Çok sevdiğimiz “Derman Arardım Derdime/ Derdim Bana Derman imiş…” ilahisinin Niyâzî Mısrî’ye ait olduğunu biliyor muydunuz?
Nice eser veren, şiirleriyle gönüllere taht kuran şairin yetmiş beş yaşında Yunanistan’ın Limni adasına sürgün edildiğini, kaldığı yerde ayağına on beş kiloluk bukağı takıldığını biliyor muydunuz?
Mısrî’yi rahmetle anarken Zehra Yıldırım’ın derlediği bu yazıyı ve Mısrî’ye ait olan kimi şiirleri sizlerle paylaşıyoruz.
*9 Mart 1618 Malatya’nın Aspozi kasabasında doğan Niyâzî-i Mısrî’nin asıl adı Mehmed’dir. Öğrencilik sebebiyle Mısır’da kalırken yazdığı şiirlerde “Mısrî” mahlasını bir de “Niyâzî” mahlasını kullandığı için bu ikisinin birleşiminden meydana gelen, Niyâzî Mısrî olarak tanındı.
*Gençlik yıllarında Nakşibendî dervişi olan babası Soğancızâde Ali Çelebi’nin aksine sûfîlere muhalifti ve meclislerine gitmedi. Daha sonra bu görüşlerinden vazgeçti ve bir Halvetî şeyhine intisap etti.
*Şeyhi Malatya’dan ayrılınca öğrenimini sürdürmek için Diyarbekir’e gitti. Burada bir yıl orada kaldıktan sonra Mardin’e geçti. Bu iki şehirdeki âlimlerden mantık ve kelâm dersleri aldı. Daha sonra Kahire’ye gidip Ezher medreselerinde ilim tahsiline başladı.
*Kahire’de kalırken Şeyhûniyye Külliyesi’ndeki Kādirî Tekkesi’nin şeyhine intisap etti.
*Şeyhi bir gün ona zâhir ilmi talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilminin kendisine açılmayacağını söyledi. etkilenen Niyâzî Mısrî ikisi arasında tercih konusunda kararsız kaldı.
*Abdülkādir-i Geylânî rüyasında zuhur ederek zâhir ilmini öğrenip onunla amel etmesini, tarikat ilmini ise bir mürşide ulaşarak elde edebileceğini, ancak kendisini irşad edecek kişinin bu şehirde olmadığını söylemesi üzerine üç yıldır ikamet etmekte olduğu Kahire’den şeyhinin izniyle ayrıldı.
Daha sonra İstanbul’a gitti. Küçükayasofya civarında Sokullu Mehmed Paşa Camii Medresesi’nin bir hücresinde halvete girdi. Aynı yıl İstanbul’dan ayrılıp Anadolu şehirlerini dolaşmaya başladı.
*Uşak’ta Ümmî Sinan’ın halifelerinden Şeyh Mehmed Efendi’nin zâviyesinde iken Elmalı’dan Uşak’a gelen Ümmî Sinan’a intisap etti (1647) ve onunla birlikte dergâhının bulunduğu Elmalı’ya gitti.
*Dokuz yıl burada şeyhine hizmet edip seyrüsülûkünü tamamlayınca Uşak, Çal ve Kütahya’da irşad faaliyetinde bulundu, sonrasında Bursa’ya yerleşti.
*Vanî Mehmed Efendi’nin IV. Mehmed’le yakınlık kurarak ülkede semâ, zikir ve devranı yasaklattığı yıllarda faaliyetlerini sürdüren Niyâzî-i Mısrî, vaazlarında bu yasağa sebep olan Vanî Mehmed Efendi ile onun temsil ettiği zihniyeti sürekli eleştirdi.
Niyâzî’nin Bursa’da iken Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın davetiyle Edirne’ye gitti. Devlet adamlarıyla görüştü, bu ziyareti sırasında Eskicami’de vaaz ettiği sırada söylediklerinden dolayı, Rodos’a sürgün edildi ve adanın kalesinde bir hücreye kapatıldı.
*Dokuz ay sonra Bursa’ya dönmesine izin verildi. Niyâzî hapse giriş tarihini 13 Cemâziyelâhir 1085 (14 Eylül 1674) olarak kaydetti.
*Devlet adamlarına yönelttiği eleştirilere devam ederken, ordunun Avusturya seferine çıkacağını öğrendi. İki yüz müridiyle birlikte sefere katılmak için hazırlıklara başladı.
* Padişah kendisine Bursa’dan ayrılmayıp hayır dua ile meşgul olması için bir hatt-ı hümâyun gönderdi. Ancak o, padişaha bir mektup yazarak bu isteğini kabul edemeyeceğini bildirdi.
*Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa, Niyâzî’nin Edirne’ye gelmesi halinde sözlerinin halk ve ordu üzerinde etkili olacağını ve büyük bir fitne kopacağını ileri sürerek padişahı etkiledi. Niyâzî’nin müridleriyle birlikte öğle namazından önce Selimiye Camii’ne geldiğini duyan halk camiyi doldurdu (26 Şevval 1104 / 30 Haziran 1693).
*Sadrazam, şeyh sürgün edilmezse büyük bir kargaşa çıkacağını söyleyerek padişahı tekrar uyardı. Bunun üzerine Kaymakam Vezir Osman Paşa ile yeniçeri ağası Abdullah Ağa, padişah tarafından davet edildiğini belirterek Niyâzî’yi camiden dışarı çıkarıp Limni’ye sürgün edildiğini kendisine tebliğ etti.
*75 yaşındaki Niyazi Mısri ayaklarına takılan on beş kiloluk bukağılarla (kelepçe) adi bir suçlu gibi Limni adasına gitti. Adada kaldığı sırada bir kaç kez zehirlendi, hakarete uğradı, kaldığı yerin tavanı delinerek ona işkenceler yapıldı. Üstelik ayağındaki bukağıları çıkarmasına da izin verilmedi.
*Limni adasının Yunanistan’a geçmesiyle birlikte dergah ve tevhidhanesi market ve marketin deposu haline getirilip, caminin yeri kafe yapılmıştır. Türbesinin yeri belli olmasına rağmen ortada yoktur ve muhtemelen üzerinden yol geçmektedir.
-Bu yazı https://islamansiklopedisi.org.tr/niyazi-i-misri adresinden ve
https://www.yenisafak.com/gundem/bir-velinin-ahi-ve-mondros!-395990 adresinden yaralanılarak hazırlanmıştır.
Derman Arardım Derdime
Derman arardım derdime
Derdim bana derman imiş
Burhan arardım aslıma
Aslım bana burhan imiş
Sağ u solum gözler idim
Dost yüzünü görsem deyu
Ben taşrada arar idim
Ol can içinde can imiş
Öyle sanırdım ayriyem
Dost gayridir ben gayriyem
Benden görüp işideni
Bildim ki ol canan imiş
Savm u salat u haccile
Sanma biter zahid işin
İnsan-ı kamil olmağa
Lazım olan irfan imiş
Kanden gelir yolun senin
Ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini
Anlamayan hayvan imiş
Mürşid gerektir bildire
Hakkı sana hakkel-yakin
Mürşidi olmayanların
Bildikleri güman imiş
Her mürşide dil verme
Kim yolunu sarpa oğratır
Mürşidi kamil olanın
Gayet yolu asan imiş
Anla heman bir söz dürür
Yokuş değildir düz dürür
Alem kamu bir yüz dürür
Gören anı hayran imiş
İşit niyazi’nin sözün
Bir nesne örtmez hak yüzün
Hak’tan ayan bir nesne yok
Gözsüzlere pünhan imiş
Aşkın Meyine Ben Kana Geldim
Aşkın meyine ben kana geldim,
Şem’in oduna hoş yana
Şem’i tevhidi gördüm yakmışlar,
Gitti kararım pervâne geldim.
Halka-i zikri kurmuş âşıklar,
Ben de sahnında cevlâna geldim.
Mecnûnum bugün Leylâ derdinden,
Neylerim aklı dîvâne geldim
Derdi cânânın açtı yâreler,
Bağrım üstünde dermâne geldim.
Ümmî Sinân’ın hâk-i pâyine,
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim.
Yâremi bildim Yârimden imiş,
Bunda Niyâzî Lokmân’a geldim
Uyan Gözün Aç Durma Yalvar Güzel Allah’a
Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allah’a
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allah’a
Her geceyi kaaim ol her gündüzü saim ol
Hem zikr ile daim ol yalvar güzel Allah’a
Bir gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allah’a
Aslığı ganimet bil her saati nimet bil
Gizlice ibadet kıl yalvar güzel Allah’a
Ömrünü hiçe sayma kendini oda yakma
Her şam u seher yatma yalvar güzel Allah’a
Hey nice yatırsun dur olma bu safadan dur
Bahr-ı keremi boldur yalvar güzel Allah’a
Her vakt-i seherde bir lütfu gelir Allah’ın
Ol vakt uyanır kalbin yalvar güzel Allah’a
Allah’ın adın yadet, can ile dili şadet
Bülbül gibi feryat et yalvar güzel Allah’a
Gel imdi Niyaziyle Allah’a niyaz eyle
Hacatı dıraz eyle yalvar güzel Allah’a
Gel Ey Sofî Çıkar Sofu Kıl İnsâf
Gel ey sofî çıkar sofu kıl insâf,
Ko sûret düzmeği kıl içini sâf.
Riyâ ile bu ömr‐ü nâzenini,
Nice bir sarf edip edersin isrâf.
Kuru davâ mı sandın sen bu ilmi,
Bu yola böylemi gittiler eşraf.
Dahî kâmilliğin bu mu nişânı,
Sana derviş ola etrâf ü eknâf.
Değil vallâhi mürşidlik bu resme,
Kemâl ehline yakışmaz bu evsâf.
Arıt pâk eyle kalbin eyle hâlis,
Beğenmez böyle kalbi anla sarrâf.
Hakîkat kârbânına uyagör,
Kati rûşen yola gider ol esnâf.
Fenâ Kâf’ından aşır yolları hep,
Bekâ Ankâsı’na olurlar ezyâf.
Bu yolu cümleden âlâ tutarlar,
Sarây‐ı vahdete erişen eslâf.
Hurûfa bakma andan içeru bak,
Nefestir can değildir nûn ile kâf.
Nefs bahrında lâl olmuş Niyâzi,
Sada vü harf içinde olan urur lâf.