Reşat Nuri Güntekin, öyküyle ilişkisini çocukluğuna kadar götüren bir yazar. Güntekin, henüz okul çağına gelmeden, lalasının anlattığı masalların tadını alır. Bu alaka Çanakkale’de kış geceleri komşu hanımların okudukları romanlarla gelişir.
Ayrıca babasının kütüphanesi sayesinde kitaplara olan merakı da artar. Güntekin, bu kütüphaneyi hayatında ayrı bir yere koyar. Çünkü babasının kütüphanesi diğerlerinden farklı olarak hem doğu hem batı eserlerini içerir.
Büşra Tümkaya 7 Aralık 1956’da Londra’da vefat eden, 13 Aralık günü Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilen Reşat Nuri Güntekin’in hayat hikayesini ve eserleri hakkında bilgileri netyazı için derledi.
HAYATI
Reşat Nuri Güntekin, Türk romancılığında önemli bir isimdir. Birçok tiyatro eseri, hikâye ve romanı mevcuttur. Eserleri sinema, televizyon programı ve tiyatro olarak sergilenmektedir.
Güntekin; 25 Kasım 1889 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1927’e kadar Fransızca ve Türkçe öğretmenliği yapmış ve müdürlük görevlerini üstlenmiştir. Güntekin, 1927’de maarif müfettişi olmuş ve Dil Heyeti’yle çalışmalara imza atmıştır. 1939’da ise Çanakkale milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir. Güntekin, görevini 1946’ya kadar sürdürmüştür.1950’de UNESCO Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris’e gitmiştir.
Güntekin’e Akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavisi için Londra’ya gitmiş ve orada hastalığına yenik düşerek vefat etmiştir. 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı’na gömülmüştür.
ESERLERİ VE FİKİRLERİ
Reşat Nuri Güntekin, öyküyle ilişkisini çocukluğuna kadar götürür. Güntekin, henüz okul çağına gelmeden, lalasının anlattığı masalların tadını almıştır. Bu alaka Çanakkale’de kış geceleri komşu hanımların okudukları romanlarla gelişir. Ayrıca babasının kütüphanesi sayesinde kitaplara olan merakı da artar. Güntekin, bu kütüphaneyi ayrı bir yere koyar. Çünkü babasının kütüphanesi diğerlerinden farklı olarak hem doğu hem batı eserlerini içerir.
“ Babam için bana yine muamma kalmış bir ikinci şey, bu kütüphanenin pek rastgele bir kütüphane olmaması idi. Türkçe, Farsça divanlara, bizim divanların en iyilerine, kalın Mesnevi, Hafız şerhlerine, bütün Edebiyat-ı Cedide’ye ve daha evvelkilere haydi bir dereceye kadar bir menşe tasavvur edilebilsin; fakat Voltaireleri, Rousseauları, Montesquieleri ile eski Biblioteque Nationale’in mavi kaplı, ucuz klasikler edisyonunun hemen tamamını, Balzaclar, Flaubertler, Zola ve Daudetlerle Fransız realist ve naturalistlerin i ; ……..” [1] notuyla babadan kalma kütüphanenin zenginliğini ifade etmiştir.
Kütüphanede ki bu çeşitliliğin, yazarın duydu ve düşünce dünyasını da geliştirdiği iddia edilir. Sanat türlerinden en çok tiyatroya ilgi duyan Güntekin, bir hatır gönül ilişkisi için ilk romanını yazar. Bu ilk adımında sonra yaklaşık yirmi tane daha roman yazmıştır.
“Gizli El benim ilk romanımdır. Mütarekenin ilk yıllarında Dersaâdet isminde bir gündelik gazete çıkarmaya hazırlanan Sedat Simavi arkadaşım benden bir roman istedi. O zaman tiyatro piyesleriyle uğraşıyor ve roman yazmayı hiç aklımdan geçirmiyordum. Yapamam dedim. Yaparsın; dedi, roman ile tiyatro zaten kardeş sanatlardır.”[2]
Güntekin, arkadaşı Simavi’nin tezini hayatı boyunca tutar. Yazar’ın bir eli romandaysa diğeri tiyatroda kalır. Hatta yazar, romanlarının da tiyatro versiyonlarını yazmıştır. “Ve bende hemen bütün romanlarımın tiyatro halinde senaryoları vardır.”[3] Güntekin’in kurmacasında muhakkak bir aile argümanı bulunur. Aile birliğinin önemi çeşitli vasıtalarla okuyucuya hatırlatılmaya çalışılır. Güntekin ; ‘‘Aile bir memleketin en ehemmiyetli bir kurumudur” der. Yazar hususi olarak “yaprak dökümü” romanının yazılış amacının, ailenin önemini görünür kılmak olarak da açıklamıştır.
“Bizim inkılabımız ikidir: İçtimai müesseselerimizdeki inkılap, aile hayatımızdaki inkılap… Birincisinin mucize denecek kadar kolay geçmiş olmasına mukabil, İkincisi güç olmuştur ve hele büyük şehirlerin aile hayatında büyük sarsıntılar yapmıştır ki, böyle olması zarurîydi de… Üstelik bu inkılabın harp sonu adı verilen bütün dünya için karmakarışık bir devre tesadüf etmesi, vaziyetimizi büsbütün güçleştirmiştir. Yaprak Dökümü, ufak tefek serpintileri ile hâlâ devam eden o fırtınanın eseridir”
Güntekin, devrinin yozlaşmış, değerlerini kaybetmiş, kimliklerini yitirmiş olduğunu düşünür. Bütün bunlar Güntekin’e göre yanlış batılılaşmanın sonucudur. Güntekin aileye verdiği önemin neticesinde, Erenköy Kız Lisesi’nde öğrencisi olan Hadiye Hanım’la 1927’de evlenir. Notlarından anlaşılıyor ki bu evlilik onun sermest arzularını kısıtlamamıştır.
“ Ben çokça gezerim. Bunlar, diplomat gezileri gibi, planlı, programlı şeyler değildir; daima kendi sınırlarımız içindedir; yelken gemileri gibi esecek rüzgâra göre rota değiştirir. Bazı saatlerce tenha bir istasyonda tren yahut güneşle beraber uyumuş bir küçük kasabanın otelinde uyku beklerim. Fazla bir yağmur, yahut kar fırtınasında bir iki gün köyde kapanıp kalırsam arayıp soranım bulunmaz. Gün olur ki bomboş bir ovanın ortasında otomobil bozulur; şoför yoldan geçen kamyonlardan pompa, tel, meşin ve lastik parçaları tedarik edip makine veya tekerleğini tamir edinceye kadar etrafta dolaşırım; yahut eski taş basması Muhammediye’lerdeki cennet bağı resimlerini andıran cılız bir ağacın altında otururum. Bu saatlerde vakit öldürmek için icat ettiğim çarelerden biri de elime geçen bir kağıt parçasına yollarda gördüğüm öteberiyi karmakarışık not etmektir.” [4]
Tek uğraşı yazarlık olmamasına rağmen fırsat bulduğu her an kurmacalarına malzeme toplamaya devam eden Güntekin, bu çabasının da karşılığını hem devrinden hem de sonraki yıllarda görmüştür. Güntekin’in yaşadığı dönemde yapılan bir anket ve çarpıcı sonuçları şöyledir; “ Üniversitede okurken muhtelif şehirlerden iki bin lise talebesi arasında yaptığımız bir ankette ‘en sevdiğiniz romanın ismi?’ diye sormuş, hemen hemen bin dokuz yüz talebeden ‘ Çalıkuşu’ cevabını almıştık. ‘En beğendiğiniz roman kahramanı?’ sorusuna gençler ‘ Çalıkuşu’ndaki Feride’ diye cevaplandırmışlar, ‘kim gibi olmak istersiniz?’ denince de hemen bütün kızlar, ‘Feride gibi’ diye karşılık vermişlerdi.” [5]
Güntekin, devrinin gençlerine model olabilecek karakterler oluşturmuştur. Bu ivmenin sebebi ise yazarın romanlarını, Anadolu ve şehir hayatında da tespit ettiği sorunları ve halkın gerçeklerini konu edinmesidir. Hayatını sanata adayan ve sanatı insanla beraber sevdiğini söyleyen Güntekin hassas bir duygu dünyasına sahiptir. Nitekim o bu durumu şöyle açıklar;
“Sanatkâr, duyguları başka insanlardan daha fazla keskinleşmiş insandır. Böyle olunca ıstırapları da elbette daha büyük olacak ve bunların yankıları eser üzerinde görülecektir.”[6]
Yazar, akciğer kanserinden Londra’da vefat etmiştir.
Bazı eserleri şunlardır;
ROMAN:
- Çalıkuşu (1922)
- Gizli El (1924)
- Damga (1924)
- Dudaktan Kalbe (1925)
- Akşam Güneşi (1926)
- Bir Kadın Düşmanı (1927)
- Yeşil Gece (1928)
- Acımak (1928)
- Yaprak Dökümü (1930)
- Kızılcık Dalları (1932)
- Gökyüzü (1935)
- Eski Hastalık (1938)
- Ateş Gecesi (1942)
- Değirmen (1944)
- Miskinler Tekkesi (1946)
- Harabelerin Çiçeği (1953)
- Kavak Yelleri (ölümünden sonra 1961)
- Son Sığınak (ölümünden sonra 1961)
- Kan Davası (ölümünden sonra 1962)
ÖYKÜ:
- Gençlik ve Güzellik (1919)
- Roçild Bey (1919)
- Eski Ahbap (1919)
- Tanrı Misafiri (1927)
- Sönmüş Yıldızlar (1928)
- Leyla ile Mecnun (1928)
- Olağan İşler (1930)
Reşat Nuri Güntekin’i ölüm yıl dönümünde anıyoruz
[1] “ ilk Romanımın Romanı” , Gizli El, 1976 İstanbul.
[2] “ Üstadla Bir Mülakat” , Edebiyatçılarımız Konuşuyor. 1953
[3] ‘‘Reşat Nuri Nasıl Yazdığını Anlatıyor” , Hikmet Feridun Es, Muhit, 1933
[4] Anadolu Notlan, Cilt I. s. 5
[5] Nezihe Araz, Havadis, 8. 12. 1956
[6] Leman Özkangil, “ Reşat Nuri Anlatıyor” 22. I. 1954 22. I. 1954