Şiir okumayı hem de içine çiçek kokusu sinen şiirleri okumayı seviyorsanız bu yazımız tam size göre. Yaşarken âleme bakmayı hatırlatan şairlerin şiirlerine ilham olan çiçekleri hatırlamak gününüze güzellik katacaktır.
Keyifli okumalar…
Şairlerin izini şiirlerindeki çiçekler üzerinden sürelim mi? İbrahim Tenekeci’nin ‘İkisi de azizdir: Sular ve iyi insanlar’’ dediği gibi… Şiirlerin ve çiçeklerin azizliğine de inanıyoruz. Şairler darası alınmış sözün özüyle bizi büyülerken bazı mısralarından çiçek kokuları yükseliyor.
Kâinatın özü, süsü çiçekler. Peki, şairler çiçek isimleriyle neyi imgelemişlerdi? Gelin beraber okuyalım.
Sezai Karakoç ve Monna Rosa
Sezai Karakoç, Monna Rosa Şiirler I kitabında, çiçek isimleri arasından en çok gülü kullanmıştır. Şairin en çok bilinen ve sevilen şiiri Mona Rosa ‘‘Tek gül’’ anlamına gelmektedir. Karakoç, Monna Rosa’yı yazış sebebini şöyle açıklar: “Orhan Veli akımı bir sel gibi edebiyatımızı kaplamış, okul kitaplarında henüz Yahya Kemâl’in saltanatı devam ediyorduysa da piyasayı Orhan Veliciler istilâ etmeye başlamıştı. Yaşlılar, Edebiyat Fakültesi profesörleri, makalelerinde Yahya Kemâl’den bahsediyorlardı ama dergilerde gençler Orhan Veli ve arkadaşlarının açtığı çığırdan giderek, tüm geleneksel şiir değerleriyle ilişkilerini kesmiş bulunuyorlardı. ‘Şairânelik’ hor görülüyordu. Hececiler susmuş, hecenin kırılışını temsil eden Fazıl Hüsnü ve Cahit Sıtkı gibi şairlerde Orhan Veli akımına uyum sağlama çabasına girmişlerdi. Edebiyatımızın ‘gül’, ‘bülbül’ gibi mazmunları alay konusu olmuştu. Bütün değerler yere serilmiş gibi gözüküyordu. Ben hecede ısrar ediyordum. ‘Gül’ kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. ‘Monna Rosa’ (Mona Roza) böyle doğdu. Modern bir Leylâ ile Mecnun denemesiydi bu.” **
Monna Rosa siyah güller ak güller
Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Monna Rosa siyah güller ak güller!
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
Annenin saçları beyaz,
Anne saçlarını yoluyor.
Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç
büyür, çocuk büyür;
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.
,
Göğsüme siyah bir gül takacağım.
Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağım.
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz…
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Monna Rosa şiirinde Karakoç, zambağı da anar. Şairin çiçeklerle neyi imgelediği onun zihninde saklıysa da okuyucu etkilediği aşikârdır. Zambak; Yunan mitolojisinde geçen eski bir çiçektir. Saflık ve adanmışlık anlamının yanı sıra ülkemizde asaleti simgelediği bilinmektedir. Soğuk havalarda kökleri, toprağın altında korunduğu için zorlukları aşmayı ve kolaylığa ulaşmayı çağrıştırır.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte bir gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.
ERDEM BAYAZIT VE ŞİİRLER
Şiirlerini, kâinatın eşiğinden ayırmayan şair. Mısralarını sıklıkla ağaçlar, çiçekler, renkler, ay ve güneşle beslemiş. Şiir ile şuurun aynı kökten geldiğini biliyoruz. Arapça ’da şiir kelimesinin kök anlamı‘‘Kıl tüy veya saç teli’’ dir. Savaş Barkçin bir yazısında bu manaya işaret ederken şiirin kıl gibi ince söz söyleme marifeti olduğunu belirtmiş. Çiçek isimleri mısralara zariflik ve inceliği vermede şairleri oldukça cezbetmiştir.
Sümbül: Bağlılık ve sevgi
Nergis: Farklı anlamları olsa da şiirde ‘Neşe’ manasıyla öne çıkıyor.
.
Burçlarında ceylan taşıyan yücelere ey
Ayın hüzün saatı gözlerinden
Kuytu yerlerine sümbüller dökülen
Nergisler açan eteklerinde
Göklerden muştular indiren güvercinleriyle
Dorukları bembeyaz yaş9maklarıyla
Güneşe uzanan ağaçlarıyla
Zamanla hiç geçmeyecekmiş gibi donduran
Ey bir yanıyla derin sulara dayanan
Ey dağlar neredesiniz ey.
.
Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu.
Adı Ferhat mıydı neydi
Koyunların kuşların böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Her birinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.
Gül, Erdem Beyazıt’ın şiirlerinde de hak ettiği yeri almıştır.
Bir yıldız kayıyor kayıyor
Bir dal uzuyor uzuyor
Bir gül kanıyor bir seher vaktinde
Yanıyor bir ateş için için
İçimde içimin de içinde
Bir ezgi dönüyor dönüyor
Bir ney eriyor dudaklarımda
Aşkın bir adı da yorulmamaktır.
ŞÜKRÜ ERBAŞ VE ve YAŞIYORUZ SESSİZCE
Gülhatmi çiçeğiyle çocukluğunda yolu kesişmeyen var mıdır? Çanak yapraklarının ucu açılıp alına veya çeneye yapıştırılınca gülhatmi, çocuklar için horozculuk oyununun vazgeçilmezidir. Kendisi aynı zamanda Güney Kore’nin resmî simgelerindendir. Ulusal marşlarında “ebedî güller” olarak yer alır. İsminin anlamı “Ölümsüzlük çiçeğidir.” Adına yakışır özelliklerinden biri dalından koparıldıktan sonra uzun süre solmamasıdır.
Kirpiklerin
Bir bahçe dolusu gülhatmi
Belikleri çözülmemiş kar uykuları
Acemi bir deniz sevinci
Gövdende boncuklanan gökyüzü
Girdi içeri.
Suçiçekleri kapandı
Gölgeler büyüyor
Son güneşleri yalıyor
Kediler tüylerinde
Dalgınlıktan öte
Bir dünya camlarda
Zaman buğulanıyor
Çocuklar hâlâ yaz
Bir avuç bahçelerde
Gidenler çoğaldı
Acı veriyor her şey
Ölüm iyiliği olmalı
Bu çaresizlik
Kendimi bile anlıyorum
Annem şu güz hatmisi
Ben ondan geç
Çoğa vardı öğrenmek
Yaşamayı seviyorum…
* Erdem Beyazıt
**Hâtıralar, Diriliş, S.49, 1988
www.cicekbilgisi.com
Savaş Barkçin Kalbin Aklı. İnsan Yayınları, 2016.