Osmanlı Devleti’nde Muharrem Gelenekleri Ve Muharremiye/ Ayşegül Uyar

Hicri olarak yeni bir yıla girdiğimiz bu günlerde Netyazı ekibinden Ayşegül UYAR sizler için Osmanlı Devletindeki muharrem geleneklerini araştırdı.

 Sözlükte “haram kılınan, yasaklanan; kutsal olan, saygı duyulan” anlamlarındaki muharrem savaşmanın haram kabul edildiği dört aydan birinin adıdır. Hz. Peygamber(as) muharrem ayından Allah’ın ayı[1] olarak bahsetmiştir.

12 aydan oluşan ve 355 gün olan kameri takvimin ilk ayı muharrem ayıdır. Muharrem ayı tarih boyu içinde gerçekleşen olaylar sebebiyle önemli görülmüş, aşure günüyle de özel sayılmıştır. İslam geleneğinde muharrem ayı ve bu ayın onuncu günü hazırlanan aşureye bağlı inanç ve rivayetler fazladır. 10 muharrem 61/ 680’de Hz. Hüseyin ve aile fertlerinin Kerbela’da şehit edilmesiyle muharrem ayı müminler için unutulması mümkün olmayan hüzünlü bir zaman dilimine dönmüş hatta bu çerçevede yeni bir edebi tür olarak muharremiye ortaya çıkmıştır. Ehli beytin şehit edilmesiyle duyulan üzüntüyü ifade etmek, bu vesileyle Ehl-i beyt sevgisini gönüllere yerleştirmek için yazılan şiirlere muharremiye denilmiştir.

İslam coğrafyasına uzun süre halifelik yapmış Osmanlı Devletinde, muharrem ayı girince sarayda yılbaşı geleneği olarak kutlamalar yapılmış, yeni yılın padişaha ve İslam ümmetine hayırlar getirmesi için dualar edilmiştir. Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’nun anılarından yola çıkarak Osmanlı Devletindeki muharrem geleneklerini kısaca şöyle anlatabiliriz:

*Haremde yeni şeyler giymenin uğur getireceğine inanılır, o gün haremdeki hanımlar muhakkak yeni bir elbise giyerlerdi.

*Yeni yılın başlangıcı için basılan paralar saray ahalisine, saraya gelen misafirlere vezirlere paşalara dağıtılır, kırmızı kadife keselerde dağıtılan bu paralar lira çeyrekleri, yirmi yedilikler ve gümüş çeyreklerden oluşurdu. Bu bahşişlere de muharremiyelik ya da yıl bereketi adı verilirdi.

* Helvacıların nezaretindeki aşçılar ve kiler ağaları tarafından hazırlanan aşure, muharremin onundan itibaren “aşure testisi” adı verilen özel kaplarla saray dairelerine dağıtılırdı.

*Hamidiye Cami meydanında kazanla pişirilen aşure fakir fukaraya ikram edilir, Talimhane meydanında pişirilen aşure de askerlere gönderilirdi.

*10 muharremden itibaren saraydan tekkelere, tekkelerden de saraya süslü testilerle aşure gider gelirdi.

* Padişahın huzurunda muharremiye şiirleri okunurdu.

Muharremiye şiirlerinin 2 ayrı şekilde yazıldığını söyleyebiliriz. Bunlardan ilki Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişiyle ilgili manzumelerdir diğerleriyse muharrem ayının hicri-kameri yılın ilk ayı olması münasebetiyle yazılan kutlama amaçlı manzumelerdir. Muharremiye şiirlerinin ilk ortaya çıkış tarihi bilinmemektedir. Şairler muharrem şiirleri ile Allah katında itibarlarının artacağına ve yazdıkları şiirlerin mağfirete vesile olacağına inanırlardı. Bu inanış muharremiye geleneğini beslemiş pek çok şair bu özel gün için şiirler yazmıştır. Divan şairi Fuzuli’nin Hadikatü’s-suadâ’si bunlardan biridir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de Farsça bir Kerbelâ mersiyesi kaleme almış ve Mes̱nevî’de bu vesileyle yapılan törenleri tasvir ederken taşkınlıklardan sakınılmasını tavsiye etmiştir. Dolayısıyla Türk edebiyatında bu manzumelerin XII. yüzyıldan itibaren yazıldığını söylemek mümkündür.

Sinan Paşa, Ruhî, Nailî, Tahir’ul-Mevlevi gibi isimler de muharrem şiirleri yazmıştır. Yalnız erkekler değil devrin kadın şairlerinden Adile Sultan ve Leyla Hanım da bu geleneğe katkı sağlamıştır.

 Keçecizade İzzet Molla divanında Yezid’in hicvedildiği ikişer beyitlik manzumelerde muharremi anlatırken gözden gözyaşı yerine kan gelecek zamanın geldiğini şöyle belirtmiştir.

“Dîdeden su yerine kan akacak dem geldi

Kerbelâ günleridir ağla Muharrem geldi

‘İzzet anmazdı Yezîd’i ‘acaba n’oldu sebeb

 Var ise hâtırına ehl-i cehennem geldi

Kanıyla eger dolsa Yezîd’in yedi deryâ

Bir katresine hûn-ı Hüseyn’in bedel olmaz

Cûş etse yem-i rahmeti kâfirlere hakkın

 Dûzahdan anın ‘afvı yine muhtemel olmaz[2]

Hüseyin Efendimizin şehadeti nedeniyle yeryüzünde duyulan üzüntüyü ifade ettiği için edebiyatımızda bu şiirler firak-nâme, firkat-nâme olarak da adlandırılmıştır.

Aziz isimli bir şair dizelerinde muharremin gelmesiyle Hz. Hüseyin’den ayrılışın acısının tazelendiği şöyle anlatılmıştır.

“Bir melek itmede arş üzre bu gün şöyle nidâ

Dinledim gûşuma gelmekde idi böyle sadâ

Eyle tecdîd-i elem mâh-ı Muharrem geldi

Firkat-i nâr-ı Hüseyn ile yanar arz u semâ

Tîg-i hicrâna su vir turma akıd göz yaşun

Firkat-i nâr-ı Hüseyn ile yanar arz u semâ”[3]

Muharrem şiirleri içinde en çok bilineni sanırız Alvarlı Efe’ye ait olan şiirdir.

“Bugün mâh-ı Muharremdir muhibb-i hânedân ağlar

 Bugün eyyâm-ı matemdir bugün âb-ı revân ağlar

 Hüseyn-i Kerbelâ”yı elvân eden gündür

 Bugün Arş-ı muazzamda olan âli divân ağlar”

Son dönem âlimlerimizden sahaflar şeyhi olarak bilinen merhum Muzaffer Ozak muharrem hüznünü anlatırken

“Geçeriz dünyada cân-ı cânândan

 Kerbelâ”da akan kandan geçmeyiz  

Hüseyin bizim canımız cânânımız

 Hasan dahi dînimiz imânımız

Kırılsak da pirimiz cîvânımız

Kerbelâ’da akan kandan geçmeyiz” demiştir.

İstiklal şairimiz Mehmet Akif de Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi başlığıyla muharrem ayı için şiir yazmıştır.

Yıllar geçiyor ki yâ Muhammed,

Aylar bize hep Muharrem oldu!

Akşam ne güneşli bir geceydi…

Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!

Alem bugün üç yüz elli milyon

Mazlûma yaman bir âlem oldu:

Çiğnendi harîm-i pâki şer”in;

Nâmûsa yabancı mahrem oldu!

Beyninde öten çanın sesinden

Binlerce minâre ebkem oldu.

Allah için ey Nebiyy-i ma”sûm,

İslâm”ı bırakma böyle bîkes,

İslâm”ı bırakma böyle mazlûm.

Günümüzde hala Tunus, Cezayir, Mısır, Fas gibi ülkelerde muharrem ayında törenler yapılmakta, ilahiler okunmaktadır. Bu vesile ile biz de Kerbela şehitlerini rahmetle anıyor, yeni hicri yılın dünyaya huzur ve bereket getirmesini temenni ediyoruz…

*Konu hakkında ayrıntılı okuma yapmak isteyen okurlarımıza

Asım Köksal’a ait “Hz. Hüseyin ve Kerbela Faciası” kitabını tavsiye ederiz.


[1] Müslim, Sıyam, 202-203.

[2] Ömür Ceylan – Ozan Yılmaz, Hazâna Sürgün Bahar, Keçeci-zâde İzzet Molla ve Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr, İstanbul, 2005, s. 713.

[3] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/33119



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek