Bayramlar; gökte süzülen kuşların ahengine bizleri de davet eden sabahlar gibi. Bayramlar; her türlü kayba, her türden hüzne rağmen insanın yüreğinde bir kıpırtıya sebep olur. İstesek de istemesek de kendimizi bir şekilde, muhakkak bayramın işvesine kapılmış buluruz.
Senem Dinç, bayram denince aklımıza gelen iki bayramdan biri olan Ramazan Bayramı’nın geleneğimizdeki izlerini sürdü.
İnsanlık tarihinde türlü türlü bayramlar olsa da, biz iman edenler Hz. Peygamber’in (s.a.v.) muştuladığı Ramazan ve Kurban bayramını kabul eder, her yıl bu iki bayramın yolunu gözleriz. Allah’ın iman edenlere ikramı, Resulullah’ın müjdesi Ramazan Bayramı bu yıl da kapımızı çaldı. Geçmişten günümüze Ramazan bayramı; Fıtr Bayramı, Şükür Bayramı, Oruç Bayramı, İftar Bayramı gibi pek çok isimle anılmıştır. Ülkemizde zaman zaman tartışmalara sebep olsa da Ramazan Bayramı’na ayrıca şeker bayramı da denmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in bayramlara uygun olmayan isimleri değiştirmesi ve özellikle kavramların korunması konusunda hassasiyet göstermesi; biz inananları Ramazan bayramına şeker bayramı demekten alıkoymaktadır. Geçmişte Ramazan Bayramı daha çok Fıtr bayramı olarak anılırdı. Ramazan ayında verilen fitrelere binaen bu şekilde isimlendirildiği bilinmektedir. Ayrına fıtr, fıtrat ile de aynı kökten geldiğinden; Ramazan ayının fıtrata dönmek olduğuna, fitrenin de bu fıtri arınma ile ilgili olduğuna dikkat çekilmiştir.
Gelelim geçmişten bugüne bayram geleneğinin serüvenine:
BAYRAMLAŞMA
Osmanlı Devleti’nde Ramazan ve Kurban bayramlarından beş gün önce devlet kademelerinde başlayan bayramlaşma İstanbul için seyirlik bir manzara teşkil ederdi. Sadrazamın şeyhülislamı alay ile ziyarete gitmesi, ertesi gün diğer vezirlerin alay ile sırasıyla birbirlerini ziyarete gitmeleri, bu alayların yürüyüşünü seyretmek isteyen halkı sokaklara çekerdi. Alayı oluşturan memurların hangi merasimde ne giyecekleri ve nerede yürüyecekleri teşrifata uygun bir şekilde önceden belirlenip, Topkapı Sarayı’nda yapılan arife divanı ile ertesi sabah yapılacak merasimin hazırlıkları çok önceden başlatılırdı. Gece yarısından sonra açılan Bâbıhümâyûn’dan sabahın erken saatlerinde yapılacak merasim için devlet adamları, gece yarısından sabaha kadar maiyetleriyle beraber gelmiş olurlardı. Sabah namazından hemen sonra ikinci avludaki Bâbüssaade girişine kurulan tahta, padişah oturur ve tecdid-i biat adı da verilen bayramlaşma yapılırdı. Bayramlaşmadan sonra devlet adamları önce çıkıp Bâbüsselâm’ın dışında beklerler; padişah gelince de onlar önde, saraylılar arkada selâtin camilerden birisine giderlerdi. Bayram alayının şehirde oluşturduğu kalabalık, öte yandan atılan toplar; halk için muazzam bir seyirlik oluştururdu. Saraydaki bayramlaşma, sonra bayram alayı ve namazı ve alayın tekrar saraya dönmesi ile beraber bütün şehirde bayramlaşma başlamış olurdu. Şehrin Atmeydanı, Bayezid meydanı başta olmak üzere bütün meydanlarına salıncaklar, dönme dolaplar, atlıkarıncalar kurulur çeşitli eğlenceler yapılırdı.[1] Mehmed b. Ahmed’in tuttuğu Tefrişat Defterinde bulunan şu ifadeler, Ramazan bayramında sokakların nasıl renklendiğini göstermektedir.
“Sahib-i devlet (Veziriazam) kallavi ve erkân kürk giyer ve divan bisatlı ata biner. Önünde çavuşbaşı ve reisülküttab efendi selimî ve erkân kürkleriyle divan bisatlı atlarına binerler (…) Kapıcılar kethüdası ağa, selam çavuşu ağa, mücevveze ve erkân kürkleriyle diğer bütün çavuşlar mücevvezeleriyle ve çaşnıgirler, müteferrikalar, deli, gönüllüler günlük elbiseleriyle, şatırcıbaşı perişânî ve sorguç ile yürüyüp ve sadrazamın sağ rikâbında muhzır ağa süpürgesiyle ve sol tarafında bostancılar odabaşısı külâhı ile ve mataracılar ve tüfenkciler ve muhzır yoldaşları cümle üsküfleriyle ve tezkireci efendiler ve sair ağaları ve hüddaman günlük sarıklarıyla yürüyüp bayram tebriki için şeyhulislâmın konağına giderler.”[2]
BAYRAM NAMAZI
Osmanlı Devletindeki bir diğer bayram geleneği ise Padişah ve devletlûların sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesi’nde kılmalarıdır. Bayram namazı ise bir gelenek olarak çoğunlukla ya Ayosofya Camii’nde yahut Sultanahmet Camii’nde kılınırdı. Bayram namazı sonrası mezarlık ziyareti de Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den günümüze aktarılan güzel bir sünnettir. Osmanlı devleti tarafından da uygulanan bu sünnet, günümüzde de hala devam etmektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bayram sabahı hurma yemesi ve ikram etmesi günümüzde tatlı ikramına dönüşmüştür. Sahabeden Enes bin Malik’in anlatımı ile Rasûlüllah (s.a.v.) fıtır bayramına birkaç hurma yemeden hiç çıkmazdı.[3]
BAYRAM BAHŞİŞLERİ
Bir diğer bayram geleneği de Ramazan davulcularının bahşiş toplamalarıydı. Ramazan davulcuları bayram günü sokaklarda manilerle dolaşıp; cama çıkanlardan, kapısını çaldıklarından bahşiş isterlerdi. Şimdilerde bu uygulama kırsalda hala görülmekle birlikte şehirdeki ruhunu yitirmiş durumda.
BAYRAM YERİ
Geleneğimizde yer etmiş ancak şimdilerde kentleşme sorunu olarak karşımıza çıkan eski bir gelenek de bayram yerleridir. Bayram yerleri çeşitli bölgelerde halk tarafından toplanma yeri tayin edilen, köylülerin yahut semtlilerin namaz sonrası toplanıp birbirleri ile bayramlaştıkları, bayram boyunca şenliklerin yapıldığı, tezgâhların kurulduğu; gençlerin birbirini gördüğü, uzun zamandır birbirini göremeyenlerin dostluklarını hatırladıkları meydanlardı. Anadolu’da sadece bayramlaşma yapılıyor olsa da, hala bazı köylerde bayram yerleri bulunmaktadır. Kentleşmenin, geleneği gözetmeyen mimarinin bir götürüsü olarak, şehirlerimizde bayram yeri geleneği maalesef yitirilmiştir. Bu geleneğin yitirilmesinin bir diğer sebebi olarak; Cumhuriyet dönemi ile dini bayramların resmi bayram olmaktan çıkarılması, halkın kendi imkanları ile bu geleneği sürdürmeye çalışması gösterilebilir. Pandemiye kadar olan süreçte yitirilmediğini, bir miktar canlandırılmaya çalışıldığını iddia edecek olsak, belki bayramlarda meydanlara kurulan fuarları vs gösterebiliriz. O da geçmişteki bayram yeri geleneğinin yerini ne kadar tutabilirse.
Allah Rasulü’nün (s.a.v.) bayramların coşku içinde kutlanmasına özen gösterdiği, Mescid-i Nebevi’de bir grup Habeşli’nin oynadığı mızrak-kalkan oyunlarını eşi Hz. Aişe ile birlikte izlediği de bizlere aktarılmıştır. Bu kutlama zamanla gelişmiş ve İslam devletlerinde farklı biçimlerde bayram yerleri ve merasimleri düzenlenmiştir.
Pandemi sürecinde bayramın ruhunu hissetmek çok zor. Ancak “her şeye rağmen” diyerek bayramı yaşamak istiyoruz. Belki mesafeye ve kurallara dikkat ederek kendi bayramımızı şenlendirecek birkaç şeyi, ailece yaparız. Ne dersiniz? Mesela;
- Bayrama birkaç gün kala kimsenin gelmeyecek olmasına rağmen evlerimizde temizliğe girişebilir,
- Evimizi hem kendimiz hem çocuklarımız için süsleyebilir,
- Ne olursa olsun tatlımızı yapabilir,
- Ailece hazırladığımız küçük hediyeler eşliğinde, tatlımızı da ikram ederek; yine ailece apartmanımızdaki kapıları tek tek çalabilir,
- Her gün birini oynamak üzere, evde hep beraber oynayabileceğimiz oyunları listeleyebilir,
- Online programlarla toplu akraba görüşmeleri ayarlayabilir, hatta listelediğimiz oyunlardan birkaçını online olarak oynayabiliriz.
Sizler bu bayram neler yapacaksınız, fikirlerinizi bizlerle paylaşır mısınız? Ne de olsa bayram en çok paylaşmaktır.
Bayram bir hak ediştir ve mübarektir. Hakkını vermek, mübarek olanı kucaklayabilmek nasip olsun. Bayramımız kutlu olsun, şenlik dolsun.
- [1] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/652819
- [2] https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/652819 / Defter-i Teşrifat, 65a, 65b
- [3] İbn Mâce, siyam 49