Eskiden okurlar, aradıkları kitabı nasıl buluyorlardı hiç merak ettiniz mi? ‘Kapaktaki kitap ve yazar adına bakarak tabii ki’ diyorsanız yanıldınız. Zira o zamanlar kitap kapakları pek de o işe yaramıyordu ve kitap kapaklarının işlevi dünden bugüne çok değişti. Gelin kitap kapaklarının tarihsel serüvenine kısa bir bakış atalım.
Baştaki sorumuzu içselleştirelim ve zamanda bir yolculuğa çıkalım. Farz edelim ki, 15. Yüzyıla ışınlanmış bir okursunuz. Kütüphaneye girdiniz, raflardaki kitapları elinize alıp, şöyle bir göz gezdirdiniz. O da ne, ne kitap ismi var ne de yazar… E arka kapak? İçeriğe dair birkaç cümle? Yok. Neden? Çünkü eski kitaplarda kapağın genel amacı ciltlenmiş sayfaları bir arada tutmak ve onları korumak. E ben içeriği nasıl öğreneceğim derseniz, kütüphane görevlisi ile tatlı bir sohbete koyulabilirsiniz: ‘Kardeşim ben bir roman alacaktım.’ ‘Tabi abim, bak bu yeni geldi. Bir adam var kendini şövalye sanıyor yel değirmenleriyle dövüşüyor çok acayip. Biz evde de hep bunu okuyoruz’ . ‘ E sar madem bir tane’… Konuşma tam olarak böyle de olmayabilir tabii. Bir kitabın kaderinin ve pazarlanma koşulunun kitapçının izahı ile sınırlı kaldığı dönemlerde yaşamak garip olmalı.

Yıllar geçip, kitap basımı çoğaldıkça, büyük şehirlerde daha büyük kütüphaneler kuruldu. Kitapçılar okuyucunun istediği kitapları bulmak hususunda eskisi kadar mahir olamadılar. Bir çözüm arayışına girdiler ve akıllarına; kitap kapaklarına, kitap sırtlarına yazar ve kitap isimlerinin yazmak fikri geldi. Zaruretten doğan bu durum günümüz modern kitap kapaklarının temelini oluşturdu. Ve o günden bu güne bir takım coğrafi, siyasi ve toplumsal gelişmeler kitap kapaklarında çeşitli farklılıkları beraberinde getirdi.

Türklerin Anadolu’ya göç etmesi ve İslamiyet’le tanışması neticesinde kitap kapaklarında Arap’lara özgü motifler kullanılmaya başladı. Osmanlı dönemine geldiğimizde ciltçilik sanatı doruğa ulaştı, kitap kapaklarında İslam Sanatları yer alır oldu. Genel olarak Osmanlı dönemi eser kapaklarının cilt kalitesi ve sanat değeri yüksekken Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim devrinde ciltçilik en parlak dönemlerini yaşadı. Bazı el yazması eserler gümüş, altın ve mücevher gibi malzemelerle ciltleniyordu.

Yaygınlaşan matbaa ile kitaplardaki geleneksel desenler yerini ne yazık ki Batı’dan gelen ithal tarzlara bıraktı. Bu etkinin arttığı 17. Yy’da kapaklar sadeleşti ve doğadan semboller tercih edilir oldu. Daha sonra gelişen teknolojinin kendi stilini meydana getirmesiyle; kaligrafiye ağırlık veren, el sanatlarıyla münasebeti kesmiş kapaklar meydana geldi. 1880-1900 arası moda olan Alman tarzı, ebru üzerine kitap etiketi ile kendini gösterirken, 1900-1960 yılları arasında hakim olan Fransız tarzı düz bir fon üzerine kitap ve yazar ismi yazmakla yetiniyordu. 1960’lardan itibaren popüler kültür hayatımıza, illüstration ve resmi bol bol kullanan Amerikan tarzı kapakları soktu.
Kitap kapağı serüvenimize kendi tarihimiz özeliden baktığımızda, II. Abdülhamid döneminde barok tarzı kadife kitap kapakların hakimken, Osmanlı’nın maddi çöküşü ile beraber kitap kapaklarındaki kalitenin azaldığını, Cumhuriyet döneminde ise kitap ebatlarının küçülüp, kapakların sadeleştiğini görüyoruz. Cumhuriyet dönemi kitap kapaklarında, kapaklar tamamen roman konusu ile ilgiliydi. Okur kitap kapağından yola çıkarak kitabın sonunu dahi tahmin edebiliyordu.

Günümüzde hem geleneksel hem de çağdaş kapaklar tasarlanıyor. Kapaklar yayınevlerinin tarzına, çalıştıkları tasarımcıların deneyimine, editörün yapmış olduğu yönlendirmeye ve bu gibi pek çok unsura bağlı olarak çeşitlilik gösteriyor. Bilgisayar ve internet teknolojisinin ciddi bir özgürlük alanı oluşturduğu aşikar. Hazırlık sürecinin hızlanmasının çeşitliliği de beraberinde getirmesiyle zengin bir kapak koleksiyonuna sahip olmanın zevkini çıkarmak ise biz okuyucuya kalıyor.