1984 yılından beri yayıncılık yapan Melike Günyüz ile ülkemizde çocuk edebiyatı, nitelikli okur yazarlık, editörlük, hikâyenin kahramanı gibi konuların konuşulduğu röportajımızı sizinle buluşturuyoruz.
Ayşe Mercan Kara’nın sorduğu isabetli sorularla sohbet tadında bir okuma deneyimi yaşayacaksınız.
Yayıncı, editör, eserleri on beş dile çevrilmiş çocuk kitapları yazarı, anne, eş, öğretmen, akademisyen, sivil toplum gönüllüsü, Erdem Yayın Grubu yöneticisi gibi pek çok önemli başlık hayatınızı tanımlamamıza güç veriyor. Peki sizce kimdir Melike Günyüz? Yayıncı kimliğinizle mi akademisyen kimliğinizle mi tanınmak hoşunuza gidiyor?
Aslında benim yayıncı kimliğim ve akademisyen kimliğim bir elmanın iki yarısı gibi. Zira yayıncılık tecrübelerim akademik yönümü besliyor. Biliyorsunuz üniversitede de yayıncılık ve çocuk edebiyatı dersleri veriyorum. Akademik çalışmalar ve projeler de yayıncı ve yazar yönüme katkı sunuyor. Dolayısı ile artık ikisini de bir bütün olarak görüyorum. İkisi ile birden anılmaktan mutlu oluyorum.
Çocuk kitapları yazmaya başlama serüveninizden bahseder misiniz?
Biraz klasik bir cevap olacak ama yazar olmak çocukluk hayalimdi. Hikâye ve roman yazarlarına ilk gençliğimden beri hayranlık duyarım. Bir karakter oluşturmayı, o karakter üzerinden olayları tasarlamayı, sonra bunları okuyucunun ilgisini çekecek şekilde bir üslupla yazabilmeyi büyülü bir uğraş olarak gördüm hep. Çalışma hayatıma çocuk kitapları yayınlayan Erdem Yayınlarında başlayınca da bir süre sonra ilk denemeler ortaya çıktı. Birlikte çalıştığım arkadaşlarımın yüreklendirmesi ile de ilk kitaplarım yayınlandı. Yazmak emek isteyen bir uğraş. Hem zihinsel olarak hem de fiili olarak sürekli yazmak gerekiyor. Fakat yoğun iş temposu sebebiyle ne yazık ki pek kurgu üzerine çalışamıyorum. Ancak editör arkadaşlarım üzerimde bir baskı oluşturup beni yazmaya mecbur ederlerse yazabiliyorum.
Türkiye’de “Çocuk Edebiyatı” kürsüsü henüz bulunmamakta. Bunun yayıncılık ve eğitim sektörleri açısından önemi sizce nedir?
Çocuk edebiyatı yazarlığı ve yayıncılığı çok yönlü bir uğraş. Hedef okur grubu çocuk olunca çocuk gelişimi, çocuk psikolojisi, eğitim bilimleri gibi birçok farklı disiplinin de araştırma ve inceleme alanına giriyor çocuk edebiyatı. Öte yandan estetik, dil bilim, anlam bilim gibi yönleri ile Türk dili, çeviri bilim ve karşılaştırmalı edebiyatın; sanat yönü ile de grafik, resim, tasarım gibi alanların; başta sosyoloji olmak üzere birçok farklı disiplin için de çok zengin malzeme barındırıyor. Ülkemizde genellikle çocuk edebiyatı metinleri eğitim bilimlerinin çalışma alanı gibi algılanıyor. Çocuk edebiyatı ana bilim dalının kurulması halinde farklı disiplinler arası yaklaşımlarla metinlerin farklı şekillerde incelemesi yapılarak yazarlar, yayıncılar, editörler ve öğretmenlere rehberlik edecek akademik çalışmalar ortaya çıkacaktır. Hali hazırda aslında bu alanda farklı disiplinlerden akademik çalışmalarda gözle görülür bir artış görüyoruz. Başlı başına bir bilim dalı olarak tanımlandığında bu bilgilerin bir merkezde toparlanması, uluslararası programlara katılım gibi pratik katkıları çok fazla olacaktır. Ayrıca ülkemizde henüz kurumsallaşmamış olan çocuk metinleri eleştiri/kritik çalışmaları da başlamış olacaktır.
Türkiye’de akademik çalışmaların çocuk yayıncılığı üzerine nasıl ilerlediğinden de biraz bahseder misiniz?
Aslında akademide çocuk edebiyatı ile ilgili ciddi tezler yapılmaktadır. Fakat bunların ekseriyeti özellikle Türkçe öğretimi alanında yoğunlaşma gösterdiğinden söz dağarcığını tespit etme, metindeki temaları tasnifleme, değerler eğitimi bağlamında inceleme gibi daha ziyade eğitim bilimi bağlamında metinlere yaklaşan çalışmalar olmaktadır. Sanat, estetik, anlambilim, yorumlama, metinler arasılık gibi edebiyat biliminin yaklaşımlarıyla daha da zenginleşecek akademik çalışmaların artmasını umuyoruz. Bu da tabi ki Türk Dili ve Edebiyatı ana bilim dalının altında yer alan Türk Dili, Halk Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı, Eski Dil gibi bilim dallarının yanına Çocuk Edebiyatı’nın da eklenmesi ile gerçekleşecektir.
Doktoranızı farklı bir alanda yapmanızın sebebi olarak Türkiye’de çocuk edebiyatı alanının bulunmayışı olduğunu daha önce belirtmiştiniz. Peki neden Eski Türk Edebiyatı alanını tercih ettiniz? Bu anlamda Divan Edebiyatı’nın çocuk kitabı yazma serüveninize katkısı ne oldu?
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisansa başladığımda bölüm başkanımız saygıdeğer hocam Günay Kut eski edebiyat profesörü olarak görev yapıyordu. Alanında uluslararası saygınlığa sahip otorite bir hocanın öğrencisi olmanın önemli olduğunu düşünerek Eski Türk edebiyatı alanında çalışmaya başladım. Doktora çalışmamı da İstanbul Üniversitesinde bölüm başkanı olan Kemal Yavuz hocamla tamamladım. Bu süreçte “Neden çocuk edebiyatı alanında çalışamıyorum?” diye hep hayıflanıp durdum. Fakat zaman içerisinde çocuk edebiyatına bakış açısının zenginleşmesinin edebiyat alanındaki birikimlere bağlı olduğu idrak ettim. Edebi birikim edinebilmek başta Türk dilinin kaynak metinleri olmak üzere Dünya edebiyatın metinlerini okumak ve üzerinde düşünmekle mümkün olacağı için Divan şiiri üzerindeki çalışmaların bu anlamda büyük bir birikim kazandırdığını fark ettim. 14. Yüzyıla ait bir Divan’ı şerh edebilmek için dönemin bilim anlayışına hâkim olmanız gerekiyor. Henüz bilim dallarının birbirinden ayrı ihtisas alanı olmadığı dönemin divan şairleri, tıp, matematik, tarih, din, edebiyat, astronomi gibi ilimlerle aynı anda ilgilenen bilim insanları idi. Yüksek donanıma sahip bu şairlerin eserlerini anlayabilmek ve farklı disiplinlere ait kavramların şiirde nasıl kullanıldığını çözebilmek için kültür tarihi, tıp tarihi, astronomi terimleri, Kur’an ayetleri, hadisler, tarihi olaylar, mitolojik hikayeler başta olmak üzere birçok alanla ilgili okuma yapmanız ve kaynaklara müracaat etmeniz gerekiyor. Bütün bu okumalar ve çalışmalar aslında edebi bakış açınızı zenginleştiriyor ve anlam dünyanızı genişletiyor. Yıllar sonra yazdığım çocuk metinleri üzerine akademik çalışmalar yapılmaya başladığında farkında olmadan yazdıklarım ile geçmiş metinler arasında nasıl ilişkiler kurulduğu keşfedilmeye başlandı. Ben de bir yayıncı olarak bize gelen dosyalar üzerinden, o metnin yazarının üslup sahibi olmasına katkı sağlayan okumalarının izlerini sürmeye başladım.
Çocuk medyası ve çocuk yayıncılığı açısından dilin önemi nedir?
Çocuğun anne karnındaki son haftalarında ana dilinin ritmine karşı bir duyarlılık geliştirdiği tespit edilmiştir. Doğduğundan itibaren çocuk ana dilini hızla öğrenmeye başlıyor ve 2 yaşına geldiğinde kelime dağarcığına her gün 20 yeni kelime ekleyebiliyor. Çocuk edebiyatının çalışma alanına giren bütün ürünler -ninniler, masallar, bulmacalar, şarkılar, fabıllar, öyküler- bir yandan çocuğun bu dil edinimi destekliyor bir yandan da kavramsallaştırma sürecine katkı sağlıyor. Bu sebeple bir kavram, bir durum, bir duygu ile ilgili hikâye oluşturmak çok önemlidir.
Nasıl karakter üretilir yahut üretilmelidir? Üretilecek karakterlere coğrafyanın ve geleneklerin etkisi yansıtılmalı mıdır?
Bir öykünün içinde yer alan, konuşan ve öykünün ilerlemesine katkıda bulunan insan ya da insanlaştırılmış canlı ya da cansızlara karakter diyoruz. Taş Masallarında ki Yalnız Taş da bir karakter, Keloğlan’da bir karakter, Keloğlan masalında Keloğlan’a yoldaşlık eden keçisi de ya da karşısına çıkan kötü kalpli vezir de bir karakterdir. Bir kitapta -ister yetişkin ister çocuk fark etmez- bu karakterlerin kişiliklerinin sahiciliği okurla kitap arasında bağı güçlü kılan unsurların en önemlilerindendir. Çocuk kitapları özellikle de resimli çocuk kitapları karakterlerin kişiliklerinin farklı yönlerini aynı anda sunabilecek uzunlukta değildir. Ama doğru kelime seçimi, kelimelerin güçlü çağrışımları okurun zihninde karakterlerin özelliklerini hissetmelerine imkân tanır. Gerçek hayatta kişiliklerimizin gelişmesinde geleneklerimiz ve coğrafyamız etkilidir. Fakat bu gerçek, bir metindeki karakterlerin coğrafya ve geleneğe bağlı olarak seçilmesi ile ona daha fazla empati duyabileceğimiz ya da onu daha çok benimseyeceğimiz anlamına gelmez. Yazarın bize tanıtması, olayları açması o karakterin kişiliğinin gelişime/değişimine/dönüşümüne şahitlik etmemiz üretilen karakteri güçlü kılar.
Okullarda öğretmenler evde ebeveynler çocuklar yerine kitap seçiyorlar. Yayıncılar da pazardan kârlı ayrılmak için onları memnun etmenin derdindeler. Peki, çocuğun daha mutlu bir okuma serüvenine sahip olması için ne yapılmalı? Özellikle ilkokul çağındaki bireylerin kitap seçimleri konusunda uygulanması gereken yöntem ne olmalıdır?
Öğretmenlerin çocukların okuma sevgisi kazanmalarında, iyi bir okur olmalarında, eleştirel okuma alışkanlığı kazanmalarında, okuma kültürü edinmelerinde katkıları çok büyüktür. Çocuklar için kaleme alınmış resimli kitaplar, sözsüz kitaplar, bilgilendirici kitaplar, şiirler, destanlar ve diğer bütün türler aslında eğitimin her bölümünde kullanılabilir. Matematik dersi için de sosyal bilgiler dersi için de hatta müzik dersi için bile koleksiyonlar oluşturabilir ve böylelikle kitaplar eğitimin her aşaması için öğrencinin öğrenme serüveninde yol arkadaşı olabilirler. Burada bizim üzerinde durduğumuz şey öğretmenlerimizin Türkçede yayınlanan yerli ve yabancı yazarlara ait geniş koleksiyonlardan haberdar olmaları, bunları nasıl kullanacakları konusunda bir yol haritalarının olması, kitapla çocuk arasındaki sevgi bağının güçlendirilmesinde katalizör olmalarıdır. Elbette çocuklar okul dışında eğlence odaklı kitaplar okuyacaklar. Fakat öğretmenlerin seçimi çocuklardaki merak ve heyecan duygusunu kamçılayacak ve fakat aynı zamanda dil gelişimi, estetik duyarlılık, öğrenme iştiyakı konularında çok daha fazla şey kazandıracak kitaplar olacaktır.
Erdem Yayınları olarak pek çok çeviri esere sahipsiniz. Sizin yazdığınız eserler de diğer dünya dillerine çevriliyor. Hatta en son Moğolcaya çevrilen bir Nasreddin Hoca’mız var. Çeviri eser yayınlarken temel kıstaslar ne olmalıdır? Mesela tamamen aslına sadık mı kalınmalı?
Çocuk edebiyatında çeviri konusunda zaman zaman teorik ve pratik tartışmalarla karşılaşıyoruz. Hem yayıncı olarak hem de uzun yıllar çocuk edebiyatı çeviri atölyeleri moderatörlüğü yapmış biri olarak konunun yayıncılar cephesi ile çevirmenler cephesinin birbirinden farklı olduğunu söyleyebilirim. Aslına sadık kalarak çeviri yapmayı önemseyen birçok çevirmen, çocuk alanında çeviri yaptığında da aynı sadakatle kitapları Türkçeye aktarıyor. Oysa çocuk kitabında hele de okul öncesi çocuk kitabında kelimelerin kullanım sıklığı, hedef dildeki çağrışımı gibi birçok unsur kelime seçiminden cümle uzunluğuna kadar birçok durumu etkiliyor. Yayıncılar cephesinden konuya yaklaştığımızda farklı bir durumla karşılaşırız. Çocuk yayınlarının telif hakları başka dillere satıldığında kitapların belli oranda adaptasyonuna izin verilir. Zira esas olan hikâyenin kendisinin ve verilmek istenen konunun o dile çocukların anlayacağı şekilde aktarılmasıdır. Kimi çevre durumları, toplumdan topluma değişen pedagojik yaklaşımlar çevirinin bir başka dilde anlamsız hale gelmesine sebep olabilmektedir. Bunun belki en uç örneği Harry Potter kitabının orijinal dilinin İngilizce olmasına rağmen Amerikan edisyonunda farklılık yapılmasıdır. İngiltere İngilizcesinde kullanılan bazı yaygın kelimeler, hatta para birimleri Amerikan İngilizcesi ile değiştirilmiştir. En sık yapılan değişikliklerden birisi de karakter isimlerinin türkçeleşmese bile okunduğu gibi yazılmasıdır. Çocuk alanında ilk defa çeviri yapan çevirmenler, editörlerin yaptıkları müdahaleleri görünce bazen itiraz etmektedirler. Zira cümleler birleştirilebilmekte, bazı cümleler silinmektedir. Buradaki ölçü bir çocuğun ana dilinde o metinle buluştuğunda anlaşılabilir, zihninde boşluk oldurmayacak şekilde hikâyeyi anlamlandırabilmesidir. Bu alandaki usta çevirmenler bazen bir kelime ya da cümleyi en doğru şekilde Türkçeye aktarabilmek için haftalarca üzerinde çalışmaktadırlar.
Nasihat makamında oturan değerler eğitimi anlayışı gittikçe rağbet görüyor. Sanırım bu yetiştirilme metotlarımızla da ilgili. Yayınevinize gelen dosyalarda değerler eğitiminin nasıl işlenmiş olmasına dikkat ediyorsunuz? Milli ve manevi şuuru çocukta oluşturmak isteyen eserler kaleme alırken dikkat edilecek hususlar nelerdir?
Aslında öncelikle güzel bir hikâyenin peşindeyiz. Sağlam bir hikâye akıcı bir üslupla ve yerli yerine oturmuş karakterle anlatıldığında aslında değerler eğitiminin içini dolduran kavramlara gönderme yapacak zeminin üstüne oturuyor demektir. Cesaret, yardımlaşma ve dayanışma, empati, hayvan sevgisi, tabiat sevgisi, kahramanlık, aile, arkadaşlık ve dostluk gibi birçok konu neredeyse çocuk edebiyatı metinlerinin tamamında işleniyor. Fakat özellikle eğitim sistemimiz her metni bu kavramlar çerçevesinde etiketlememiz hususunda bir taleple geliyor. Zira değerler eğitimi müfredatın konusu haline geldiğinde kitapları bu şekilde tasniflenmiş olmak eğitimcilerin bir anlamda işini kolaylaştırıyor. Fakat öte yandan bir okur olarak içinde hangi temanın yer aldığını kitabın daha en başında biliyor olmak bence kitabın büyüsünü bozan bir şey. Fuarlarda ve yazar etkinliklerinde kitap-çocuk ilişkisinde yaptığım gözlemlerden birisi de çocukların üzerinde örneğin değerler eğitimi/yardımlaşma yazan bir kitabı gördükleri anda kitabı ellerinden bırakmaları ve satın almak istememeleridir. Zira konusunu ve sonunda ne olacağının ipucunu veren bu etiketleme okumayı bir serüven olmaktan çıkarmaktadır. Dolayısı ile benim tavsiyem bu etiketlemeleri kitapların kapaklarında görünür şekilde yapmamak yönünde.
Sorunun ikinci kısmı biraz daha zorlayıcı. Milli ve manevi şuuru çocukta oluşturacak eser kaleme almak isteyenlerin yapacağın en önemli şey iyi bir edebiyat okuru olmak, kelimelerle çok iyi arkadaş olmak ve çokça deneme yapmak. Ne kadar çok yazarsanız o kadar kaleminiz inceliyor ve üslubunuz güzelleşiyor. Bu da edebiyat yoluyla vermek istediğiniz mesajın o denli etkili olmasını sağlıyor.
Çocuk edebiyatında ayakları yere sağlam basan kitap eleştirilerine Türkiye ‘de rastlamak pek mümkün değil. Eleştirinin metne katkısı nedir sizce?
Eleştiri kelimesinin Türkçede olumsuz bir çağrışımı var. Oysaki biz edebiyat eleştirisi derken aslında “inceleme, değerlendirme, yorumlama, metnin veya kitabın olumlu ve olumsuz yanlarını öne çıkarma” anlamlarını kastediyoruz. Bu eleştiriler okurun metni daha iyi anlaması için rehberlik ederken eser sahibine de yazdığı metnin farklı okurlar tarafından nasıl algılandığı nasıl yorumlandığı konusunda fikir verir. Bir yazar için, yapılan bu kritikler aslında kendi yazarlığının gelişimi noktasında kıymetlidir. Öte yandan bu alanda yazmak isteyenler için de bence bu değerlendirmeler yol açısı olmaktadır. Kendi çalışmalarımdan örnek verecek olursam yazdığım çocuk metinleri üzerine yapılan akademik değerlendirmeler ve eleştiriler özellikle kendi edebi birikimimin yazdıklarıma nasıl yansıdığını görebilmek için bana kılavuzluk etmiştir. www.cocukyazini.com gibi platformlarda kitaplara yönelik gençlerin kaleme aldığı kitap eleştiri yazılarını çok kıymetli ve ufuk açıcı buluyorum.
Türkiye’de yazılan ve basılan kitaplarda sağlam karakterlerin olmadığı söyleniyor. Siz bu fikre katılıyor musunuz? Sebepleri nelerdir?
Aslında karakter oluşturma konusunda çocuk metinlerinde biraz sorun yaşadığımızı düşünüyorum. Yazarlarımızın büyük çoğunluğunun karakterlerden ziyade olay akışına odaklandığını gözlemliyorum. Oysa ki özellikle de çocuklar sürekli deneyimleyerek, hata yaparak, düşe kalka hayatı tanıyor ve öğreniyorlar. Bizim metinlerimizin en büyük açmazı hikayelerimizde çocukların hata yapmasına çok izin vermememiz. Çocuklara iyi örnek olması için neredeyse mükemmele yakın kahramanlar üzerinden hikâye anlatmaya çalışıyoruz. Bu da okurun çocukla empati kurması ve dolayısı ile unutulmaz bir kahraman olmasını engelliyor. Bunun en güzel örneği belki Harry Potter ve Saftirik kitaplarıdır. Bu kitapların bu denli başarılı olmasının arkasında yatan sebeplerden birisi kahramanların büyüme/olgunlaşma süreçlerinde okurun onlar adına endişe duymalarına, üzülmelerine sevinmelerine izin verecek kadar yazarların onlara hata yaptırmaları, iç mücadelelerini, hayallerini, umutsuzluklarını, beklentilerini okura hissettirmeleridir. Yani sahici karakterleri kitaplarına yerleştirmeyi başarmalarıdır.
Pandemi süreci sebebiyle pek çok edebiyat fuarı iptal oldu yahut online olarak gerçekleştirilme kararı aldı. Hatta buna Bologna’ da dâhil. Geçen hafta gerçekleştirilen Çocuk ve İlk Gençlik Yayımları Çalıştay’ıda aynı şekilde ülkemizde online olarak gerçekleştirildi. Hatta ikinci oturumda başkanlık etmiştiniz.Bu anlamda yayıncılık sektörü fırsatlar ve engeller bağlamında eşitlendi diyebilir miyiz?
Özellikle uluslararası alanda Dünya’nın büyük oyuncuları ile eşit hale geldik. Hatta 15-17 Kasım 2020 tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz Turla Meetings toplantılarına 72 yabancı 70 Türk yayıncı katıldı ve 3 gün boyunca zoom üzerinden 500 görüşme gerçekleştirildi. Endonezyadan Brezilya’ya yayıncıları buluşturduk. Kurduğumuz basit sistemden bütün katılımcılar çok mutlu oldular ve uluslararası alanda yaptığımız çalışmalardan övgüyle söz ettiler. Bu durumun birçok alan için geçerli olduğuna inanıyorum. Bize düşen önümüzdeki engellere değil fırsatlara odaklanmamız. İçinde bulunduğumuz durumu fırsata dönüştürmemiz ve ortak akılla çalışmamız gerektiğine inanıyorum.
Sizce zor konular çocuklara anlatılmalı mıdır? (Taciz,boşanma,ölüm…)
Elbette anlatılmalı. Çocuğun hayatı tanımasını istiyorsak her konuda yazma cesareti göstermek durumundayız. Konunun iki yönü çok önemli: Birincisi bu tarz konuları işleyen kitapları çocukları yakından tanıyarak onlara sunmak gerekliliği. Her kitap her çocuk için değildir. Bu konulara ihtiyacı olan çocuklara sunmak gerekiyor. Konunun ikinci yönü ise bu zor konuları işleyen kitapların da gün sonunda çocuğu endişeye sevk etmemesi tam tersine umut aşılaması. Yazım aşamasında konunun hangi yönü ile hangi yaş grubuna sunulacağına dikkat edilerek yazılması ve yayınlanması gerekmektedir.
“Okuma Kültürü Çalıştayı” adlı bir çabanız var. Bu çabanın fırsat eşitsizliğini giderme noktasındaki rolü hakkında neler söylemek istersiniz?
Bu soru benim çok kıymetli teşekkür ederim. Okuma kültürü çalıştayının yapılma gerekçesi şu idi: Her platformda okuma kültürünün çok önemli olduğuna dikkat çekiyoruz, çocukların bu alanda yetkinlik kazanması gerektiğini söylüyoruz fakat bunu toplumun her kademesinde nasıl yaygınlaştıracağımız konusunda biraz kafamız karışık. Okullarda 20 dk. Okuma saatleri yapmakla, bütün sınıfa aynı kitabı okutup ardından okudukları kitaplar hakkında onları teste tabi tutarak ve not vererek gerçekten okuma sevgisi kazandırabilir miyiz? Ya da kütüphaneler kurarak ve fakat bu kütüphanelerde okuyucuyu doğru şekilde yönlendirecek, okuyuculara rehberlik edecek ekibimizi yetiştirmeden de bunu sağlayabilir miyiz? Kamunun bu alandaki rolü nedir? STK çalışmaları etkili midir? Bütün bunları masaya yatırdığımız, konuyu farklı yönleri ile ele aldığımız ve gün sonunda uygulanabilir örnek projeler ortaya koymaya çalıştığımız bir çalıştay oldu. Bunun en önemli etkilerinden birisini de hiç şüphesiz sizin işaret ettiğiniz fırsat eşitsizliğini giderme noktasında bir kamuoyu oluşturmasıdır. Konunun ülke çapında kişiler, kamu kurumları, kanun koyucular, STK’lar nezdinde bir tartışmayı başlatmasıdır.
Yazmak için Keloğlan ve Nasreddin Hoca karakterlerini seçmenizin sebebi nedir?
Uluslararası fuarlara katıldığımda Avrupa ve Amerika’nın ürettiği çocuk kitaplarını gördükten sonra Dünya’ya farklı eserler sunabilmenin yolunun gelenekten beslenmekle mümkün olduğunu keşfettim. Bunun bir yolu geleneksel masalların bugünün çocuğu için yeniden anlatılması ve resimlenmesi diğer bir yolu ise klasik metinlerin metaforlarından yola çıkarak yeni metinler üretmek. Keloğlan ve Nasrettin Hoca metinleri denediğim birinci yoldu. Diğer metinlerimde ise ikincisini yapmaya çalışıyorum. Masallarımız, hak hikayelerimiz ve mitolojik metinlerimizden damıtılmış ortak konulardan modern metinler yazmaya çalışıyorum.
Türkiye’de çocuk kitapları yayıncılığının gidişatını genel anlamda değerlendirir misiniz?
Kesinlikle göz kamaştırıcı buluyorum. Artık elimize aldığımız bir kitabın çizerinin ve yazarının ismine bakmadan yerli bir üretim mi yoksa çeviri bir eser mi olduğunu anlamakta zorluk çekmeye başladık. Yani özellikle resimli kitaplarda resimleme ve tasarım bakımında Avrupa standartlarında eserler üretmeye başladık. İlk gençlik döneminde de benzer şekilde çok iyi kurgular ortaya çıkmaya başladı. Öte yandan çocuk alanında yayın yapan yayıncılarımız uluslararası pazarda açılım yapmaya başladılar ve kitapların telifleri birçok dile çevrilmeye başlandı. Önümüzdeki 5 yıl içinde Türk yayıncıların Dünya pazarından önemli bir oyuncu haline geleceğine inanıyorum.
Türkiye’de yaşayan, hayalleri yurt dışında büyüyenlere göre daha dar olan yetişkinlere ve çocuklara düşlerin sınırsız kapısını aralayabilmeleri için neler tavsiye edersiniz? En çok da yazmaya meraklı olanlara J
Edebiyat bir bütündür. Bizim çocuk edebiyatı ayrımımız okuyucunun seviyesini belirleme mecburiyetinden doğuyor. Dolayısı ile iyi bir şair, iyi bir romancı olmanın yolu ne ise iyi bir çocuk edebiyatı yazarı olmanın yolu da aynıdır. Kelimelerle aranızın iyi olması, kelimeleri yan yana getirerek etkili söz söyleme becerisinin gelişmesi, orijinal kurgular hayal edebilmek. Bunun için de okumak, okumak, gözlemek ve sürekli yazmak.
Son olarak size on kelime vermek istiyorum. Sizdeki yankılarını bir yahut iki kelime ile dile getirirseniz çok memnun oluruz.
Gakguk: İlk göz ağrım
Erdem: Evim, ailem
Kalem: Hayat felsefem
Editör: Var oluşum
Ekran: Eğlence
Desen: Ailemin kadınları
Melodi: Ruh halim
Ezber: Kabusum
Çay: Arkadaşım
Masa: Kahır
Kıymetli vaktinizi bize ayırıp sorularımızı cevaplandırdığınız için çok teşekkür ederiz.