Garip Bir Su Kenarında İki Ağaç/ Ayşe Sevim

Türk edebiyatının usta şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas’ı yakından tanımaya ne dersiniz? Ayşe Sevim, hem biyografi hem kurmacayı harmanlayarak şairi bizlere tanıtıyor. Bizleri önce şairin çocukluğunun geçtiği şehre Sinop’a götürüyor sonra da Ahmet Muhip Dıranas’ın eşi Münire Hanım ile tanıştırıyor.

Şairi rahmetle anıyor, sizleri bu güzel yazıyla baş başa bırakıyoruz.

Ayşe Sevim, bu defa yolunu Ahmet Muhip Dranas’ın yüzünü bile hatırlamadığı babasını görmek için gittiği Sinop Erfelek’e bağlı Salı köyüne düşürüyor. Dranas’ın bu şirin köydeki hatıralarından yola çıkan Sevim, şairi anlatıyor.

Dranas 1909 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Galip Efendi Sinop’un Erfelek kazasına bağlı Salı köyündendir. Erfelek yeşil saçları, yeşil kelimeleri, yeşil gamzeleri olan bir ilçedir. Doğru söylüyorum. Şelaleden kollarını sağa sola savurarak dans eden yeşil bir kadına benzer. Kalın gövdeli ağaçları, ağaçlarının arasında hayalet gibi dolaşan gölgeleri vardır. Galip Bey’in eşi Seniha Hanım ise İstanbulludur. İstanbullu hatta Üsküdarlı olan okuma yazma bilen Seniha Hanım’ı itfaiyede çalışan Erfelekli Galip Bey ile evlendiren sebep muhtemelen yüzündeki lekelerdir. Çocukken geçirdiği çiçek hastalığı yüzünün her yerine parmak basmıştır bu kadıncağızın. Galip Bey’le Seniha Hanım 1909 yılında Ahmet Muhip’i kucaklarına alırlar. Şairimiz iki yaşlarındayken Balkan Savaşlarının çıkması üzerine Galip Bey cepheye gider, oradan da Çanakkale savaşına geçer… Bu arada Seniha Hanım savaşın İstanbul’un üzerine attığı yoksulluk ağıyla mücadele eder. Bu ağdan elini dışarıya uzatmaya, kendine ve oğluna bir parça ekmek bulmağa çalışır.

BABASINI BULMAYA GİDER

Savaş nihayete erer. Fakat Galip Bey dönmez. Seniha Hanım’ın kocası kim bilir hangi siperde kalakalmıştır? Belki de cephe gerisindeki geçici hastanelerden birinde, yağ sarısı lekelerle dolu bir sedyede ölmüştür. Yahut düşmana esir düşmüştür. Kırk elli kişinin kaldığı ter kokan, felaket kokan, bilinmezlik kokan, farelerin cirit attığı bir koğuştadır. Seniha Hanım bu düşüncelerle dertlenirken kulağına bir haber çalınır. Galip Bey hayattadır. Üstelik Sinop Erfelek’e geri dönmüştür… Yeniden evlenmiş hatta bir çocuğu da olmuştur. Seniha Hanım bu haber üzerine zavallı bir dul olarak döktüğü gözyaşlarını hemencecik siliverir ve ardından da tası tarağı toplayıp Sinop’a gider. O sıralar dokuz yaşında olan Ahmet Muhip yüzünü hatırlamadığı bu babanın izini sürmek için Salı köyüne doğru yol alırken neler hissetmiştir acaba?

-Ne ilgisi var? Yazınızın benimle ve Sinop’la alakalı olacağını söylemiştiniz.

Yazı masamdan başımı kaldırıp Ahmet Muhip Dranas’a sinirli sinirli güldüm. Kaçıncı kez yazıma müdahale ediyor bilemezsiniz. Ya cümlelerimi beğenmiyor yahut da yazdıklarımın içeriğini.

Nasıl yazmamı uygun görürdünüz?

Benim bu şehri sevme şeklimden bahsedin lütfen. Kaydedin: Sinop Salı köyü yaz kış yemyeşil ormanı, berrak akarsuları ile pek güzel ve şirin bir köydü.[1]Ben her köylü çocuğu gibi sığırtmaçlık etmiş yalınayak gezmiş tozmuş, sonra yaşı biraz geç de olsa okula gitmiş bir köylüyüm. Beni ihtiyarlığa doğru götüren bütün yıllar ve yollar boyunca hülyalarımda küçüklüğümün ormanlarını kurdum[2]

Nicholas Hely Hutchinson

Annenizin Salı köyüne gelince babanızı yeni eşinden ayırabilmesi okurun ilgisini çekecektir. Yapılan kavgalar, çıkan huzursuz…

Yani dedikodular. Bizden sonra edebiyatta bir şeylerin değiştiğini zannediyordum, daha da beter olmuşsunuz. En azından biz böyle basit şeyleri yazımıza konu etmezdik. Devam edin başka neler yumurtlayacaksınız merak ediyorum.

Cevap vermeden laptopun başına geçtim. Bir şairle girişilecek münakaşayı kazanmanın mümkün olmadığının farkındayım. O sebeple yazımı anne babanın hayatından çekip Dranas’ın isteği şekle göre yazmaya devam ettim.

“Ahmet Muhip burada sadece üç yıl kaldı ama Sinop onu hayatı boyunca etkiledi. Sinop limanındaki gemilerin attıklarını toplayarak geçirilen çocukluk yıllarını “güzel günler” diyerek andı. Hatta ölünce Salı köyüne gömülmeyi vasiyet etti. 1922 -23 yılında ailesiyle Ankara’ya taşınan şair ortaokul ve liseyi burada okudu. Lisedeyken bi…

Tebrik ederim sıkıcı bir biyografi yazmada üzerinize yok. Siz bu yazdıklarınızın okunacağını mı düşünüyorsunuz. Bu şekilde kaleme alırsanız imkânı yok beğenilmez. Yazmak basit bir iş değildir.

Nicholas Hely Hutchinson

Başımı kaldırıp Dranas’a baktım. Bu yüze bakınca yazılan şu üç sayfalık yazının beni sonsuza kadar uğraştıracağını düşündüm. Her kelime silinecek yeniden yazılacak yeniden silinecek ve yeniden yazılacaktı. Ayağa kalktım ve sinirle sordum:

Pekâlâ, yazmak madem sizin için bu kadar önemli bir uğraştı neden politikaya atıldınız? Affedersiniz sorumu yanlış sordum, politikayla ilgilenmeye başladıktan sonra neden sekiz yıl boyunca hiç şiir yazmadınız?

Dranas hiç böyle bir saldırı beklemiyordu benden, önce şaşırdı ardından da:

Toplum hürriyetinin gerçeğine vardığım için fıkralar ve makalelerle hürriyet mücadelesine atıldım. Bu yüzden de şiirimi bir yana bıraktım. Çünkü şiirime dedikoduyu ve siyasi hayatın münakaşalarını sokamazdım[3]. Ben sanat denen harikulade alevin etrafında dolaşan küçük insan pervanelerinden biriydim.[4] Gençlik yıllarım gözlerimin önüne geliyor. Bazen bir kafiye peşinde bütün gün aç gezdiğim olurdu. Maddi refah ve istikbal namına ne yapılmak gerekirse hepsini şiir yazma, kitap okuma, fikir ve sanat adamı olma peşinde harcadım. Bugün hayat için parmaklarımda ezilmiş bir kelebek gubarından başka iz yok[5]

PARMAKLARINDA KELEBEK TOZLARI

Dranas bunu söylerken ellerine baktı. O bakınca parmaklarında rengârenk kelebek tozları gördüm ben de. Yeşil, sarı, eflatun, kırmızı… Salı köyünün tüm kelebekleri onun parmaklarına tozlarını dökmüşlerdi sanki. Sorduğum soruya çoktan pişman olmuştum. Dranas kendisini suçlayan bu cümlelerden sonra yazı masamın başından silinmeye başladı çünkü. Önce bir su gibi dalgalandı ardından da boyutlarını kaybetti. Son olarak da parmaklarına bulaşan renkli tozları masama bırakarak kayboldu. Bir şairin elde edebileceği tüm güzellik buydu işte… Dranas haklıydı. Parmaklarımı bu tozlar üzerine dolaştırırken yanı başımda dikilen bir kadın gördüm. Bu güzel kadın Münire Hanım olmalıydı. Ahmet Muhip Dranas’ın yaşça kendinden hayli küçük olan eşi. Şiirlerini ona ithaf etmişti. “Esimim senden gelir” diye yazmıştı hatta Münire’ye.

Münire Hanım kelebek tozlarına doğru eğildi. Onlara bir anne gibi uzun uzun baktı sonra da bana: “Bizim hiç çocuğumuz olmadı. Hayatta ikimiz yalnız kaldık. Zaten “İki Yalnız Ağaç” şiirinde Muhip bizi anlatıyor”[6] dedi karanlık bir sesle. Sonra hızlı bir hareketle saçlarını kulağının arkasına attı ve o karanlık sesini tatlı bir şakımaya dönüştürerek “Okuyayım mı size o şiiri?” diye sordu. Bu sorunun cevap beklemediği o kadar belliydi ki…

İki Yalnız Ağaç

Garip bir su kenarında iki ağaç;

Genç, dinç, anaç…

Diyecekleri bir şey var; var, varsa da

Söylemez, susarlar hep – ölü ya da sağ.

Gör ki, gün batınca yıldızlara karşı

Salınışı

Ağaçların söyleyecekleri nesi varsa,

Nesi yoksa apaçık – ölü ya da sağ.

Bir su kenarında iki ağaç hali,

Yere mıhlı;

Diyecekleri bir şey var; var, varsa da

Demişler, dememişler – ölü ya da sağ.

Emma Haworth

Münire Hanım şiiri okurken yerinde duramıyor odada aşağı yukarı doğru dolaşıyordu. Şiirin ruhunu gösterebilmek için ellerini havaya kaldırıyor, aşağı sarkıtıyor sonra yeniden yukarıya doğru uzatıyordu. Görünmeyen bir ağaçtan görünmeyen meyveleri kopartırcasına sürekli hareket ediyordu. Şiir bitince ne düşündüğümü anlamak için gözlerini yüzüme dikti.

Çok güzel, çok güzel bir şiir…

İkimiz için yazdı bu şiiri. Bizim için “İki yalnız ağaç” dedi. Ben evimize çocuk denilebilecek bir yaşta geldim. Ahmet Muhip’e hem annelik- çünkü annesine çok düşkündü- hem babalık hem de karılık ettim. Beni de Ahmet Muhip yetiştirmiştir. Bana bir sanatçıya eşlik etmenin ne demek olduğunu o öğretmiştir. – Konuşmasının burasında Münire Hanım duraksadı, önüne baktı ve sesi yine karanlık bir hal aldı- O bazen eve geç gelirdi. Bu davranışları zoruma giderdi ama bana karşı inceliği ile kızgınlığımı hoşgörüye çevirmesini bilirdi. Ahmet Muhip içkiye, hem de her türlüsüne çok düşkündü. Bu alışkanlığı onun hayatını altüst etti, kendisini bitirdi. O yıllar o nesil üzerinde nasıl bir etki yaptı bilmiyorum, hepsi içkiye düşkündü. Muhip’in ve o dönemin bütün şairlerinin hayatı perişan oldu. Çocuğumuz olmadı bizim.[7]

Münire Hanım’a ne söyleyeceğimi bilemedim. Bu kadın konuşurken bazen bir kız çocuğuna oradan da olgun bir kadına nasıl dönüştü onu da bilemedim.

VASİYETİ YERİNE GETİRİLMEZ

Aslında Muhip’in vasiyeti Salı köyüne gömülmekti ama bunu yapmadım. Onun mezarı Sinop’tadır, merkezde. Köyde bırakamadım onu. Sürekli görebileceğim bir yerde yatmasını istedim. Biliyorsunuz ben de hayatımın geri kalanını burada geçirdim. Muhip’in en sevdiği çocukluk yılları burada geçmiş. Bu anıların içinde dolaşmayı istedim ben. Son yıllarında biz çok münakaşa etmiştik. Ahmet Muhip çok içerdi. Dağınık ve düzensiz bir adamdı. Bu düzensiz ve derbeder yaşayışı giderek onu bitiriyordu. Aile düzenimizi de etkiliyordu. Aile düzenimizi ayakta tutmak zorundaydık. Beni o yetiştirmiştir. İki Yalnız Ağaç şiirinde Muhip bizi anlatır. Bilir misiniz o şiiri… Bizim çocuğumuz olmadı söylemiş miydim? Ah Muhip Sinop’u nasıl severdi. Her sene Sinop’a gelirdik. Sinop’tan kara üzümünü, mantarını, kestanesini yemeden gitmem derdi.[8]

Ayağa kalkıp Münire Hanım’a sarıldım, kollarımın arasında küçük bir kıza dönüştü bu kadın. Ahmet Muhip Dranas’ın şiirlerinin esin kaynağına dönüştü.

Çocukluğumun tabiatından….

Ahmet M. Dranas Sinop Erfelek Salı köyünü şöyle anlatır: Çocukluğumun geçtiği o yerin tabiatını, kırlarını o zaman sevip sevmediğimi daha doğrusu anlayıp anlamadığımı bilemem. Bildiğim bir şey varsa yol ve zaman aramıza girdikçe bu köyün ve çevresinin garip bir peyzaj halinde hafızamda hayatlandığı ve hep şövalyede bir resim gibi yapıladurduğudur. Eskidikçe güzelleşmesinde bir sır bir hayal fantazyası mı var? Hayır, çok sade bir hal… Çocukluğumun o tabiatına, otlaklarında şen ve kaygısız güttüğüm mallardan daha anlayışlı bilgili gözlerle bakmamış olduğum bellidir. Ben sadece bir tabiatın gözlerimle fotoğrafını çektim. Elbette ki yanımdaki ineklerin gözleri dahi aynı oyunu oynuyordu; ancak onların hayatına insanlar kitaplar resimler düşünceler girmediği için gözlerinde manzaraların negatifleriyle ölüp gittiler. Hâlbuki zaman ve bilgi çocuğun gözlerindeki negatifi beyaz etti. Görülür anlaşılır ve düşünülür hale getirdi.[9]

Nicholas Hely Hutchinson

[1] Mustafa Kırcı “Ahmet Muhip Dranas, Hayatı Fikirleri, His Dünyası”

Akçağ Yayınları syf:12

[2] Adı geçen eser syf:13

[3] Adı geçen eser syf:22

[4] Adı geçen eser syf:24

[5] Adı geçen eser syf:24

[6] Adı geçen eser syf:31

[7] Adı geçen eser syf:29

[8] Adı geçen eser syf:32

[9] Adı geçen eser syf:13

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek