Kimimiz pencere kenarında “Kar ya da yağmur yağsın.” diye bekler. Kimimiz de karın ve yağmurun yağmadığı günleri özler. Doğayla ilişkimiz hep kendi durumumuzla sınırlı.
Gelin Mustafa Kutlu’nun bu yazısını okurken hem tabiatın olması gerektiği gibi, seyrinde gitmesini kabul edelim hem de “kış” kimseyi üşütmesin diye çabalayalım.
Kar her şeyi örtüyor (saklıyor). Tek renge bürüyor: Beyaz. Bu bir nevi renksizlik. Bir nevi “nört” hali. Aynı zamanda temizlik, saflık, duruluk.
Kar böyle sessiz, sedasız yağıverince; belki bu kar tanelerinin ağır ağır yeryüzüne inişinden geliyor, her yanları bir sükûnet kaplıyor.
Her şey herkes durup (hareketten kesilip) karın yağışını izliyor. Belki de bu yüzden karı izleye izleye içimize dönüyoruz; ruhumuza.
Derken içinde kar geçen şiirler, mısralar, bölük pörçük anılar sökün ediyor. Kar için çok şiir yazılmıştır ama seçkin örneklerinden tadımlık mısralarla yetineceğiz.
Bir beyaz lerze bir dumanlı uçuş
Eşini gâib eyleyen bir kuş gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar.
(C. Şehabettin / Elhan-ı şita)
Baharı kar mı, arıyor şair mi? Herhalde ikincisi. Yaşlanmış mıdır acaba, yeniden bahara dönmek mümkün müdür?

Yahya Kemal’in “Kar musikileri” şiiri Varşova 1927 tarihli.
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu
Beytiyle başlar. Yahya Kemal bütün yükü “kar sesi”ne bağlamış. Var mı böyle bir ses. Öyleyse nedir?
Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı
Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı
Zihnim bu şehirden bu devirden çok uzakta
Tanbûrî Cemil Bey çalıyor eski plakta
Birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle
Kar sese, (musikiye) dönüşüyor. Yahya Kemal’in alıp İstanbul’a götürüyor.
O artık uykusunda Körfez’i (Kanlıca) görecek ve pembe bir tebessüme bürünerek uyuyacaktır.

Oysa Ahmet Muhip Dranas’ın mısraları böyle değil. Kasvetli ve dramatik.
Kardır yağan üstümüze geceden
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden

Ve nihayet İsmet Özel.
Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak
Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım
Ölüm ve acılar çatsaydı beni
Düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
Sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım
Diri-gergin kasları konuşsaydım
Kardeşler! deseydim Kardeşlerim!
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor…
Yazık, şairler kadar cesur değilim
Çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
Gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.
Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
Öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
Bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
Çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
İnanmazdım dosyalara sığacağına
Gittikçe ışıldardım dükkânlar kararırken
Hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.
Benim adım bilinen cevapların üstüne mühürlenmiş
Ellerim tütsülenmiş
Evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında
Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar
Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
Ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa
Gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.
Ve bu yüzden yakışıksız oluyor
İnsanları hummalı baharlar olarak tanımlamak
Ve bu yüzden göğsümde dakikalar
İnce parmaklar halinde geziniyor
Konvoylar geçiyor meşelikler arasından
Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak
Unutulacak diyorum, iyice unutulsun
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

Aslında bunların hepsi birer vesile. Bunlara Sezai Karakoç’un “Kar şiiri”ni de katmalı. Kar, yağmur, gökyüzü, deniz, güneş, dost, düşman. Şiirin sinesine uzandıklarında kimliklerinden soyunurlar. Bir başka şey (dil) olarak, içimizdeki (ruhumuzdaki) tele dokunurlar. Biz bize kalırız. Tek ü tenha. Ve o zaman işte pişmanlık, hasret, vuslat, merhamet, gözyaşı, sevgi, özlem vb. elle tutulacak hale gelir.
Mademki böyle oluyor. Pencereden yağan karı elimizde limonlu çay bardağıyla kalorifer sıcaklığına sarılmış seyrediyoruz. Bu kadar hüzün kafi. Kalkın. Bu karda kışta çadırda kalanlara, başlarına bomba yağanlara bir battaniye bir çift çizme de siz gönderin.
*Bu yazı 14 Ocak 2015 tarihli Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır.