Ermiş, Kırık Kanatlar ve Asi Ruhlar kitaplarının yazarı Halil Cibran, en çok okunan şairlerden biridir. Henüz bir çocukken resme ve dil öğrenmeye olan yatkınlığı keşfedilmiştir. Burcu Yıldız Kılıç’ın hazırladığı bu yazı ile Halil Cibran’ın hayatına giriş yapabilirsiniz.
Keyifli okumalar…
Lübnan asıllı, ABD vatandaşı, dünyalı bir şair, yazar, filozof ve ressam olan Halil Cibran 6 Ocak 1883 yılında doğar. Çocukken İngilizce, Arapça ve Fransızca dilleri üzerine hatırı sayılır bir eğitim alır. Resme olan kabiliyeti ile dikkat çeken Cibran küçük yaşlardan itibaren resim sergileri açar. Bu yazımda onun hayatından bazı kesitleri ve ona yön veren kadınları anacağım. Ayrıca Halil Cibran’ın aşk, sanat ve felsefe ile yoğrulan hayatının ilginç yönlerine, bize ilham olabilecek fikirlerine değinmek istiyorum.
Çocukluğu (1883-1895); Lübnan’ın Bişerri semtinde Hristiyan Maruni mezhebine bağlı bir ailede doğar. Yaşamı boyunca kendisine sıkıntı veren ve çatışma yaşadığı tek insan babasıdır. Babasının yanlış tutumlarından dolayı ailesini zor zamanlara yaşar. İtibarlı bir aileden gelen annesi dinine bağlı bir kadındır. Kamileh Gibran ailesine bulaşacak haysiyetsizlik ve yaşamlarını zorlaştıran yoksulluğun karşısında bugün kolay kolay kimsenin göze alamayacağı bir kararla ABD’ye göç eder. Bu cesur kadın iki oğul ve iki kız evladıyla ayakta kalmak için Boston sokaklarında işportacılık yapar. O kadar çalışır ki birikimleri ilerde büyük oğluna dükkân açmaya yeter. Cibran’ın eğitimine ayrı bir önem veren annesi Lübnan’dayken bir köy papazından düzenli eğitim almasını sağlar. Boston’da eğitiminin yarıda kalmaması için onu resmi eğitim alacağı yerel bir okula yazdırır. İçe kapanık ve derinleşen meraklı mizacını fark eden annesi onu sanat ve edebiyatla tanışması için teşvik eder. İleri görüşü henüz eğitimini tamamlamayan evladının küçük yaşta sanat dünyası tarafından edindiği şöhretin başına sorunlar açmasından endişe duyar. Eğitimini Lübnan’da tamamlaması yönünde karar alır.
“Dünyadaki üç kadın; annem, gölgesi ve onun yansıması”
Lübnan’a (1898-1902); Arapça konuşmasına rağmen okuyup yazamamaktadır. Arapça dersleri ve Arap edebiyatı üzerine yoğunlaşır. Cibran’nın sanatçı ruhu, dilin estetiğini erken yaşlarında fark eder. Akıl yürütme, kavramlar ve düşünme ilkelerinin ancak dil ile ortaya konulacağını fark eden Cibran; Arapça ve Fransızca eğitimini tamamlayıp şiirde ustalaşarak mezun olur. 1902 de Boston’a geri döner.
“Güzelliğin şarkısını söylersen eğer, çölün ortasında tek başına olsan bile bir dinleyicin olacaktır.’’
ABD’ye Dönüş ve Ölümler (1902-1908); Boston artık onun için kayıp haberleri alacağı bir yerdir. İlk önce henüz on dört yaşındaki kız kardeşi Sultana’yı kaybeder ardından üvey abisi Peter ölür. Son olarak kanseri hayli ilerlemiş annesini kaybeder. Bu sıralarda Cibran’ın hayatına Josephine Peabody girer. Zor zamanlarında hayatına giren bu kadınla yakınlığı 1906 yılında başkasıyla evlenene kadar devam eder. Cibran’a ‘genç ermişim’ diye hitap eden bu kadının sevdiği adamın evlilik teklifini kabul etmemesi ilginçtir. Cibran’ın düşüncelerini, benliğini kapsayan ermişi daha o yazmadan görebilen kadındır Josephine. Arapça yazılarını Josephine’nin yorumlarını almak için İngilizceye çevirmesi Halil Cibran’ın kadın, dil ve felsefe üçlemesinin tohumlarıdır. Aşkına kavuşmasa dahi anlaşılmanın hazzını en naif biçiminde Romantik yapıdaki Josephine’de tatmıştır.
Ve böylece onlar hazineyi bulur. Toprağı, kökleri bulmak için titreyen ellere kazsalar da. Ama söyleyin bana onlar kim ki ruhu gücendirsinler?
Bülbül gecenin sessizliğini ya da ateşböceği yıldızları küstürebilir mi?
Mary Haskell dönemi; okul yöneticisi olan Mary onu hayallerindeki sanatçı olması için ömrü boyunca finanse eden kadındır. Eserlerini çevirmesini değil, doğrudan İngilizce düşünerek yazması yönünde teşvik eder. Birlikte saatlerce vakit geçirirler. Cibran’ın yazılarının üzerinden geçerek, fikir üretirler. Bir anlamda editörü olur. Mary Haskell Cibran’ı daha iyi anlamak için Arapça öğrenmeye kalkar. Mary’deki muhakeme, felsefe ve entelektüel kabiliyetler aşikârdır. Cibran ona âşık olmuştur. Fakat bu derece iradeli ve özgür bir kadının, Cibran’ın evlilik teklifini; aralarındaki yaş farkına toplumun vereceği tepki sebebiyle kabul etmemesi gerçekten ilginçtir. Mary on yedi yıl boyunca günlüklerine hem entelektüel hem de şahsi sohbetlerini kaydedecektir.
Halil Cibran 2 Ekim 1908 yılında yazdığı bir mektubunda şöyle diyecektir.
‘Umarım ki uzun yaşarım ve bana bunca şey vermiş olan hakkını kısmen de olsa sana ödeme şansım olur. Umarım Mary Haskell sayesinde sanatçı oldum’ diyebileceğim günler gelir.
Mary’nin kadın hakları savunucusu olması elbette Cibran’ı cesaretlendirmiştir. ‘Asi ruhlar’ eserinde evli bir kadının kocasından kurtuluşunu anlatır. Hikâyenin kahramanını, istemediği bu evlilikten ancak ölümle kurtulacak şekilde betimlemesi dikkat çekecektir. Din adamlarını olumsuz sunması ile dinden aforoz edilir. Bu aforoz onun savaştığı din anlayışından kurtuluşu olmuştur.
Neşeliyken yüreğinizin derinlerine bir bakın, göreceksiniz ki sizi neşelendiren şey, sizi daha önce kederlendirendir.
Kederliyken yüreğinizin derinlerine bir kez daha bakın göreceksiniz ki ağladığınız şey bir zamanlar sevincinizdi.
Paris seyahati; 1908 yılında yazmaya bir süre ara verir. Sanat ve edebiyat zevkini geliştirmek için bir süre Paris’te yaşar. Fransız kültüründen çok etkilenen Cibran’ın bu dönemi, çeşitli sanat sergilerini gezerek, çağdaş İngiliz ve Fransız yazarları okuyarak geçer. Resim eğitimi almayı reddedip eserlerinde yalnızca yeteneği ve duyuş kabiliyetine bel bağlamayı tercih etmiştir. Bu sebeple sanatını özgürce keşfetmek için akademiden ayrılır. Bu dönemde her hafta sonu Louvre Müzesine gider. Oradaki bir kadın heykeline özel ilgi gösterir. Hatta mektuplarının birinde heykelin yanından saygısızlık olmaması için kafasını eğerek ve gözlerini kısarak ayrıldığını söyler.
1914 savaşı; bu savaş dönemiCibran’a çok ağır gelir. Osmanlı iradesindeki Suriye’nin bağımsızlığını destekler. Romantik bir siyasi görüşe sahiptir. O dönem; ‘sizin kendi Lübnan’ınız var, benim kendi Lübnan’ım’ başlıklı makalesi çok eleştiri alır. Doğu ile batı arasında köprü olmak istemesini ve yayınladığı yazılar eleştirilir. İbn Sina, Gazali, El -Hansa, İbn farid, Ebu Nüvas İbn’ül Mukaffa gibi birçok Arap filozofun eserlerini okuyan, 1923 de henüz on yedi yaşındayken çizdiği bu filozofların ve alimlerin hayali resimlerinin bulunduğu ‘el bedayi ve’t taraifi’ yani ‘güzellikler ve ilginçlikler’ yayınlamıştır. Bu eser hayatının gerçekten ilginçlikler ve güzelliklerle dolu olduğunun felsefi anlamda sembolüdür.
Bir keresinde Mary’e şöyle yazar,
‘Geçen iki hafta içinde o kadar çok şey yaptım ki kendimi çok bitkin hissediyorum. Suriye’nin çabaları ile benim kendi çabalarım arasında o kadar büyük bir girdap var ki. Her gün bu girdabı aşmak zorundayım ve bu beni çok yoruyor. Dinlenirken ‘tavsiyeler’ üzerinde çalışabileceğimi umuyorum. Onları en kısa zamanda sana göndereceğim.’
Tanrı’nın sessiz belleğinde de beraber olacaksınız ancak beraberliğiniz de bırakın boşluklar olsun ve cennetin rüzgârları aranızda dans etsin.
Mey Ziyade dönemi; Mary 1926 yılında başkasıyla evlenir. Aralarındaki duygusal ilişki bitse de ömrünün sonuna kadar ona güvenmeye devam eder. Bu sırada entelektüel bir yazar ve kadın özgürlüğünün aktif savunucusu olan Filistin asıllı May Ziyade ile mektuplaşmaya başlar. İlginç olan şey yaşamının sonuna dek bir kere bile yüz yüze veya ses sese gelmez ve ilişkilerini sadece yazışarak sürdürürler. Bu iki ruh zamansız ve mekânsız olarak birbirlerine aşıktır. Cibran öldüğünde uzun süre ruhsal tedavi görmek zorunda kalan Mey şöyle diyecektir; ‘Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim. Hiçbir kitapta bir varlığın bu çektiğim kadar büyük acıya katlanacak gücü bulacağını okumayacağım.’
Cibran bir mektubunda şöyle der,
‘Sevgili bayan Mey, … mektupların ne kadar güzel Mey ne kadar hoş. Dağların tanesinden düşlerimin vadisine akan bir nektar gibi. Gerçekten de bu mektuplar uzaktakileri etkileyen, yakındakileri geliştiren ve büyülü yankılarıyla taşları parlayan meşalelere dalları çırpınan kanatlara çeviren Orfeus’un Lutu gibi.’
Benim en büyük acım bedensel değil. İçimde büyük bir şey var. Öteden beri biliyorum ama dışarı çıkaramıyorum. Bütün bu şeyleri yapan küçük birini oturup seyreden bir benlik
Ermiş; eserleri içinde ayrıcalıklı olandır. Kendi deyişiyle, ‘benim en asıl kitabım en olgun meyvem’ diye tanımladığı eserini 1923 yılında tamamlar, Ekim ayında yayınlar.
Bu eserini Lübnan’dayken henüz gençlik yıllarında tasarlamaya başlayan Cibran, onu düşünmediği tek bir gününün geçmediğini söyleyecektir. Kitap, hayatı boyunca onun bir parçası olur. Kendisi ermişi şöyle özetler; tek bir şey söylüyor, sandığından çok ama çok büyüksün ve her şey yerli yerinde.
Onun kelimelerde kurduğu ilginç ilişkiyi, eserini bitirdikten sonra tam dört yıl yayıncıya teslim etmeyişinden anlayabiliriz. Sebebini ise; ‘Her sözcüğün kendimden verebileceğim en iyi sözcük olduğundan emin olmak istedim.’ şeklinde açıklar. Dili güzel ve doğru kullanma becerisine gösterdiği önem; eserlerinde bizi kuşatan hissiyatın temelidir.
Ve sonra Tanrının kutsal ziyafetinde kutsal bir ekmek olabilmeniz için kutsal ateşin içine alır. Tüm bunları yapar sevgi, siz yeter ki yüreğinizin sırlarını öğrenin.
Ölüm; 10 Nisan 1931 yılında kırk sekiz yaşındayken siroz ve akciğere ilerlemiş tüberküloz sebebiyle hayata gözlerini yumar. Cibran’ın naaşı, vasiyeti üzerine doğduğu yer olan Bişerri de bulunan Karmelit Manastırına, hayatındaki kadınlar tarafından taşınır ve Mary eşyalarını, okuduğu kitapları, illüstrasyonlarını manastıra yollar. Daha sonra bu eşyalar ile manastırın yakınlarında Cibran müzesi kurulur. Ölümü için kendisi şöyle demiştir: ‘Gözlerinizi kapayın ve etrafınıza bakın beni göreceksiniz ben yanınızdayım.’
Ah, bu gereksiz karmaşadan ne kadar yorulduğumu bilmeni isterdim; sadece yalınlığa ne kadar ihtiyaç duyduğumu bilseydin. İsterdim ki doğru olana, saf doğruya, fırtınadaki doğruya, çarmıhtaki doğruya, ağlayan, ama gözyaşlarını gizlemeyen doğruya, gülen ve gülüşünden utanmayan doğruya ne kadar hasret olduğumu bilesin keşke bilseydin, keşke bilseydin.
Güzellik kendine ayna da bakan sonsuzluktur. Ama sonsuzluk da ayna da sizsiniz.
Annesini ve kız kardeşini küçük yaşlarda kaybetmiş ayrıca bağ kurduğu hiçbir kadınla resmiyette kavuşamamıştır. Fakat hayatı boyunca bu kadınlara hiç kırılmamıştır. Çünkü o “ruha giden yolu buldum” değil de “yolumda yürüyen ruhla karşılaştım” demiştir. Üstelik onlar Cibran’ı beslerken o da onlardan beslenmektedir. Düşündüğümüz de kim bu kadar hakiki bir kavuşma yaşayabilir ki.
Hayatındaki ilginçliklere metafiziksel bir yaklaşımla bakmış. Kendi deyimiyle, Tanrı’nın dünyasında bir nefes, ormanında bir yaprak olduğunu bilerek akılda huzur bulup tutkuyla hareket etmiştir. Acıların da yeryüzüne ve yeryüzünün ruhuna ayak uydurmak için kendisini çalışmaya vermiştir. Dil, resim, kavramlar, hepsini hayatın en derin sırrını bilmek için kullanmıştır.