Bitkiler olmasa dünya nasıl bir yer olurdu emin değiliz ama bitkilerle birlikte dünyamızın daha güzel olduğu konusunda eminiz. Bu yazıda sizleri bitkilerin bilinmeyen dünyasına götürmek istiyoruz. Koklayan, gören hatta hareket eden bitkileri yakından tanımak ister misiniz?
Genetik olarak bitkiler pek çok hayvandan daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Biyoloji alanındaki önemli keşiflerin çoğu bitkiler sayesinde ortaya konmuştur. Mesela ROBERT Hooke 1665 yılında kendi icadı olan mikroskopla mantarları incelerken hücreyi keşfetmiştir. On dokuzuncu yüzyılda Gregor Mendel bezelyelerden yola çıkarak genetiğin temel ilkelerini ortaya koymuştur ve yirminci yüzyıla geldiğimizde Barbara McClintock Hint mısırlarını inceleyerek genlerin yer değiştirdiğini ispat etmiştir.
Zannedilenin aksine bitkilerle olan bağımız çok fazla hatta bitkilere bağımlıyız diyebiliriz. Tatillerimizde ahşap evlerde konaklıyor, kahve çekirdeklerini öğüterek sabahın ilk saatlerinde gözlerimiz açık tutmaya çalışıyor, pamuktan tişörtler giyiyor, kauçuktan yapılan lastikleri kullanarak her sabah işimize yada her akşam evimize gidiyoruz.
Çağ açıp kapayanlar yalnız insanlar sanıyorsanız yine yanıldınız. Buğday bir çağın sonunu getirip diğerini başlatırken, kahvaltıların vazgeçilmezi patates İrlanda’da 1845 yılında bir milyondan fazla insanın ölümüne ve binlercesinin göç etmesine sebep olmuştur.
Bitkilerin dünyası öyle uçsuz bucaksız ki devasa sekoyalarla algler yani dünyanın en büyük organizmaları ve en küçük organizmaları aynı çatı altında buluşuyor.
Bitkiler sizi görüyor dersek tepkiniz ne olur? Hadi oradan demeden önce okumaya devam edin. Yanlarında başka bir canlının olup olmadığını çevrelerinde kendilerine zarar verecek türlerin varlığını hatta her gün suladığınız çiçeğiniz üzerinizdeki kıyafetin rengini bile fark eder. Tamam bizim gibi gözleri yok belki ama görmek için göze ne hacet demiyor musunuz siz de?
Bitkiler bizler gibi gece ve gündüzü fark edebilirler. Karanlığın ne kadar sürdüğünü keşfedebilecek yapıya sahip şekilde yaratılmışlardır. 2. Dünya Savaşı sırasında bunu fark eden bilim insanları bitkileri istedikleri kadar uyutup uyandırmayı öğrenmişlerdir. Mesela çiçek seralarında Kasımpatı çiçekleri uzun süre uyutularak ilk bahardaki anneler gününe kadar çiçek vermeleri sağlanır. Her gece birkaç dakika ışık gören Kasımpatılar çiçeklenmek için elverişli ortam olmadığını düşünerek kasımı geçirip nisana kadar uykuya dalabilirler böylece.
Bitkilerin doğada gördükleri son ışık uzak kırmızı ışıktır. Bu ışık bitkiye uyku mesajı verir. Şayet geceleri bitkilere kırmızı ışık verirseniz daha parlak çiçek açmalarını sağlarsınız. Bunun ardından uzak kırmızı ışık tutarsanız bitkiler tekrar kendilerini kapatırlar. Yani bitkiler ilk gördükleri değil son gördükleri ışığı hatırlarlar.
İlkokul sıralarında öğrendiğimiz güneş girmeyen eve doktor girer atasözü bitkiler için de geçerli. Karanlık yada loş ortamlarda kalan bitkiler güneşe ulaşabilmek için daha çok uzar fakat zayıf ve çelimsiz olurlar. Oysa güneş görenler kısa, güçlü ve sağlıklı olurlar. Çünkü düzenli güneş gören bitki güneşe ulaşmak için ekstra çaba sarf etmez.
Bitkiler yer değiştiremeseler de bu onların hareket etmediği anlamına gelmez. Belki bir hayvan gibi yiyeceğe doğru gidemeseler de yiyeceğe doğru büyümek onlar için vazgeçilmezdir. Mesela ağaçların kökleri zengin mineral kaynaklarına doğru uzar. Şayet yer altında bitkiye zararlı maddeler varsa bitki kökleri diğer tarafa doğru uzama gösterir.
Kokuları ile bizi ve hayvanları cezbeden bitkiler kendi kokularını ve komşu bitkilerin kokularını da alırlar. Yan yana duran ağaçlar olgunlaşma kokularını birbirlerine ulaştırırlar. aynı şekilde zararlı böceklerin kokuları da bitkilerin fark ettiği kokuların başında gelir. Örneğin buzdolabında bir arada duran muz ve armuttan erken olgunlaşan diğerinin de hızlıca olgunlaşmasını sağlar. Bu yüzden satıcılar fazla aldığınız meyveleri diğerlerinden ayrı bir yerde muhafaza etmenizi tavsiye ederler.