Edebiyatımızın ironiyi, öykülerinde en güzel kullanan yazarlarından biri: Sevgi Soysal.
Hayatın can yakan pek çok meselesini öznel gerçeklik kılıfından çıkarıp, onlara nükteyi, şiirselliği, ironiyi giydiriyor.
Elif Çelik bu yazısında bizi Sevgi Soysal’ın edebi ve kişisel hayatına doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Sevgi Soysal, karakterlerine “batmak hakkını da, çıkmak hakkını da” veren bir yazardır. Güçlü, zayıf, yalnız, dost canlısı, kayıp, mutlu, üzgün… her insan onda kendinden bir parça bulur. Çünkü Soysal’ın eserleri deneyimlerden, hayatın parçalanmaz akışından beslenir. Kısa süren hayatında (1936-1976) tanık olduğu ve bizzat tecrübe ettiği savaşlar, sürgünler, evlilikler, hastalıklar Soysal’ın eserlerinin hitap edebileceği kitleyi genişletmiştir. Her okuyan onda sevdiği bir tadı keşfeder. Sevgi Soysal ve eserleri yalnızca karamsar yahut sadece neşeli değildir. O, yaşamdaki tüm lezzetlerin ayrımına varmış ve bunları eserlerine katmış bir gurmedir.
Soysal, Almanya’da iki yıl yaşamıştır. Babası aslen Selanikli bir göçmen ve annesinin de Alman olması sebebiyle farklı toplumlara da aşinalığının izlerini öykülerine aktarmıştır. Bu bazı eleştirmenlerce, yazarın ve eserlerinin yabancılaşması olarak yorumlanmasına da sebep olur. Bilhassa Tante Rosa adlı eseri, bu eleştirilerin odağıdır. Eser, başkarakteri Tante Rosa olan, birbirine ustalıkla bağlanmış on dört öyküden oluşur. Yazar bu öyküleri, teyzesi Rosel’den aldığı ilhamla yazmıştır. Sevgi Soysal’ın bir konuşmasında dediği gibi, “Tante Rosa” yerine “Ayşe Teyze” dese, eleştirmenler Soysal’ın öykücülüğüne “yabancı” yerine “gerçeküstücü” vb. sıfatlar kullanacaklardı. Hâlbuki Tante Rosa da bizim Ayşe teyzelerimiz gibidir:

“O Rosa ki başkası tarafından verilmiş bir ad, başkası tarafından çektirilmiş acılardır. O Rosa ki beceriksizliklerde ısrardır. O Rosa ki kimseye bir şey öğretemeyip, kimseden bir şey öğrenmeyendir. O Rosa ki düşünde kendi cenazesine gelenleri görüp kendi ölümüne ağlar. Onlar ki hep kendi ölümlerine ağlarlar, kendi yalnızlıklarına, kendi kadersizliklerine ağlarlar. İşte bütün onları, o Rosa ile birlikte öldürdüm. Noktayı koyup düğümü çözmek için.”
Tüm tecrübelerine, gördüklerine rağmen Soysal, bütün eserlerinde yazar kimliğini ve üslubunu daima önde tutmaya gayret etmiştir. Bu sayede, çağının siyasetini aşan bir edebi çizgiye ulaşmıştır.
Eserlerinin ana karakteri çoğunlukla kadındır. Kadının toplumdaki yeri, yaşadığı sorunlar, arzuları, arkada bıraktıkları, içine attıkları, erkeklerle ilişkileri eserlerinin daimi konusudur. Kadına, her yönüyle üstün varlık imajı vermeden, aynı zamanda onu eleştirerek, benliğiyle yüzleştirerek ortaya koyar.
Özgürlük, başkaldırı, yerle bir olma fakat yine de devam etme Sevgi Soysal’ın kaleminden hiç eksik olmaz. Meydan okurken, acıdan da neşeden de geri durmaz.
“Yüreğimi attım ortaya bütün ordular çiğnesin, bütün tanklar ezsin istiyorum…”
Soysal, edebiyatımızın ironiyi, öykülerinde en güzel kullanan yazarlarından biridir. Hayatın can yakan pek çok meselesini öznel gerçeklik kılıfından çıkarır. Onlara nükteyi, şiirselliği, ironiyi giydirir. Örneğin delikli Delikli Nazarlık öyküsünde, sınıfsal ayrım, ataerkil toplum gibi sert konuları, okura ironik dilin tatlılığıyla şöyle sunar:
“Ah ah çiftlikler kimin olsun Necip’in olsun. İnekler, yumurtalar, civcivler, piliçler, buharı tüten sütler, kaymaklar, ballar, hayın Bulgarların en halis yoğurtları, kaz ciğerleri, kuzu ciğerleri, tavukgöğüsleri ve Pişona çiftliğinin bütün kadınlarının memeleri ve bu memelerin bol akası sütleri kimin olsun? Necip’in, Necip’in elbet.”
Kimi öykülerinde üslubunun Türk edebiyatının sınırlarından taşıp dünya edebiyatına adım attığını hissederiz. Mekân, karakter, olay ne olursa olsun, Sevgi Soysal, insan sevgisine meyleden bir yol izler. Sözgelimi insanca yaşamanın yöntemini insan sevgisiyle bağdaştırdığı şu sözler, Soysal’ın hem edebi hem öznel kişiliği açısından önemlidir:
“İnsanları sevmemeye başladı mı insan, insan gibi yaşamayı da sevmemeye başlıyor, insan gibi çalışmayı, kazanmayı, yemeyi, içmeyi, sevişmeyi, ölmeyi.”
İroni kadar, Sevgi Soysal’ı anlatan bir diğer kavramsa şiirselliktir. Tutkulu Perçem adlı öykü kitabında, her başlık adeta bir şiirdir: Bir Şeydi Hiçliği Hiç Olup Yitti, Diyerekten Bizi Bir Yarın Kıyısına Bıraktılar-Baktık-Biziz Aşağılarda, Sen Ey Saçma Barışlar Getiren Yağmur-Ne Verebilir…

Kırk yaşında meme kanserinden vefat eden Sevgi Soysal, geride bıraktığı eserlerinde okuru neşeli bir kasvetle karşılar.
“ Kolay mı boğulmak? Boğulmak herkesin üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Herkesin sadece bir kez boğulma hakkı vardır. Ya ben; boğul babam, boğul, sonra yine de yaşamakta devam eder bul kendini.”
2000’li yılların başında eserleri yeniden basılmaya başlanan Sevgi Soysal, kadınlığın, düşse de kalkmaların, acının dahi başının okşayıcısıdır. Ölmeden önce yazmaya başladığı ve yarım kalan eseri “Hoş Geldin Ölüm”le bu tavrını sonuna kadar sürdürür.
“Bugün cılız, bugün yılgınım. Yine de hiçbir şeyi değiştirmiyor bu durum.”
Elif ÇELİK