Behiç Ak İle Röportaj / Ezgi Alkan Tuzcu

Çocuk kitapları yazarı, oyun ve öykü yazarı, karikatürist, belgesel film yönetmeni Behiç Ak çok yönlü bir sanatçı. Çocuk edebiyatında kendine özgü duruşuyla günümüzün hikayesini yazıyor. Anlatıyı mizah ve düş gücünün potasında ustaca erittiği için ortaya çok iyi kitaplar çıkıyor. Kendine özgü bakış açısıyla hem çocuklara hem yetişkinlere hitap edebilen usta yazar Behiç Ak ile edebiyata, çocuklara, eserlerine ve şehirlere dair çok keyifli bir sohbet ettik.

  • “Bütün yetişkinler bir zamanlar çocuktu ama çok azı bunu hatırlar.”

Kendi çocukluğunuzdan bahsedebilir misiniz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Çocuk edebiyatı tutkunuzun bir nedeni de çocukluğunuza duyduğunuz özlem olabilir mi?

 Behiç AK: Hepimizin içinde çocukluğumuz hâlâ yaşıyor. Çocukluğumun tabii çok etkisi var. Çocukluğumuzun bir kısmı Samsun’da geçti. Samsun yüz bin kişilik bir şehirdi, yürüyerek yarım saatte şehir dışına ulaşıyorduk ve şehir dışı tamamen uçsuz bucaksız kumsalların olduğu, her şeyin tamamen doğal olduğu bir yerdi. Çocukluğumdaki Samsun’u bugünkü hâliyle kıyaslayınca çok şaşırıyorum.

Çok güzel bir şehirde bütünlüklü bir çocukluk geçirdik. Sınıf farkının olmadığı, doğal sebze meyvenin elimizde olduğu, ağaçların tepesinden inmediğimiz, betonlaşmanın olmadığı bir şehirde yaşadık. Müstakil evlerde oturduk, apartman dairesi diye bir şey bilmiyorduk.  Apartman dairesini ilk kez İstanbul’a geldiğimde gördüm ve çok şaşırdım. Bahçeli olmayan bir evde nasıl yaşanabilir bir türlü anlayamamıştık. Bir de küçüklüğümde çekirdek bir aile içinde değil bir sülale içinde yaşıyorduk. Dayımlar, teyzemler, onların çocukları, kuzenlerle kalabalık içindeydik. İstanbul’a geldiğimizde çekirdek aileye dönüşmek beni çok sarstı.  Çekirdek aile, büyük şehir derken başka bir gezegene gitmiş gibi oluyorsunuz. İstanbul’u çok kısa sürede keşfetmek zorunda kaldım. Çünkü apartman hayatından çok sıkıldım. İstanbul’un bütününü kullanan bir çocuk haline dönüştüm.

İstanbul’da o zaman bu mümkündü. Ortaokuldayken mesela evden çıkıp birkaç kilometre yürüyüp Kurbağalıdere’ye gidip sandal kiralardık. Oradan sandalla Fenerbahçe’de denize girmek mümkündü.  O tabii bizi çok mutlu etti. İstanbul’da da çok mutlu oldum.

  • Bu özgürlük sizi aynı zamanda zenginleştirdi.

Behiç AK: Tabii ki fakat bir şey söyleyeyim. İlkokulu devlet okullarında okudum. Samsun’da sosyal açıdan daha zengin bir ilkokul yaşantısı vardı. İstanbul Samsun’a göre daha geriydi. Sosyalliği kışkırtan sanatsal bir ortam vardı. Subaşı İlkokulu’nda okudum, sosyal etkinlikleri çok olan bir okuldu, çok güzel müsamereler olurdu. Hepimiz tiyatroda oynuyorduk. İstanbul’daki okulumuzda bu olanaklar yoktu. Çocuklar kendi kendilerine eğleniyorlardı, okulun sunduğu sosyal imkanlar o kadar zengin değildi.  Samsun’da mesela küçükken sokakta yaşayan bütün aileleri tanıyorduk neredeyse. Hangi evde kim oturuyor çok iyi bilirdik. İstanbul’a geldiğimizde apartmanda bile tanımadığımız insanlar olduğunu fark edince çok şaşırdık.

  • Mahalle hayatı da çok güzel, sıcak bir hayat ve çok renkli.

Behiç AK: İnsanların bulduğu en ileri sosyal ilişki sistemlerinden biri mahalle.   Hem güvenlik sistemi olarak hem de insanların birbirlerine sahip çıkması, kollaması açısından mahalle kendiliğinden oluşan bir ortam, taklit edilmesi zor bir sistem. Tabii mahalle hayatını çok iyi bir şekilde almış olmamız hikayelerimize yansıyor. Çünkü bütünlüklü bir yaşam ve İstanbul’da da farklı etnik grupların olduğu bir mahallede yaşadık. Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler vardı. Farklı etnik kimlikler ile karşılaştık orada. Farklı dini mekanların bahçesine girip top oynardık.

  • Şimdi çocuklar hiçbir şekilde farklı mekanlara giremiyorlar.

Behiç AK: Günümüzde çocuklar şehirden kovuldu. İstanbul, Ankara ve İzmir artık çocuk sevmez şehirler oldu. O yüzden, bu şehirleri çocuk sever hale getirmek için acaba ne yapmak lazım sorusunu sormalıyız. Bir kere çocukların sokaklardan faydalanması lazım. Çocukların sokakta oynayabilmesinin en önemli şartı, sokakların ‘pedestrian area’ dedikleri yayaya açık, otomobillerin girmediği sokakların olması. Sokakların otomobillerle arasındaki ilişkinin aşırı derecede sınırlandırılması gerekiyor ki çocuklar sokaklara çıkabilsin. Oysaki çocuk sever bir şehirdi İstanbul. Şimdi çocuklar dışarı bile çıkamıyorlar. Büyükşehirlerde çocuklarımıza sokağa çıkma yasağı var neredeyse.

  • Evet pandemi günlerinde yaşadığımız sokağa çıkma yasağı çocukların hayatında olağanüstü bir değişiklik yaratmadı. Zaten evdeydiler.

Behiç AK: Karikatür olarak çizdim. Çocuk sevmez şehirler bir ekonomi de yarattı.  Mesela bugün Zürih şehrine gittiğinizde çocuklar bütün sokakları kullanırlar. Gelişmiş batı ülkelerindeki ölçeği bozulmamış şehirlerde çocuklar sokaklarda şehri kullanırlar.

  • Behiç Bey “Tavşan Dişli Bir Gözlemcinin Notları” kitabınızdaki Hasan Öğretmeni çok sevdim. Sizin hayatınızda da becerilerinizi, eksikliklerinizi keşfetmenize yardımcı olan; yazmaya, çizmeye yönlendiren bir Hasan Öğretmen var mıydı?

Behiç AK: Annem ve babam öğretmen.  Onların çok büyük katkısı oldu. En büyük katkıları bize hiç karışmamaları oldu. Bugün düşündüğümde annem ve babam gibi disiplinli insanlar bize hemen hemen hiç karışmıyorlardı. Ne eğitimimize karışıyorlardı ne de ileride şunu ol bunu ol, şöyle bir şey yap şeklinde empoze eden bir tavır içindeydiler. Sadece bir ortam sunuyorlardı o kadar. O açıdan, annemin ve babamın iyi öğretmenler olduğunu düşünüyorum. İlkokul öğretmenim Samiye Hanım da iyi bir öğretmendi. İstanbul’a geldiğimizde ise eğitimle ilişkimi tamamen koparmış oldum. Çünkü ne öğretmenime ne de oradaki eğitime inandım.   İlkokul beşinci sınıftayken eğitimi eleştiren bir hale dönmüştüm. Bu durum, eleştirerek kabullenmek gibi bir pratik oluşturdu bende. Keşke Hasan öğretmenler olabilse.

  • Biz aslında koşulların izin verdiği kadarıyla yol gösteren öğretmenler olmaya çalışıyoruz.

Okullara gittiğimde eğitimcilerin eğitimin ilerisinde olduğunu gözlüyorum. İyi ki eğitimciler var diyorum. Bizim kitaplarımızın da çocuk edebiyatı kitaplarının okullara girmesi, okullarda eğitim kitabı haline dönüştürmesi çok önemli bir gelişme. Bu, eğitimcilerin bir zaferidir.

Behiç AK: Okullara gittiğimde eğitimcilerin eğitimin ilerisinde olduğunu gözlüyorum. İyi ki eğitimciler var diyorum. Bizim kitaplarımızın da çocuk edebiyatı kitaplarının okullara girmesi, okullarda eğitim kitabı haline dönüştürmesi çok önemli bir gelişme. Bu, eğitimcilerin bir zaferidir. Çünkü eskiden çocuklarla ilgili bir kitabın okula girebilmesi için eğitici kitap olması gerekiyordu. Son on beş, yirmi yıldır eğitimciler sayesinde çocuk edebiyatı eğitimin bir parçası haline geldi.

  • Kesinlikle Pat Karikatür Okulu, Güneşi Tamir Eden Adam okuyan öğrencilerim kitaplarınızdan sonra gerçekten kitap okumayı sevdiler. Geçen yıl okudukları “Postayla Gelen Deniz Kabuğu” çocuklara çok farklı kapılar açtı. Kitaptaki karakterlerin kuklalarını yaptılar, üstüne oyunlar yazdılar.  Oradaki anne baba karakterini kendi ailelerine uyarlayarak metinler yazdılar. Aynı zamanda çok da eğlendiler, çok etkili kitaplarınız o anlamda.

Behiç AK: Bazen anneler, babalar ya da eğitimciler bu çocuk okumayı sevmiyor diye yakınıyorlar. Aslında çocuklar okumayı seviyor fakat okumayı sevdikleri ürünlerle karşılaşmıyorlar.  Hem belli bir kalitesi olan hem de okumayı ona sevdirecek ürünlerle çok az karşılaşabiliyorlar.  Okumaktan hiç hoşlanmayan bir çocuk, iyi yazılmış, zevkle okunan, okunan ve onda merak uyandıran, edebiyatı sevdiren bir kitapla karşılaşınca birdenbire bakıyorsunuz, okumaktan hoşlanan çocuk haline dönüşüyor. Henüz istediği kitapla karşılaşmadığı için çocukların birçoğunu yanlış yorumluyoruz.

  • TDK “çocuk” kelimesini belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimse olarak tanımlıyor.  Bu deneyimsizlik çocuktaki hayal gücünü ve zekayı besleyen güzel bir hâl aslında. Büyükler ise tecrübeyi alışkanlığa dönüştürerek zekanın kıvraklığını da yitiriyorlar.  Kitaplarınızdaki dünyada çocuğun zekasına güven duyduğunuzu hissetmek mümkün.

Buradan yola çıkarak günümüzde yorumlanan “çocukluk” kavramı üzerinde durabilir miyiz?

Behiç AK: Dediğiniz gibi çocuklara güveniyorum, bunu çocuk anlar mı anlamaz mı diye bakmıyorum. Biliyorum ki çocuk onu anlıyor. Ben onunla bir diyalog kurmak için yazıyorum.  Çocuklar çok gelişkin aslında. Bir de deneyimsizliği yanlış yorumluyoruz çoğu zaman. Çünkü büyüklerin de deneyimsizliğe ihtiyacı var. Büyükler deneyim kazanıyorlar ama tek yönlü gelişiyorlar, çocukken sordukları soruları sormuyorlar. Fotosentez nedir diye sorun mesela bir yetişkine bilmiyor. Oysaki okulda öğrendi bir şekilde, ama bilmiyor. Çocuklara dikkat ediyorum, birçok şeyi büyüklerden daha fazla biliyorlar, daha çok soruyorlar. Sordukları sorular büyüklerden daha fazla. Çünkü yatay ilişkiler kurabiliyorlar. Meraklarını henüz köreltmemişler.  Okul öncesi kitaplar için özellikle önemlidir. Büyük ve çocuğun birlikte tükettiği kitaplar olduğu için çocuk henüz okuma yazma bilmiyor o dönemde. İlk ve son entelektüel karşılaşma diyorum çünkü çocuk kendi kitabını okumaya başladığı zaman büyük ile olan ilişkisini de koparıyor doğal olarak. Fakat bu karşılaşmada büyüdüğünde çok faydalandığı bir alan var. O da çocuğun deneyimsizliğinin büyüğe aktarılması.  Deneyimsizlik de öğretici bir şey. Çünkü büyüğün kazandığı deneyimler bütün hayatla ilgili deneyimler değil. Belli bir şekilde onu sınırlayan bilgiler.

  • Sizin çocuklar için yazmaya başladığınız dönemde,1980’li yıllarda, çocuk edebiyatı böylesine gündemde değildi. Edebiyatımızda farklı gerekçelerle çocuk edebiyatını kabul etmeyen yazarlar vardı. 

Masa başında çocuk edebiyatı için üretmeye devam ederken sanatınızda sebat duygusunu güçlü tutmanızı sağlayan neydi?

Behiç AK: Aslında ilerde yazdıklarım mutlaka anlaşılır diye düşünüyordum fakat sadece bunun için değil. Yapmaktan çok keyif aldığım ve bunlara inandığım için devam ettim. İlk kitaplarımı Türkiye’de yayınlatamadım. Çok uğraştım ve gerçekten de güzel kitaplardı. Mesela Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı kitabı. Yayınevi yayın evi dolaştım fakat hiç kimse basmak istemedi, beğeniyorlar, basmak istemiyorlar. Sonunda Japon bir yayın evi kitabı fark etti ve bastı. Türkiye’de yıllar sonra basıldı o kitap. O yıllarda, çocuk edebiyatı çok küçümseniyordu. Hatta hiç unutmuyorum bir yayınevinin editörü bana, yıllar sonra da arkadaş olduk onunla, “Siz ne okudunuz?” diye sordu. Mimarlık okudum, master da yaptım dediğimde çocuk edebiyatıyla niye uğraşıyorsunuz, kendi mesleğinizi yapsanıza dedi. Tabii ki yapılır, mimarlığı herkes yapıyor zaten. O dönemde, çocuk edebiyatının önemini anlayamıyordu insanlar.


Son derece sofistik entelektüel kitapların arkasını biraz kazıdığımızda çocuksu fikirler buluruz. Örneğin Kafka’nın Şato ve Dava adlı kitaplarından tutun, Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” kitabına kadar pek çok örnek verilebilir.

 Oysaki yetişkin edebiyatındaki müthiş kitapların arkasında çok çocuksu fikirler vardır. Son derece sofistik entelektüel kitapların arkasını biraz kazıdığımızda çocuksu fikirler buluruz. Örneğin Kafka’nın Şato ve Dava adlı kitaplarından tutun, Hemingway’in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” kitabına kadar pek çok örnek verilebilir. Çocuk edebiyatı ile yetişkin edebiyatı arasında çok büyük bir ayrım yok, ikisi de edebiyatın türü.

Çocuk edebiyatı daha pozitif bir edebiyat.  Yetişkin edebiyatında negatif ögeler daha fazla oluyor Çocukların dünyaları daha pozitif. Çünkü dünyayla, aileyle, arkadaşla, hayvanlarla, ağaçlarla tam bir bütünleşme dönemi yaşıyorlar.

Bu önemli dönemi negatif ögelerle parçalarsak çocuğun kişiliğine karşı bir saldırıda bulunmuş oluruz. Çatışmaları, çelişkileri aktararak ama bütünleşme sürecini baltalamamaya dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum ve yazarken de böyle davranıyorum. Çünkü iyi bir çocuk edebiyatı eğitiminden geçmiş, edebiyatın tadını almış bir çocuk büyüdüğü zaman pozitif olmanın ne olduğunu biliyor.

Eğer bunlarla iyi ilişki kurmadıysa pozitif ile negatif birbirine karışıyor. Negatif olan nedir, pozitif olan nedir, doğru olan nedir, ne değildir, mutluluk nedir, mutsuzluk nedir? Her şey birbirine karışmış oluyor. Bu açıdan, bu temel bence çok önemli.

  • Türkiye’den önce Japonya’da okurlarınızın olması da ilginç bir süreç olarak gelişmiş.

Behiç AK: Evet ilginç, ben Japonya’da bunu becerebilecek durumda değilim. Tamamen tesadüf, uluslararası bir sergide benim katıldığım illüstrasyonlar çok beğenildi ve büyük Japon yayınevleri kitaplarımı basmak istediklerini söylediler. O zaman da Japonya’nın dışa açılma dönemiymiş. Öyle bir dalganın üzerinde yükseldiğini zannediyorum. Aslında çocuk edebiyatı yetişkin edebiyatından farklı olarak bütün dünyada biraz daha kapalı bir edebiyattır. Almanlar çocuklarına Alman hikayelerini okutmak istiyorlar, Fransızlar daha çok Fransız hikayelerini okumak istiyorlar, İngilizler de öyle. Tabi uluslararası boyutu olan gelişmiş bir edebiyat var ama tek tek anne ve baba ile karşı karşıya kaldığınızda onlar her zaman için   kendi dillerinde yazılmış olan edebi eserleri, çocuklarına okutmak istiyorlar. Bu bir gerçek. 

  • Sizin başladığınız dönemle kıyaslayacak olursak bugün çocuk edebiyatında bayram havası esiyor. Çocukların dil ve görsel olarak nitelikli kitaplarla buluşup edebiyat okuru olarak büyümeleri, kitap okurken zevk almaları, mutlu olmaları çok değerli.

Olumlu bir gelişme var değil mi sizce de? Çocuk edebiyatının gelişimine yönelik düşünceleriniz neler?


Bir örnek vereyim size, 1980’lerin başında bir çocuk benim kitabımı okumuş ve öğretmen demiş ki o kitapla ilgili yazarla konuş, bir ödev hazırla. Çocuk çok şaşırmış. Bana “Bu kitabı siz mi yazdınız?” diye sordu. “Yazarlar mı yazıyor bu kitapları, bunlar fabrikada basılmıyor mu?” demişti.

Behiç AK: Bence de. Bir kere çok iyi çizerler çıktı. Yazarlardan öte çok iyi çizerler, illüstratörler var.  Uluslararası düzeyde baktığımda illüstratörlerin yazarları aştığını düşünüyorum Türkiye’de. Çok gelişmiş illüstratörler var. İyi yazarlar da çıkıyor, daha da çıkacağını zannediyorum. Fakat yazan insanlar hâlâ   çocuk edebiyatını küçümsüyormuş gibi davranıyorlar. Piyasada fazlaca var olan, çok çabuk yazılmış kitaplar da bu olumsuz düşüncelere neden oluyor. Bir örnek vereyim size, 1980’lerin başında bir çocuk benim kitabımı okumuş ve öğretmen demiş ki o kitapla ilgili yazarla konuş, bir ödev hazırla. Çocuk çok şaşırmış. Bana “Bu kitabı siz mi yazdınız?” diye sordu. “Yazarlar mı yazıyor bu kitapları, bunlar fabrikada basılmıyor mu?” demişti. Şimdi öyle bir noktadan bugün çocuklar yazar seçmeye geldiler. Seçicilik gelişkinliğin bir göstergesi aslında. Farklı tarzların, çizgilerin, illüstrasyonların olması çok güzel.

  • -Kitaplarınızdaki çizimler hikâyeyi beslerken kendi başına, dimdik ayakta durmayı başarıyor. Konunun derinliği, yazınsal gücü kadar resimlerin güldüren ayrıntıları da kitaplarınızı etkileyici kılıyor.

Hem yazar hem de çizer olmanın avantajları olmalı. Bu süreci nasıl tanımlarsınız?

Behiç AK: Sayıları çok az olmakla birlikte dünyada da hem yazıp hem çizen çocuk kitabı yazarları var.   Çocuk edebiyatı sevmemin nedenlerinden biri de bu. Bazen çizerek bazen yazarak düşünebilmek, kimi zaman tıkandığım bir konuyu çizerek geliştirmeye çalışıyorum. Çizimler daha yaratıcı düşünmemi sağlıyor. Hem metin hem çizginin bir arada olması hoşuma gidiyor ve ikisini birden yapıyor olmaktan çok zevk alıyorum ama uzun sürede yapıyorum. Bir kitabın yazılması ve çizilmesi gerçekten çok uzun bir zaman alıyor ki bir hata yapmak istemiyorum.

  • Behiç Bey, ilk çocuk kitabınız “Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı”nın gözlemlerinizden yola çıkan çok hoş bir hikayesi var. “Bebek Annem” kitabı da hakiki bir hikâyeden yola çıkarak oluşmuş.

Edebiyat-gözlem ilişkisinin eserlerinizdeki yeri nedir?

 Behiç AK: Post modern dönemde yaşadığımız söyleniyor.  Sinema referanslı filmler ya da edebiyat referanslı kitaplar var. Ben onlar yerine gerçek hayattan referanslar alarak yazmayı tercih ediyorum. Tabii ki gerçekler hikâye içinde değişiyor, dönüşüyor.  Gerçek hayattan esinlenerek yola çıkıyorum. Gerçek hayatın farklı seviyelerde, farklı düzlemlerde hikâyenin içine girdiğini görüyorum, bazen hikâyenin ana temasını oluşturuyor.  Karakterler de gerçek hayatla çok ilgili. Amacım bugünün masallarını, bugünün hikayelerini oluşturarak günümüz edebiyatını yapmak. O yüzden çevremdeki etkilenmeleri edebiyata ister istemez yansıtıyorum.

  • Gerçekten modern zaman anlatıcısısınız. “Bulutlara Şiir Yazan Çocuk” kitabında Akın Bey’in anlattığı masal var. Masalda hizmetkar çaldığı flüt ile krala harika bir yanıt veriyor: Gerçekten yapılması gereken şey, yaptığın işi çok güzel yapmaktır. Siz de masaldaki flüt sesine benzeyen kitaplar yazıyorsunuz. Kitap yazma sürecinizden söz edebilir misiniz Behiç Bey? Ne kadar sürüyor, nasıl gelişiyor? Karakterler sizinle konuşup hikâyeye müdahale ediyor mu?

Behiç AK: Aşırı derece tasarlayarak yazı yazmayı sevmiyorum. Tiyatro da yazdım yıllarca büyükler için karikatür de çizdim fakat tasarımdan hep kaçındım.  Aşırı tasarlanmış hikayelerin itici etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bir hikâye girdiğimde hikâyenin sonuçlarının ne olacağını ben de kesinlikle bilmiyorum. Zamanla hikâye kendi kendini geliştiriyor. Karakterler gelişiyor, değişiyor, başkaları ekleniyor, çıkıyor. Hikâyenin nasıl geliştiğini ben de çok merak ederek yazmaya devam ediyorum.  Yazarken oluşturduğum merak duygum metne de okura da yansıyor. Zevk alarak yazmaya çalışıyorum, zevk almadığım hiçbir an yazmak istemiyorum, yazmıyorum.  Zevk almadan yazdığım her şeyi karşıdaki zevk almadan okumaya çalışacak diye düşünüyorum.   Yazarın bütün karakterleri, tipleri belirleyip hepsinin nasıl, hangi matematik içinde hareket etmesi gerektiğini baştan sona kadar tasarladığı bir metin ister istemez çok endüstriyel bir metin olur, sanatsal bir metin olamaz diye düşünüyorum.

  • Tasarımdan uzak tavrınız okura da geçiyor.

Behiç AK: Tasarıma yaklaştıkça duyguların üzerine basılıyor. Oysaki onları izleyerek hareket etmek gerekiyor. İnsanların da karakterlerinin tek boyutlu olmadığını düşünüyorum, çok boyutlu insanlar. Kötü gibi gördüğünüz insanın iyi yanı var, iyi olarak gördüğünüzün kötü yanı var. Bu boyutları da kalıplar üzerine oturtmamaya çalışıyorum. Tabii ki ayrımcılık yapmamak da dikkat ettiğim önemli bir konu. Bu ayrımcılık çeşitli şekillerde olabilir.  Sınıfsal ayrımcılık olabilir, ırksal ayrımcılık olabilir, cinsel ayrımcılık olabilir. Kız kitabı, erkek kitabı diye ayrımlar olmasın. Maalesef gelişmiş batı ülkelerinde dahi böyle bir cinsiyetçilik var. Bazı kitaplar, kız kitabı ve mesela Almanya’da bir kitapçıya giriyorsunuz çocuk kitapları bölümünün bir kısmının kızlara ayrıldığını görebiliyorsunuz. Bunlar ticari olarak başarı kazanmış hareketler ama çocuklar sadece para kazandıracak bir nesne olarak görülüyor. Benim çocuk kahramanlarım kız olabilir, büyük olabilir, küçük olabilir ama gene çocuk kitabı olabilir.   Büyükler de çocuk kitaplarının kahramanı olabilmeli, sadece çocuklar değil, büyükler de olabilmeli.  Çünkü sadece çocuklar arasında geçen olayların anlatıldığı kitaplara çocuk kitabı denir diye bir kural yok. Büyüklerin de o olaylara, hikâyenin içine girebilmesi, çocuklarla eşitlenebilmesi gerek. Bunu yapmaya çalışıyorum. Büyükler, çocuklar, kadınlar, erkekler, kızlar… Hepsinin eşitlenebildiği bir hikâye potasını oluşturmaya çalışıyorum.

  • Kitaplarınızın başlıkları bile şiir yüklü. Kedilerin Kaybolma Mevsimi bir şiir sever olarak gönlümüzü fethediyor. “Geçmişe Tırmanan Merdiven”, “Rüzgârın Üzerindeki Şehir”. Siz okuru vagonları sözcüklerden yapılmış bir trene bindirerek bambaşka yerlere götürüyorsunuz. Düş gücünüzü besleyen kaynaklar nelerdir?

Behiç AK: Düş gücümü belirleyen kaynaklar gerçek hayatın kendisi. Bazı insanlar hiç hikâye görmüyor ama ben orada müthiş bir hikâye görüyorum ve beni çok etkiliyor. Hatta insanlar “Bu ilginç olaylar nasıl başına geliyor? Bunları nereden biliyorsun?” diye sorduklarında “Hayır diyorum. Siz de yaşıyorsunuz. Siz onları hikâye gibi algılamıyorsunuz.” Ben hikâye gibi algıladığım için böyle oluyor. Yoksa herkesin yaşadığı, hepimizin hayatında olan şeyler. Mesela Postayla Gelen Deniz Kabuğunu yazdığım zamanlardı. Bir gün tiyatroya gittiğimde önümde oturan çocuk bütün oyunu baştan sona tabletinin arkasından izledi. Oyunculara direkt olarak bakamadı. O beni çok etkiledi. Günlerce o çocuğu düşündüm.  O çocuk niye o insanlara gerçekten bakamadı, annesi buna nasıl izin verdi, niye kaydetti gibi sorular oluştu.

 Bir gün resim sergisinde bir çocuğu gördüm. Çocuk annesi babasıyla bir resim sergisine gelmiş. Sergideki resimleri elindeki tabletle tamamen çekti, resimlere direk olarak bakamadı. Bu çok ilginç geldi bana. O çocuğu da çok düşündüm. Bu düşüncelerin sonunda bir bakış açısı oluşuyor. Bu bakış açısını yansıtmak, o çocuğu hikâyenin içine katmak gibi kaygılar oluşuyor ister istemez.

  • Okul öncesinden başlayarak kendi okurunuzu yetiştiren bir yazarsınız. “Tombiş” serisi, “Gülümseten Öyküler” serisi, metin yoğunluklu kitaplar…


38 yıldır karikatür çiziyorum. Geçenlerde bir baba geldi, çocukluğumuzda itibaren karikatürlerinizle, sonra tiyatro oyunlarınızla büyüdük. Şimdi de çocuklarımız kitaplarınızı okuyor dedi. Böyle birkaç kuşak jenerasyona yönelik ürünler vermişim.

Behiç AK: 38 yıldır karikatür çiziyorum. Geçenlerde bir baba geldi, çocukluğumuzda itibaren karikatürlerinizle, sonra tiyatro oyunlarınızla büyüdük. Şimdi de çocuklarımız kitaplarınızı okuyor dedi. Böyle birkaç kuşak jenerasyona yönelik ürünler vermişim. Tabi ben bunu bilinçli olarak yapmadım. İstediğim için yaptım ve tercih ettiğim alanlar da genellikle çağın biraz dışında kalmış alanlar. Mesela karikatür çizmek 19’uncu yüzyıl faaliyetidir. 20’nci yüzyılın belli bir kısmında ama 21’inci yüzyılda karikatür çizmenin anlamı yok gibi görünüyor. Oysaki biraz geriden baktığınız zaman olayların gerçekliğini daha iyi görüyorsunuz. Ben çocuk kitapları yazmaya başladığımda birçok kitabım çok az baskı yaptı. Daha sonra çocuklar kitaplarla ilgilenmeye başladığı zaman kitaplarımı fark ettiler.  Tiyatro çok marjinal bir alandır. Tiyatro oyunu yazarak bırakın bir yazarın geçinmesini bütün yıl boyunca kazandığı parayla bir aylık kirasını ödemesi bile mümkün değildir. Fakat bunları tercih etmemizin nedeni yapmak istediğimiz için yapmak. Bir yerden para kazanalım da şunu yapalım değil tam tersi hiç geliri olmayan sanatları devam ettirip alan açmak amacındayım.

  • Çok yönlü bir sanatçısınız. Yazar ve çizerliğin yan ısıra belgesel yönetmenliği, tiyatro oyunu yazarlığı, yetişkinler için kaleme aldığınız hikayeler…

Behiç AK: Devlet tiyatroları yurt dışında da oynadı. Almanya’da, Yunanistan’da, Kıbrıs’ta, Belçika’da sahneye kondu. Bunlar bütün dünya açısından baktığınız zaman da marjinal alanlar.  Kendim olmak için, piyasayla biraz ilişkimi koparmak için diyeyim. Piyasaya yönelik pek fazla bir şey yapmak istemedim.

  • Çocuk Edebiyatı coğrafyasının değişiminde editörün değişen bakışı da etkili sanırım. Kitap yazım aşamasındayken devam eden yazar-editör iş birliği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Behiç AK: Çocuk edebiyatında editör önemli değil, çok çok önemli. Çünkü eskiden editör diye birisi vardı ama düzeltmen gibiydi. Söz konusu çocuk edebiyatı olunca insanların kafalarında ahlakçı birtakım kalıplar vardı.  Burada bu çocuk yalan söylüyor, yalan söylemesin ya da böyle davranmasın gibi.  Çocuk edebiyatı ile ilgisi olmamış editörler vardı.  Edebiyat zevki, edebiyat sevgisi, edebiyat bilgisi olan düz metinleri çok iyi analiz edebilecek editörler zamanla gelişti. Bir yazar dünyanın en büyük yazarı da olsa yazdığı metin hatalarla doludur. Çünkü yazar onun içeriğine çok dikkat eder. Kimi yerde imla hatası vardır. Kimi yerde bir karakterin yapmaması gereken bir şeyi yaptırmıştır ona. Birilerinin onu mutlaka uyarması gerekir. O yüzden, editörün birinci görevi sıfır hatayla kitabın çıkmasını sağlamak.   Benim büyükler için de çocuklar için de kitaplarım çıktığında ilk sayfayı açtığım zaman   eyvah bir hata var diye düşünürdüm, ilk sayfaya hemen bakamazdım. Ama son on, on beş yıldır çocuk kitabı hikayelerim genellikle sıfır hatayla yayımlandı. Bu editörün başarısı.  Çünkü ben kitabımı yüz kere de okusam, ki okuyorum, hatayı görmüyorum. Kendi yazdığım metindeki hatayı görmem mümkün değil, bu yüzden editöre güvenmemiz şart. Bir de belli kelimeler var mesela. Biz belki yazar olarak kullanıyoruz ama bu çocuklar tarafından hiç bilinmiyor ve onlarla ilgili uyarılar geliyor. Çünkü onlar hep geri dönüşler yapıyorlar.

  • Yetişkinlerden farklı olarak çocuk samimi bir okur. Sevmediği bir kitaba devam etmesi mümkün değil. Çocuğun dünyasını yakalamak, oradaki güncele ulaşmak için bu da bir yol.

Behiç AK: Giderek hangi kelimeler içinde hareket etmeniz gerektiğini de öğrenmiş oluyorsunuz. Editör ile kurmuş olduğunuz ilişkide ama editörün de sahada olması, çocuklarla kurdukları ilişkide laboratuvar çalışması gibi o kelimeleri sınaması lazım.

  • İstanbul, Galata, çocukların oynadığı, kavga ettiği mahalleler… Kitaplarınızdaki vazgeçilmez mekanlar. Günümüz çocuğu site bahçesinde ya da evin balkonuna hapis. Çocuklar birbirinden uzak, mekânsal parçalanma yaşanıyor. Şehirde çocukların kendini ve hayatı keşfi daha zor.

Behiç AK: Nasıl bir ortamda, laboratuvarda bir ortam kurarsınız bir bakteri ürer. Hepsi birbirinin aynı yirmi beş katlı binaların olduğu bir yerden şair çıkması çok zor ama insanların birbirlerini gördüğü, gözlediği, herkesin birbirini tanıdığı, tanımaya çalıştığı bir ortam kurarsanız, gerçekten sosyal bir ortam kurarsanız bir mahalle ortamı olabilir, bu avlu bahçeli bir ev olabilir, bir park olabilir evler o parka bakıyor olabilir. Yani o mekanların belirleyiciliği hikâye oluşturmak açısından çok önemli. Hikâyesiz mekanlar var maalesef şehirlerimizde. Bu bütün dünyada var.  Bir çöl bile olan bir mekandır, bir doğa parçası vardır ama öyle bir mekân kurarsınız ki mesela bazı otel lobileri vardır, kültür dışıdır. Aşırı derecede steril, aşırı derecede kültürden arındırılmış bir yerdir ki orada bir hikâye gelişmesi çok zordur. Siteler de olmayan mekanlar haline dönüştüğü için orada hikâye gelişmesi de çok zor oluyor. Hikayelerin gelişmesi için çocukların birbirleriyle, tesadüflerle karşılaşması lazım. Oyun mekanlarını kendilerinin seçebiliyor olması lazım, oyun mekânı şurasıdır bunun dışına çıkma gibi kısıtlamalar altında kalmamaları gerekiyor.

  • Edebiyattan, sanattan ödün vermeyen kitaplarınız sadece çocukların değil yetişkinlerin dünyasında da karşılık buluyor.

Behiç AK: Ben zaten bunu savunuyorum. İlk olarak 3 6 yaş gurubu hikayeler ile başladım. Büyük ve çocukların birlikte okuduğu, aralarında bir köprü kuracak hikayeler yazmaya çalışıyorum.  Birçok yetişkin fark ediyor, bazıları ise hiç fark etmiyorlar.  Annelerine ya da babalarına diyorum ki, siz de okuyun. Çocuğa aldık bunu, çok sevdi diyor.  Niye sevdiğini merak ediyorsanız siz de okuyun ki o çocuğu tanıyın.

  • Tüketim toplumu, toplu konut kültürü, değerlerin unutulması, çevre, iletişim, teknoloji problemleri gibi konuları eleştirel bir bakış açısıyla ortaya koyuyorsunuz. Hikâyelerinizdeki umut ve yaşam sevinci yetişkinler için de bir can simidi gibi. Örneğin “Bulutlara Şiir Yazan Çocuk” kitabınızdaki mülteci Jamal karakteriyle kitaba umut, özgürlük ve sevgi yayılıyor.

Behiç AK: Pozitif bir dünyanın olabileceği fikrine inanırsak eğer, o dünyayı kurabiliriz.  Bugünkü dünyanın ne çocuklar için iyi ne büyükler için iyi olmadığı bir gerçek. Bu dünyanın, sosyal sistemlerin değişmesi lazım. Hepimiz biliyoruz. Yaşanan savaşların olmaması lazım. Bütün bunları eğer biz edebiyata yansıtmazsak, yeni kuşaklar barışçı düşüncelerle nasıl gelecekler, hayvanları nasıl sevecekler, doğayla nasıl bütünleşecekler? Bu kötü tabloyu aslında normal budur, ilerleme budur, ilerleme doğadan kopmaktır, hayvanları sevmemektir, savaşa gitmektir şeklinde kabullenmemek gerekli. Çocuk edebiyatın içindeki pozitif duygular, gerçekten olması gereken hayat biçimlerinin yer alması, çocuklara ilerde bu olumsuzlukları değiştirebileceği fikrini veriyor. Bu bence çok önemli ve ben çok iyi kuşaklar geldiğini düşünüyorum. Gerçekten çok çok iyi bir kuşak geliyor ve onlar dünyayı değiştirecekler. Bu dünyanın olumsuz bulduğumuz yanlarını değiştirecekler. Öyle olduğunu görüyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor.

  • Umarım, çocuklar bu dünyayı daha güzel bir yer haline getirecekler. Keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ediyorum Behiç Bey. Sizi sizden dinlemek çok keyifliydi. Yeni kitaplarınızı merakla bekliyoruz.

Bu röportaj Netyazı adına yapılmıştır ve hakları saklıdır.
Kaynak gösterilmeden ve link verilmeden alıntı yapanlar hakkında gerekli hukuki işlemler başlatılacaktır.


1 Comment

  1. Edebiyat sevgisi,bilgisi ve zevki olan güzel öğretmen, öğrencilerin ne kadar şanslı. Ayrıca Dünya'ya ve dolayısıyla Edebiyata pozitif bakan değerli Üstad Behiç Bey'le yaptığınız söyleşiden çok faydalandım. Teşekkürler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek