Evlat Edindik: Anne Baba Oluyoruz / Fatma İçyer

“Kimin nesi yoksa o onun yetimidir, biz işte evlat yetimiyiz. Belki de bu, bizi bir ana-baba yetimine kucak açmaya çağıran bir imtihandır.” diyen harika bir çiftle tanışmak ister misiniz? Fatma İçyer, Zehra ve Ahmet çifti ile evlat edinme süreçleri, karar verme aşaması, ilk heyecan ve korkuları üzerine derinlemesine sohbet etti. Sonuçta ortaya meselenin bilinen ve bilinmeyen yönlerine ışık tutacak bu samimi röportaj çıktı. Keyifli okumalar dileriz…

Merhabalar, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.  Öncelikle biraz bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

Zehra: Merhaba. Biz de röportaj teklifiniz için teşekkür ederiz. Türk Dili ve Edebiyatı lisans ve yüksek lisans öğrenimlerimle şimdiye kadar çocuk kitabı editörlüğü, edebiyat öğretmenliği, (çocuk bölümünde) kütüphane memurluğu görevlerinde bulundum. Arada yarım ilahiyat talebeliğim oldu ve şimdi de psikoloji lisans öğrencisiyim. Yaptığım işler vesilesiyle sürekli çocuk ve gençlerin dünyasının civarında ya da içinde oldum. Şimdi bütün o tecrübelerin hâlâ yeni olan anneliğimi beslemesini ümit ediyorum.

Ahmet: Ben de İşletme Mühendisiyim, bir devlet üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyorum.

Sizlerin hikâyesiyle instagram hesabınız (evlatedindik) vesilesiyle haberdar olduk. Buradan başlayacak olursak neden hikâyenizi paylaşmak ihtiyacı duydunuz? Sizi buna yönlendiren sebepler nelerdir?

Zehra: Evlat edinme sürecimizde yalnızdık. Çevremizde bu yolda yürümüş kimse yoktu. İnternette hikâyelerini paylaşan kişi ya da aile sayısı da oldukça az. Oğlumuza kavuştuğumuz günden itibaren durumumuzu açıklıkla paylaştık. Ancak beraber geçirdiğimiz bir buçuk seneden sonra “bir arkadaşın tanıdığı”, “bir tanıdığın akrabası” gibi üçüncü hatta dördüncü dereceden kişilerin kendi hikâyeleri için bizim hikâyemize de ihtiyaç duyduğunu fark ettik. Karar verme aşamasında, başvuru aşamasında insanlar… Kolay süreçler değil. İnsan destek arıyor. Biz de aramıştık. Bunu hatırladık ve “Biz de paylaşmalıyız, daha kolay bulunur olmalıyız.” dedik. Ben blog seviyorum daha rahat ve uzun yazabildiğim için ama instagram ile daha çok kişiye ulaşılıyor.

Paylaşma ihtiyacımızın daha önemli kısmı şu ki evlat edinme veya evlat edinilme durumlarının rahatça konuşulmasını, normalleştirilmesini istiyoruz. Bu bilhassa evlat edinilmiş çocuklar için çok önemli. Sanırım Elif Ada’nın Annesi / Duygu Çağlar Gizli’nin cümlesi artık bir motto olmuş durumda: “Evlat edinme de bir doğum şeklidir ve yüksek sesle konuşulmalıdır.” Evet, bu bir aile olma biçimi ve yadırganacak, ayıplanacak bir durum değil. Evet, bu bir mutlu olma biçimi ve kutsanacak, göklere çıkarılacak, az sayıdaki çok iyi insanların yapabileceği bir şey de değil.

Çok klişe ama cevabı her zaman merak uyandıran bir soruyla devam etmek istiyorum. Evlat edinen birçok aile ‘Biz evlat edinmeden önce çocuğumuzu içimizde doğurmuştuk zaten,’ tarzında şeyler söylüyorlar. Sizde de böyle oldu mu? Olmadıysa siz nasıl hissettiniz?

Zehra: “İçinde doğurmak” ile kastedilen niyet etmek ise, evet, elbette biz de niyet etmiştik. Ama bizi niyet noktasına getiren bir yol vardı. Biz o yolu senelerdir beraber yürüyüp gelmiştik ve bir noktada sanki anayoldan bu sapağa geçmemiz gerektiğini hissettik. Dedik ki “Kimin nesi yoksa o onun yetimidir madem, biz işte evlat yetimiyiz. Ve belki de bu, bizi bir ana-baba yetimine kucak açmaya çağıran bir imtihandır.” O güzel bir andı. Hemen peşinden ilk iş gününde kuruma gidip bilgi almaya karar vermiştik. Hızlı verilmiş, ama derinden hissettiğimiz sağlam bir karardı. 

“İçinden/ Kalbinden doğurmak,” söylemi hoş bence de. Çünkü biyolojik olarak bir bebeğin bir aileye gelmesi ile evlat edinme süreçlerinde aslında çok fazla benzerlik var: İkisinde de anne baba olmaya niyet ederek yola çıkıyorsunuz, birçok duygunun karmaşası içinde uzun bir süre bekliyorsunuz, yavrunuz kucağınıza geldiğinde onu tanımaya çalışıyorsunuz ve bütün bunlar olurken o ilk niyet anından itibaren kalbinizin en temiz, en ferah yerinde evladınız için bir sevgi ve şefkat büyütüyorsunuz.

Çok insandan “Bu yaptığınızı herkes yapamaz,” şeklinde takdir sözleri işitiyoruz. “Başkasının doğurduğu bir çocuğa kucak açmak çok büyük iş! Helal olsun size!” filan… Öyle değil bence. Biyolojik olarak kendi kanından bir çocuğu dünyaya getirmek, onu gözetip büyütmek de hiç kolay değil ki. Nasıl hamilelikte riskler ve sıkıntılar varsa, evlat edinme sürecinde de hayli benzer riskler ve zorluklar var. Sonrası zaten aynı. Ben şimdi oğlumu, herhangi bir annenin biyolojik çocuğunu sevdiğinden daha çok sevdiğimi iddia edemem. Ama oğlumu da benden başka hiçbir anne bu kadar çok sevemez. Yani sırf oğlum benim rahmimden doğmadı diye anneliğimin daha yüce veya daha zayıf olduğunu söyleyemem. Ben de diğerleri kadar, diğerleri gibi bir anneyim.

Ahmet: Başlangıcı itibariyle anne babalığımız evet biraz farklı ama bu o kadar önemli değil. Evlat edinme yoluyla ya da biyolojik yolla fark etmeksizin annelik veya babalık bizim talep ettiğimiz imtihanlar. Bu rollerin hakkını ne kadar verebileceğimizi sonradan öğreneceğiz. Allah annelik ve babalıklarımızdan razı olsun.

Bizim toplumumuzda birçok kişinin istediği ama cesaret edemediği bir şeye niyet edip evlat edindiniz. Karar verme aşamasında kendi içinizde ve çift olarak neler yaşadınız?

Zehra: Daha önce dediğim gibi çok karışık duygular, düşüncelerle yoğun bir dönemdi. Korku, heyecan, endişe, merak, ümit… Şurdan burdan duyduğumuz hepsi de üzücü örnekler, o karar aşamasında katmerlenip ağırlaşıyor ve garip garip yeni korkular yaratıyor. Ama öte yandan da içeriden gelen güçlü bir arzu var. Hangisi kazanırsa yolunuz ona göre şekilleniyor. Biz, nedense büyük kararları hızlı alabilen bir çift olduk hep. Evlilik kararımız da böyle olmuştu, sanırım aile kültürümüz böyle oluştu en baştan beri 🙂

Ahmet: Hocamdan duyduğum ve ailemizde birçok kararda temel ilkelerimizden olan bir söz var: “iyilikler ihtimallerle reddedilmez.” Yani belirsizlik her zaman risk içerir elbette. İnsan da doğası itibarıyla riskten kaçınan, belirsizlikten korkan bir varlık. Dolayısıyla muğlaklığın olduğu bir durumda olumlu tarafları değil de olumsuz tarafları, ihtimalleri görme eğiliminde oluyoruz. “Bir de şeytan ya da nefsimiz diyelim bir iyilik yapmaya niyet ettiğimizde caydırmak için kırk dereden su getiriyor. Kulak asmamak lazım. İman ettiğimiz Allah’a güvenmek de gerekiyor,” dedik ve niyetimizin arkasında durduk, durabildik şükür. Açıkçası hem oğlumuza, hem bize, hem de yakın çevremizdeki herkese iyi geldiğini düşünüyoruz bu kararın. Yani iyi ki yapmışız diyoruz, sürekli, defalarca. 🙂

Evlat edinme sürecinde psikolojik ya da pedagojik destek aldınız mı?

Zehra: Hayır, almadık. Böyle bir destek sunuldu ve biz ihtiyaç duymadığımız için almadık, değil. Biz bunun bir ihtiyaç olduğunun farkında değildik, dolayısıyla talep etmedik, edemedik. Ama geri dönüp baktığımızda ilgili bakanlığın evlat edinme sürecindeki ailelere en başından beri hem destek hem de eğitim vermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Ahmet: Evlat edinmeyle ilgili filmler izliyoruz ara sıra. Fransa’daki, Amerika’daki vs. evlat edinme süreçlerini görünce insan biraz hayıflanıyor doğrusu neden ülkemizde bu kadar profesyonel ve insani yürümüyor bu işler diye. Biraz abartı ve reklam niyeti olabilir bu filmlerde diye düşünebilirsiniz ama ABD’de yaşadığımız dönemde gördüğümüz kadarıyla gösterilenlerin pek de abartılı olmadığını düşünüyoruz. İnşallah bizde de bazı şeyler düzelir. Yoksa aileler el yordamıyla hallediyor ihtiyaçlarını fakat hem çocuğun hem ailenin iyiliği için bu konuda dediğiniz gibi psikolojik ve pedagojik destek almak çok önemli.

Bu kararınızı ailenizle ve çevrenizle paylaştığınızda nasıl tepkilerle karşılaştınız? Sizi en çok sevindiren ve üzen tepki ne oldu?

Zehra: Evlat edinme kararımızı başvurudan önce sadece ailelerimize, ilaveten birkaç da dostumuza söylemiştik. Geniş ailelerimiz, iş ve arkadaş çevrelerimizden kimsenin haberi olmadı. Onlar ancak oğlumuza kavuştuktan sonra öğrendiler.

Başvurmaya karar verdiğimizi ailelerimize söylemeden önce bilhassa ben epey endişeliydim. Her ikimizin tarafından da çok sevdiğimiz yeğenlerimiz var. İnsan ister istemez düşünüyor, ailelerimizdeki herkes evlat edineceğimiz çocuğu onlarla bir tutacak mı, yoksa onun diğerlerinden daha geride bir konumu mu olacak diye. Bize ne derler, bizi yargılarlar mı diye değil de çocuğumuzu kabul ederler mi diye çekinceliydim. Hatta bu yüzden ailelerimizin de rızasını almamız gerektiğini filan düşündüm. Sonra dedim ki “Ne alaka ya! Ailemiz bile olsa kimseye çocuğumuzu kabul edip etmeme seçeneklerini sunamayız, sunmamalıyız. O bizim ailemizden olacaksa, biz onu koruyup gözetmeyi ona vadedeceksek ilk andan itibaren bu bütünlüğe uygun davranmamız lazım.” Ve bundan sonra ailelerimize kararımızı bildirdik. Çok şaşırtıcı ve sevindirici bir şekilde çok olumlu karşıladılar. Bir, babamın sanki çocuğu o an kucağına vermişiz gibi gözlerinin içi gülerek “Torunlarımızın sayısı artıyor çok şükür,” deyişini bir de kaynımın mutluluktan gözlerinin yaşardığını unutamam.

Oğlumuza kavuştuktan sonra da çevremizden son derece olumlu tepkiler aldık. Akrabalarımız, dostlarımız, arkadaşlarımız, komşularımız… Ne kadar şükretsek az; çok iyi insanlarla çevrilmişiz. Allah her birinden razı olsun.

Yalnızca tek bir yorum benim canımı sıkmıştı. Eşimin bir tanıdığı hadiseyi duyunca demiş ki “Ne gerek vardı böyle şeylere Ahmetcim, değiştiriverseydin.” Eşim de anlamamış, sormuş şaşkınca “Neyi?” Cevap şu: “Hanımını!” Bunu eşim bana epeyce sonra anlatmıştı. Kim olduğunu da söylemedi o kişinin. Üzülmedim ama çok kızdım. Evvela o kişinin bizim hayatımız hakkında ahkâm kesme küstâhlığına kızdım. Sonra belki de hiç tanımadığı hâlde benim hakkımda bir yargıda bulunmasına kızdım. İyi bir hadiseyi takdir edemeyişine, sevincin bir ucundan tutamayışına kızdım. Genel olarak “evlat edinme” eylemini gereksiz görmesine kızdım.

Koruyucu aile olmak ile evlat edinme arasında nasıl farklar var? Kısaca yasal süreçleri de içine alacak şekilde bahsedebilir misiniz?

Zehra: Bu konuda aslında resmi kaynaklara başvurmak, oradan okumak en doğrusu. Ancak bildiğimiz kadarıyla temel farkı şöyle ifade edeyim: Evlat edinme sürecinin sonunda çocuk, evlat edinen ailenin hukuk önünde de biyolojik çocuğu gibi görülüyor. Ailenin soyadını alıyor. Evlat edinen aile her bakımdan çocuğun velisi oluyor. Koruyucu ailelik ise bir süreç. Devletin çeşitli sebeplerle biyolojik ailelerinden ayrılmış çocukların bakım ve destek hizmetini bu işe istekli ailelerle paylaşması şeklinde özetleyebilirim. Koruyucu ailelik hizmetinden faydalanan çocukların biyolojik aileleriyle ilişkisi kesilmiyor, düzenli görüşmeleri devam edebiliyor ve eğer uygun bulunursa ailelerine geri dönebiliyorlar. Yani koruyucu ailenin nüfusuna geçmiyorlar ama sofralarına oturup evlerinin sıcağında sağlıkla büyüyorlar.

Ahmet: Yeri gelmişken söyleyelim; evlat edinme ya da koruyucu ailelik, hangisinin olduğu çok önemli değil, önemli olan çocukların üstün iyiliğini gözetecek şekilde yuvalarımızı açmak. Devletimiz çok şükür koruması altında bulunan çocuklara gözü gibi bakıyor, yüce gönüllü bir sürü uzman, görevli, bakım personeli var hizmet veren. Fakat o çocukların aile sıcaklığına da ihtiyacı var.

Çocuk sahibi olmak ya da sizin deyiminizle ebeveyn olmak arasında nasıl bir fark var? Böyle bir ayrımı yapma ihtiyacını neden duydunuz?

Zehra: “Çocuk sahibi olmak,” “çocuk yapmak,” gibi ifadelerin çocuğu anne babasına mal eden bir zihniyeti beslediğini düşünüyorum. “Yapabildiğiniz,” “sahip olduğunuz,” bir çocuk üzerinde sorgulanamaz bir hakkınız olduğunu ima ediyor bu tür ifadeler. Bu hak, bebekken sizi uykusuz bıraktığı için ona kızabilmenizi de içeriyor, biraz büyüdüğünde “eti sizin kemiği bizim” diyerek onu başka bir otoriteye devredebilmenizi de hatta daha da büyüdüğünde “sütümü/hakkımı helal etmem,” diyerek çocuğu arzunuza boyun eğdirmeyi de… Örnekleri demode bulabilirsiniz ama şimdi de benzerlerini yapan binlerce güya modern aile var. Aynı “iyi olsun,” motivasyonu ile çocuğu hiç ilgisi olmayan bir sanata ya da işe devam etmeye zorluyorlar. Elbette herkes çocuğu iyi olsun, mutlu olsun ister ama bizim kültürümüzde bu istek azımsanamayacak oranda çocuğa rağmen oluyor. Çocuğu anne babaya mal eden bu ifadelerin, adil bir anne babalığa engel olan bir zihniyetin hem sebebi hem de sonucu olduğunu düşünüyorum.

Halbuki çocuk dünyaya aciz ve masum olarak gelir. Anne baba, çocuğun varlığından da sorumludur çünkü onlar istemeseydi o çocuk o aileye gelmeyecekti. Varoluşunun devamından da sorumludur çünkü eğer gereken ilgi ve desteği göstermezlerse çocuk ölür. Dolayısıyla alacaklı olan anne baba değildir, çocuktur. Hasılı kelam, “inna lillahi ve inna ileyhi raciun.” Yetişkinler olarak sadece çocuktan daha önce bu dünyaya geldik ve bu sayede biraz daha çok biliyoruz diye çocuk üzerinde sahiplik iddia etmenin absürtlüğünü anlatmaya çalışıyorum sorduğunuz ayrımı yaparken. Anne baba olarak bize düşen çocuğun ait olduğu yere dönüş yolculuğunda iyi rehberler, güzel yoldaşlar olmaktır. Bizim de oğlumuzla ilgili niyetimiz ve hayalimiz bundan ibaret.

 Oğlunuzla buluşacağınız size nasıl haber verildi ve ne kadar süre sonra kavuştunuz? O anda ve sonrasında yaşadığınız hislerinizi anlatabilir misiniz?

Ahmet: Açıkçası yine yukarıda belirttiğimiz gibi profesyonellik eksiği nedeniyle haber verme de pat diye oluverdi. Başvurumuzdan on dört ay sonraydı. Biz artık süreç çok uzadı diye beklemekten, sürekli düşünmekten ve arayıp sormaktan yorulmuştuk. Yani neredeyse başvuru yaptığımız hatırımızdan çıkmış ve kendi yaşamlarımızın olağan akışında gider gelirken, bir Ramazan Perşembesinde saat 16:30 civarı bir telefon geldi, aynen aktarıyorum:

-Ahmet Bey merhaba.

-Merhaba.

-Ben …., sosyal hizmetlerden arıyorum.

-Aa merhaba ….. Bey, buyurun.

-Ahmet Bey yarın sabah kuruma gelebilir misiniz?

-Tabi gelelim inşallah.

-Eşinizle birlikte gelin ama bir de erken gelin mümkünse, 8:30-9:00 gibi, bazı evraklar var imzalamanız gereken.

-Tamam eşimle gelelim ve erken gelelim ama ne evrakı, hayırdır?

-Yarın sabah görüşeceksiniz ya, onun için.

-Kiminle?

-Çocukla.

-Nasıl?

-Yarın çocukla görüşeceksiniz. Birbirinizi göreceksiniz.

-Peki… sonra?

-Eğer uygunsa eve götürürsünüz.

-… Götürecek miyiz? Çocuğu mu?

-Evet.

-… Tamam, yarın görüşürüz.

Zehra: Akşam eşim beni işten aldı, eve geldik. “Sana bir şey söyleyeceğim, otur, ayakta durma,” dedi. Çok kötü bir şey söyleyecek sandım. Telefon konuşmasını anlattı. Çok sevindik. Ama çok da şaşırdık. Hiçbir hazırlığımız yoktu. Belki de on iki saat içinde anne baba olacaktık. Tarif edemeyeceğim bir heyecan, sonra telaş, endişe, panik… Aman Allahım! O anları anlatmak çok zor. Tamam, uzun zamandır bekliyorduk ama bu kadar aniden kavuşmak şaşkına çevirmişti bizi. Yapabilecek miyiz, becerebilecek miyiz diye çok endişe etmiştik. Yine de besmelemizi çekip ertesi sabah oğlumuzu görmeye gittik tabii ki. Görür görmez de onun bizim oğlumuz olduğunu bildik zaten. Gerçekten de o telefonun üstünden yirmi saat bile geçmeden oğlumuz evimizi teşrif etmişti.

Kur’an-ı Kerîm’de bir çok ayette yetimlere kol kanat germek ifadeleri geçiyor. Evlat edinme konusunda ise Müslümanların kafasında başta mahremiyet olmak üzere bazı sakıncalar oluşuyor. Ve bu sakıncalar maalesef evlat edinmeye engel oluyor. Sizler bu konuyu araştırmış insanlar olarak ne tür çözümler buldunuz?

Ahmet: Maalesef “Evlat edinmek caiz mi?” sorusuna verilen cevapların çoğu sert bir “Hayır!” dan ibaret,  yine bir çoğu özetle “sakıncalı,” demekle yetiniyor, geri kalanlar da ne şiş yansın ne kebap kabilinden yorumlar. Ortada kocaman bir sorun varken ve neresinden tutsak da çözüme katkı sunsak diye bakmak varken, neresinden tutsanız elinizde kalan yorumlar buluyorsunuz her yerde. Biz de bunu enikonu araştırdık, bulduğumuz çözümlerden mutmain olduk ve bu konuyla ilgili blogumuzda (evlatedindik.com) detaylı bir yazı yazdık, ilgi duyanlar orayı da okuyabilirler. Bu vesileyle çok kısa izah edelim.

Üç temel problem gördük ve üç basit çözüm ürettik:

1. Mahremiyet: En çok öne sürülen sakıncalardan birisi bu. Biz bu sakıncayı süt akrabalığıyla kolayca aştık. Oğlumuzun şu anda (teyze, hala ve annesinden) üç süt annesi, dolayısıyla üç süt babası ve bir sürü süt kardeşi var.

2. Nesep: İkinci önemli sakınca çocuğun nesebinin yani soyunun belirsizleşmesi ve evlat edinen aileye karışması durumu. Resmi olarak tüm nüfus kayıtları var zaten, çocuğun erişimine açık, dolayısıyla o kısma girmiyorum. Bunun yanında çocuğa erken zamanlarından itibaren evlat edinildiği usulünce anlatılmalı. Örneğin biz Enes’e okuduğumuz kitaplarla evlat edinmeyi anlatmaya başladık bile. Önce anlamazken normalleşmesini, biraz anlar olup vakti geldiğinde de usulünce durumumuzu izah etmeyi umuyoruz.

Çocuğa bilgi vermenin yanında, çevreden de evlat edinme bilgisi kesinlikle gizlenmemeli. Tıpkı nikahı duyurmak ve gizlememek gibi evlat edinme durumu da toplumdan gizlenmemeli. Ayrıca dinen yasaklanan şey evlat edinmek değil nesep sıkıntısı olacak şekilde bunun gizlenmesi, çocuğun toplum nezdinde evlat edinen babaya nispet edilmesi. (Ahzâb 33/4-5) Bu dini yasağı doğru anlamayıp ve anlatmayıp basmakalıp bir şekilde evlat edinmeyi yasaklamakla çok yazık ediliyor.

3. Miras: Bu sakınca en kolay çözümlenebilecek mesele aslında. Evlat edinilen çocuğa dinen miras düşmüyor. Tamam, ancak kişi sağlığında mirasa konu olan maldan rızasıyla çocuğa bağışlarsa sorun ortadan kalkıyor.

Dediğim gibi detaylarını blogda açıkladık, burada bununla yetinelim.

Paylaşımlarınızdan anladığımız üzere çocuğunuzu emzirdiniz. Biraz bunu açabilir misiniz?

Oğlumuza hala ve teyzesinden sonra ben de süt verebildim. Bir kadının süt anne olması için ne evli olması, ne de bir çocuk doğurmuş olması gerekiyor. Sütü olsun yeter. O sütü illa emzirmesi de gerekmiyor, bir şekilde çocuk onu yutsun, yeter. Üstelik bir damla olsa da…

Elbette en baştan beri bunun bana nasip olmasını diliyordum. Ama sütüm geldiğini fark ettiğimde o kadar azdı ki süt anne olamam sandım. Sütümü nasıl artırabileceğimin derdine düştüm. “Bir damla geldi, hemen çocuğa verdim de süt anne oldum” diyemedim. Fıkhi olarak “çocuk bir damla bile yutsa süt hısımlığı olur,” fetvaları var ama ben yine de bir seferde oğluma 8-10 kaşık süt verdiğim güne kadar kendimi süt anne sayamadım. Hiçbir zaman onu bir öğünde doyurabilecek kadar sütüm olmadı ama buna da bin şükür… Benim elimden bu kadarı geldi fakat daha çok gayret ve destek ile sütü artırmanın mümkün olabildiğini, bunu yapabilmiş süt anneler olduğunu da söylemeliyim.

Son olarak evlat edinmek/ebeveyn olmak isteyen ama cesaret edemeyen ailelere neler demek istersiniz?

Zehra: Cesaret önemli gerçekten ama gereken tek şey de değil. Karar arifesindeki kişi ya da ailelere bu yüzden cesaretsizliklerinin sebeplerini dikkatle incelemelerini, korku ve kaygılarının nasıl çözülebileceğini görmeye çalışmalarını tavsiye ederim. Karar sürecine çok fazla duygu karışıyor ama bütün bir ömrü etkileyecek bu kadar önemli bir kararı azami ölçüde mantıkla vermek gerek. Dikkatle kendi durumları üzerinde düşündüklerinde belki de onları adım atmaktan alıkoyanın cesaretsizlik değil, mesela isteksizlik olduğunu bile görebilirler. Evlat edinmek güzel bir eylem, ama herkes için en ideal yol olmayabilir. Biz bazı noktalarda rahatlıkla ve kolaylıkla yürüdük belki ama her ailenin yolu kendine özgü. Her evlat edinme süreci de öyle. Bu yüzden o benzersiz yola çıkıp çıkmama kararından önce kişilerin hem şahsi hem de aile olarak durumları, istekleri, hedefleri vs. hakkında farkındalıklarının olması elzem. “Çok istiyoruz, kurum da onayladı, cesaretimiz de var, evlat edindik” ile olacak bir şey değil bu. Çünkü yetişkinlerden öte ve öncelikli olarak burada çocuğun hayatı etkileniyor bu süreçten. Etki de ne demek? Kökünden değişiyor çocuğun hayatı, belki karakteri… Bunu merkeze alarak düşünmek lazım her şeyi.

Ahmet: Şefkatli, dengeli, besleyen bir aile ortamında büyümenin çocukların gelişimi üzerindeki olumlu etkisini ortaya koyan bir yığın bilimsel araştırma var. Öte yandan böylesi bir ortamı sunabilecek bir sürü aile ve bundan mahrum bir sürü çocuk var. Burada müthiş bir fırsat alanı bulunuyor; iyilik fırsatı, gelişim fırsatı, mutluluk fırsatı, üstelik herkes için… Bir aileyle bir çocuğun buluşmasından nasıl bir mucize ortaya çıkar, nasıl bir hayra kapı açılır, kimlerin hangi dünyası nasıl renklenir kimse bilemez. Evlat edinmek bir risk mi, elbette risk. Okula gitmek, işe girmek, evlenmek, biyolojik çocuğunun olması da risk. Yaşam risklerle dolu. Ama bu riske kucak açıp sarılmaya değer. Bir çocuğun güvenle size sarılması, gözünüzün içine gülmesi, sizin gölgenizde korunaklı ama cesurca büyümesi ve sonunda iyi bir insan olduğunu görmek dünyalara bedel. Korkmasınlar derim.

İçten ve samimi cevaplarla vakit ayırıp tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.

http://www.evlatedindik.com/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek