olayı çocuklara yazmam için uçakta bana anlatışına şaşırmıştım. Meğer bu alemden ayrılmadan önce bir teselli hediyesi vermiş bana. Kendisi de Efendimiz Aleyhisselam’ın torunu olan ve hayatını O’na bir ayna yapan Hafız Yaşar Babacığım, verdiği ödevin açamadığım kilidine de böylece anahtar oldu. Meğer, o dönem Kıbrıs’ta bu olaya şahit olan çok asker tarafından bilinirmiş. Sonrasında memleketlerine dönüp anlatanlar olmuş. Hiç tanımadığım kimselerden, “Bizim orada bu olay eskiden beri anlatılır” diyenlerle tanışmak nasip oldu.  

Genelde yazarlara çok sorulan bir sorudur; Evrendeki Son Hazine’de Şükran karakteri var ve kendisi gazeteci. Sizin de gazetecilikten geldiğinizi biliyoruz, acaba sizden esintiler var mı bu karakterde? Okurken öyle bir hisse kapıldım doğrusu.

Gazetecilik yapmadım ancak 94 senesinde ulusal televizyon kanallarında çalışmaya başladım. Genel olarak çocuk, zaman zaman da kültür sanat programlarında yönetmenlik, editörlük, metin yazarlığı yaptım. Şükran ise haberci. Habercilik gençlikte merak duyduğum bir alan olmakla birlikte hiç tecrübe etmediğim bir alan.

Masalistanbul kitabınızda da gerçek, tanıdık bir karakter görüyoruz: Gülcan Tezcan ? Biraz bundan bahsetmeniz mümkün müdür?

Üniversite için İstanbul’a gelişimin üçüncü günü kayboldum. Küçük bir şehir olan Çankırı’da büyümüştüm ve burs başvurusu için Hırkayı Şerif’teki öğrenci evinden Vezneciler’deki bir vakfa yol iz bilmeden tarif üzere yürümüştüm. Ben vakfa ulaştığımda bir görevli kapıyı kilitliyordu ve kapıyı geri açıp başvurumu alamayacağını zamanın az önce dolduğunu söyledi. Ciddi manada yorulmuş ve üzülmüştüm. O anki şaşkınlıkla nasıl yaptım bilemiyorum ama eve dönüş yolunu şaşırıp kayboldum. Nerelerden geçtim, nasıl oraya ulaştım anlayamadım ancak kendimi bir süre sonra Çemberlitaş’ta Birlik Vakfı’nın önünde buldum. İçeride bir kermes vardı ve kermes görevlisi güvenip yol sorabileceğim birine benziyordu. Girdim ve sanırım ağlamaya başladım. Elimden tutup beni evime götüren o görevli Gülcan Tezcan idi. 93 yılının Ekim ayında tuttuğu elimi o günden beri hiç bırakmadı. Her kayboluşumda beni evime ulaştıran canım dostum, gerçek bir İstanbul kahramanıdır aslında. Onunla beraber hayatıma giren Esranur Olgaç canım da öyle. Her ikisi de var kitapta. Ancak Gülcan gazeteci kimliği ile gerçek bir karakter olarak yer aldığı için soyadını da kullandım. Kitaplarımda sevdiklerimin isimlerini karakterlerime vermeyi çok seviyorum.

Masalistanbul demişken, ikinci kitapta da birincideki gibi son derece heyecanlı ve maceraya yedirilmiş oldukça zengin bir içerik var. Mülteciler,İstanbul ve daha pek çok konu.. Ben sizden bir Kudüs kitabı bekliyordum ki; geçenlerde Masalistanbul III’te Rachel Corrie’nin yer aldığını söylediniz. Üçüncü kitap Kudüs ağırlıklı mı olacak diye geçirdim içimden. Masalistanbul sevenleri için biraz ip uçları alabilir miyiz?

İstanbul, Mekke, Medine, Kudüs ve Şam kardeş şehirlerdir. Kardeşlerin benzer görünümleri vardır, ortak ruhları… Ortaokul ve lise yıllarımızda kalbimize Kudüs rotası çizen kıymetli hocalarımdan rahmetli Şefik Aşıkoğlu böyle söylerdi. Bizim kuşağımızın dava şuuruna delil istense bu Kudüs’e karşı iştiyakı olurdu sanırım. Pandemi başlamadan hemen önce, Gülcan ve Esranur ile birlikte Kudüs’e birlikte gitme hayalimizi gerçekleştirmek nasip oldu. İnsanlık tarihinin ilk anından itibaren dünyanın bütün hikayelerine ev sahipliği yapmış, hemen her büyük peygamberin ayak izlerinin bulunduğu, Süleyman Aleyhisselam gibi masal ve efsane kahramanlarına taş çıkaran muazzam bir karakterin ev sahibi Kudüs’ü İstanbul’un hikayesine bağlayan yollar bulmak çok zor olmadı. Zaten ilk kitapta da Hazreti Süleyman ile Sarayburnu arasındaki bağı anlatan bir efsane yer alıyor. Bu kitapta biraz daha fazlası var. Ana mekanlardan biri Kılıç Ali Paşa Camii. Kılıç Ali Paşa Camii Ayasofya’nın Mimar Sinan tarafından daha kemale erdirilmiş bir planla, suyun üzerine inşa edilmiş hali. Kahramanlarımız bu defa Merza’nın karanlık planlarını burada suya düşürmeye çabalıyor. Bu yolculukta onlara rehberlik eden karakterlerden biri de İlber Ortaylı. Geçtiğimiz günlerde Kılıç Ali Paşa Camii’nin mevcut düzenleme sonrası görünümüne tepki gösteren bir mesaj paylaştı ünlü tarihçi sosyal medya hesaplarından. Kitap eğer bu mesajın öncesinde yayınlanmış olsaydı çok ilginç olacaktı.

Sosyal medya, yazarlığı nasıl etkiliyor size göre? Görünür olmak yazarlar açısından olmazsa olmaz hale mi geldi? Bu teknolojik gelişmeler karşısında kitabın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Sosyal medya da başka etkenler gibi bizim izin verdiğimiz ölçüde işimizi gücümüzü hayatımızı etkiliyor aslında. Bir ara televizyon için söylenen bir söz vardı. Kumandanın kapama tuşunun varlığı hatırlatılıyordu. Medya mı bizi kullanıyor biz mi onu, bunu belirleyen bizim irademiz. Görünür olmanın bazı yayınevleri tarafından olmazsa olmaz kabul edildiğini ben de duydum. Kitabınızı basmak için öncelikle takipçi sayınıza baktıklarını söylüyorlar. Neyse ki onlardan biri ile çalışmıyorum. Sosyal medya yalnızca yayıncılığı değil kudretli iktidarları dahi etkileyen bir ortam. Trump bile bu fırtınadan kahkülü düzgün çıkmayı başaramadığına göre, yayıncılığın bundan etkilenmemesi mümkün değil. Neticede ayakta kalabilmesi için işin ticari yanını da hesaba katması gereken işletmeler, ne kadar idealist olsalar da sosyal medyanın bu gücüne kayıtsız kalamıyor. Yazarlara gelince, görünür olma tercihi daha ziyade kişinin kendi tercihi diye düşünüyorum. Ne kadar görünmek istediğimizle, neyimizle görünmek istediğimizle yakından ilişkili. Kitabın geleceğine gelince, kitap kitaptır ve öyle kalacaktır diye düşünüyorum açıkçası. Başka pek çok farklı ortamlarda digital kitaplar vs. üretilse de kadim geleneğin devam edeceğine ve gerçek kitapseverlerin kağıda dokunmaktan vazgeçmeyeceğine inanıyorum.

Oğlunuz olduktan sonra evden çalıştığınızı söylemiştiniz. Bu durum yazı yazmanızı nasıl etkiliyor? Günlük bir yazma rutininiz var mı?

Bir meslek olarak yazmaya böyle başladım denebilir aslında. Daha önce de yazıyordum. Kendimi bildim bileli bir şeyler karalarım. Televizyonda bir şekilde elim hep metne gitti. Bazı dönemler reklam ajanslarında metin yazarlığı yaptığım da oldu. Ancak bunlar asıl işim olan yönetmenliğin yanı sıra yahut geçici dönemlerde idi. Oğlum doğunca çocuk programları yönetmenliğini bıraktım. O dönem Kanal D’deki müdürüm D Smart kültür sanat kanalları editörlüğü teklifinde bulundu, ben de kabul ettim. Aynı zamanda Trt’de bazı çocuk programlarına da senaryolar yazıyordum. Ekrandaki bu işleri gören şimdiki yayıncım Melike Günyüz bana ulaşıp, kitap yazmam için teklifte bulundu. Hemen kabul edemedim. Çünkü televizyona yaptığımız işler daha hızlı tüketilen, zamanı dolunca kaybolan, yerine yenisi üretilince eskiyen şeylerdi. Ancak kitap öyle değildi. Yüzlerce yıl önce yazılmış eserler bugün hala kütüphanelerde duruyor. Bazılarını yayıncılar tekrar tekrar basarak okuyuculara ulaştırıyor. Kitap ciddi bir iş. Korkarak başladım. Hala da korkarak yazıyorum. Günlük rutinlerim, uyabildiğim kurallarım, yazarlığa göre şekillenen bir hayatım yok. En başta anne olan Figen’in fırsat bulduğu zamanlarda ilham da gelmişse yazma serüveni diyebiliriz benimkine. Evden çalışmanın ne demek olduğunu pandemi hemen herkese öğretti işte, anlamışsınızdır ne demek istediğimi.

Ülkemizde çocuk kitabı yazanlar üzerinde bir baskı olduğunuzu görüyoruz. Bu baskı ebeveyn tutumlarıyla alakalı. Anne babalar bazen haddinden fazla titiz davranıp, çocuk kitaplarını fazlaca irdeleyebiliyorlar. Bu durum motivasyonunuzu etkiliyor mu?

Kendi adıma bu anlamda bir baskı hissettiğimi söyleyemem. Çocuk için üretilen bir içeriğin sınırları aslında diğer alanlara göre daha net, daha belirgin. Sorumluluğu da bir o kadar ağır. Bu sorumluluk duygusu ve altından kalkamama korkusu ile ben üç sene kadar hayır dedim yayıncıma. Kitap yazmaya ikna olmam hayli uzun sürdü. Yazarken “Kitabını oku!” hitabına muhatap olduğumda, mahcup olmayacağım şeyler yazmak duasıyla oturuyorum bilgisayarın başına. Bu konudaki sorumluluğum her şeyden önce Allah’a karşı. Dilerim onun yarattığı tazecik zihinlere olumsuz bir tesir bırakmaktan uzak cümleler kurmak nasip olur.

Bir röportajda yetişkinler için yazmanın çok zor olduğunu söylemişsiniz. Aslında tam tersi söylenir genelde. Tolstoy gibi dünyaca ünlü yazarların başarısız girişimleri olmuş bu alanda. Sizin için daha kolay olmasını neye bağlayabiliriz?

Televizyonda da en baştan itibaren ana alanımın çocuk olmasının bunda etkisi olabilir. Bu da bilinçli bir tercihti aslında. Kanal D’ye iş görüşmesine bir arkadaşımın hatırı için gitmiştim mesela. Hangi program birimiyle görüşeceğimden haberim yoktu ve görüşür dönerim diye düşünüyordum. Karşımda Çocuk Kulübü ekibinin yöneticilerini görünce çok sevindim. Müdürüm ilk kez “yalnızca çocuk programlarında çalışmayı düşünen” biriyle karşılaştığını söyledi ve aslında ihtiyacı olan bir asistan iken, benim için bir yönetmenlik pozisyonu ayarladı. Çocuklarla, çocuklar için bir şeyler yapmayı çok seviyorum. Sevdiği şey insana kolay gelirmiş. Belki bundan sebeptir. Belki de biz yetişkinlerin yargılarından korktuğum ve acımasız dünyalarında kendime bir yer bulamayışımdan çocukların dünyasına sığınmışımdır.

Figen Yaman Coşar’ın  tasavvuf alanında eserler okuduğunu biliyoruz? Bunun dışında var mı beslendiği kaynaklar?

Bizi yalnızca kitaplar beslemez ki. Oku hitabı geldiğinde zahirde elle tutulur bir kitap yoktu. Hayatımızdaki insanlar, yaşadığımız olaylar, imtihanlar, içinde bulunduğumuz koşullar, kalbimizin yükleri, ülkenin, coğrafyanın, dünyanın mevcut hali, hepsi ama hepsi beslenme kaynaklarımız. Neyle besleniyorsak aynaya yansıyan görüntümüz de o oluyor işte.

Kitaplarınızın çoğunda kurgunun içinde bir kuş türüne rastlıyoruz. Paylaşımlarınızda da aynı şekilde kuşlar ve diğer hayvanlar ağırlıkta. İlham kaynağınız diyebilir miyiz?

Cenabı Hakk bile insanı yalnızca insanla yaratıp bırakmamış. Bu yolculukta bize eşlik eden hayvanlar, bitkiler, madenlerle alemi tezyin etmiş. Kutsal kitaplarında bunlardan örnekler vermiş. Onun sevgili kulları da hakikati anlatma yolunda sıklıkla hayvanları, özellikle de kuşları kullanmış. İlham bazen bir kuşun kanadında gelir. Uçurmadan kaçırmadan yazabilene aşk olsun. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek