Büşra Kayıkçı Röportajı/ Ayşe Mercan Kara

27. İstanbul Caz Festivali geçtiğimiz günlerde Genç Caz kategorisinde konser verecek isimleri belirledi. Finalistler içinde yer alan Büşra Kayıkçı’yı tebrik ediyor, kendisiyle geçtiğimiz günlerde Netyazı adına konuşan Ayşe Mercan Kara’nın keyifli sohbetini sizlerle paylaşıyoruz.

İKSV, yapılacak organizasyonda Genç Caz, caz ve benzeri müzik türlerine ilgi duyan genç müzisyenleri teşvik edip profesyonel müzik dünyasına hazırlamayı amaçlıyor.

Dokuz yaşından beri tiyatro, bale, resim ve müzik alanlarında özel dersler aldınız. Ailenizin isteği üzerine konservatuar yerine mimarlık fakültesini tercih ettiniz.

Aslında buna, sadece aile isteği diyemeyiz. Resim yapmaktan uzaklaşmak istemediğim için de bu fakültede karar kıldım. Onların seçtiği herhangi bir bölümü kabullenmek gibi değil bu.

Yirmi yıldır piyanonuzla yolculuğa devam ediyorsunuz. İki albümünüz ve Kuzguncuk’ta bir ofisisiniz var. Ofisinizi hem bir homestudio hem suluboya atölyesi hem de mimarlık bürosu olarak kullanmaktasınız. Biz sizi en genel manada bu şekilde tanıyoruz peki, sizce Büşra Kayıkçı kimdir? Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Belli bir tanım veya sıfattan bahsetmek yerine genel manada öğrenmeyi, üretmeyi, özünde çalışmayı çok seven biriyim. Çocuk yaşlarda başlayan sanat eğitimleri serüvenim zaman içerisinde yaşamla olan bağlantımı da hem maddî hem manevî sanat üzerinden kurgulamamı sağladı. Böyle de devam ediyor şu anda.

İlk dijital albümünüz olan Eskizler’de “Doğum” ve “Yol” parçaları ile dinleyici ile buluştunuz. Albüm, hangi evrelerden geçerek ortaya çıktı?

Uzun doğaçlama ve kayıt seanslarımdan sonra ortaya çıkan bir albüm. Doğaçlama seanslarım bana kâğıt üzerinde yaptığım eskizleri anımsatıyordu. Daha sonraki teknik aşamalarıyla da kendim ilgilendim. Bağımsız bir çalışmaydı. Bu açıdan da hala taslak seviyesinde olduğu için ismi eskizler. Bir albümde çok kalem iş var, teknik detaylar var ve bunların hepsi müzisyenin altından kalkabileceği işler değil.

“Sese zaafım var melodik olmasına gerek yok.” diyorsunuz. Defter sayfalarının hışırtısı, kalem ve tuş tıkırtısı, tellerin havada asılı kalan sesleri, çekiç sesi ve daha pek çok sesi biriktiriyorsunuz. Sizi en çok üretkenliğe sevk eden kütüphaneniz, hangi seslerden oluşuyor?

Üretkenlikle doğrudan bir bağlantısı var mı, bilemiyorum. Sadece günlük hayatta bu sesleri duyduğum zaman, kulağımın hemen dikkat kesildiğini ve psikolojik bir rahatlamaya sebep olduğunu erken yaşta keşfettim. Bir bebekte ninni dinlemenin yarattığı etkiyle aynı. Şu anda da piyanonun mekanik seslerini -çekiç, pedal, kumaş gibi- kayıt seanslarında çıkarmaya çalışmıyorum. Bilakis içlerinde olması memnun ediyor hatta daha fazlasını eklemenin yollarına bakıyorum.

“Böyle Daha Güzelsin” sergisine iki boyutlu olarak tasarlanmış “Madde 42” eserinizle katılım gösterdiniz. Tuşlar üzerinde oluşturduğunuz görsel kurgudan biraz bahseder misiniz?

Sergi için bir minimalist beste çalışması yaptım. Eserin ismi “Madde 42”. Beste, iki boyuttan oluşuyor; işitsel ve görsel. Bu anlamda benim için de deneysel bir çalışma oldu. İlk defa bir esere tonunu, formunu veya temposunu kurgulayarak değil, ellerimin nasıl hareket edeceğine karar vererek başladım. Tersten gittim yani. Kurguladığım hareketin bana verdiği armoni ile de melodiyi oluşturdum. Bu yüzden diyebilirim ki ses, ana eleman değil, yardımcı bir öğe olarak kullanıldı. Sergi için hazırladığımız videoyu sessiz izlediğinizde bile hikâyesini fark edeceksiniz. Tüm bu kurguyu esasında samimiyet kaygısı ile yaptım. Ben 28 Şubat’ı yakinen tecrübe etmiş biri değilim. Klasik besteci refleksi ile ısmarlama duygular üzerinden melodiler yazmak da doğru gelmedi açıkçası.

Bu çalışmada sağ elim eser boyu çeşitli aralıklarda tekrar eden motifler uyguluyor, sol elim ise onun etrafında dönüyor. Genel itibariyle sağ ele sabit, sol ele hareket eden diyebiliriz. Sağ el bir metafor olarak devrin fikrini, sabit otoritesini ve statükosunu; sol el ise bir şeyler yapmak, çözüm bulmak için çabalayan çırpınan kadınları temsil ediyor. İsmini ise piyano tuşlarının numarasından aldı. Sağ elim bestenin ilk yarısında (burada agresif, ısrarcı ve azimli armoniler hakim) 39-43 numaralı tuşeler arasında sürekli aynı motifi tekrar ediyor, fakat 42 numaraya hiç basmıyor, sol elin de basmasına izin vermiyor. Fakat sol el zorluyor bu tuşeye ulaşmak için. Nihayetinde sol el kısa bir süreliğine bunu başarıyor. Bu kısım, bana okullara perukla, şapkayla giren kızları hatırlatıyor. Bir şekilde elde edilmiş bir hak gibi gözükse de buruk bir tercih/çözüm. Dinlerken eserin bu kısmında melodinin inceldiğini, çırpınmaktan yorgun düştüğünü duyacaksınız. Kapanışta ise her şey tekrar baştaki seyrine geri dönüyor ve sağ el aynı yere yerleşiyor, 42’yi bloke etmeye tekelinde tutmaya devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti anayasasında 42’nin karşılığı ise “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.”

Sanatın sanatla beslenmesi bazında müzik ve edebiyatı “Tuna” adlı eserde buluşturdunuz. Tuna’yı dinlerken tasarımcı (Büşra Kayıkçı) bizi hangi soyut âleme taşımak istiyor? Oluşum sürecinden ve kayıt hikâyesinden biraz bahseder misiniz?

“Tuna” bir sanatçı işbirliği projesi. İlk ayağı arkadaşım, şair ve yazar Furkan Çalışkan’ın yazdığı metin: Tuna Kısmet. 2015 yılında, Budapeşte’deyken yazmış. Biz bir ortak proje yapmayı planlarken onun kitaplarını okuyordum ve bu metnin daha ilk cümlesini okuduğumda beste yapmak için onu seçmeye karar verdim hemen. Sonrasında büyük tesadüfler silsilesi ile ilerledi proje. Bir kaç ay sonra Macaristan’da bir piyano atölyesini ziyaret etme fırsatım oldu. Burası, alternatif piyanolar üreten özel bir atölye. Sahibi ve üreticisi David Klavins’in Una Corda ismini verdiği piyanoları, Alman besteci Nils Frahm ile ortak çalışması. Nils’de yıllardır ilham ve örnek aldığım piyanistlerden biri. Oraya gidince Tuna’yı una corda piyano üzerinde kaydettim. Sesi çok farklıdır, klasikçilere göre değil benim gibi minimalist, neoklasik veya film müziği çalışmaları yapmak isteyenler için alternatif bir piyano. Özetle Furkan’ın Tuna Kısmet’i başka bir formda doğduğu topraklara geri dönmüş oldu.

Müzik sizi zihnen de olsa farklı mekânlara taşır, diye düşünenlerdensiniz. Peki, farklı mekânlarda örneğin taş bir katedralde, yakıcı bir çölün ortasında yahut bir damlataş mağarasında (40) kırk gün kalarak/mekânın beste yapmadaki rolünü deneyimlemeyi hiç arzu ettiniz mi?

Elbette çünkü direkt bir etkisi olduğuna hem eminim hem yakın zamanda yapılan bir projeyle buna şahit olduk. Oscar ödüllü besteci Hildur Gudnadottir “Chernobyl” dizisi için beste yapmadan önce termik santrale gidip o mekândaki seslerin kaydını almış ve bunları müziğinde kullanmış. Bu müzikle harika bir atmosfer oluşturuyor dinleyicilerin zihninde.

Müziğinizin Neo Klasik-Minimalist tarz olduğu gibi kıyafetlerinizin de minimal çizgilere sahip olduğunu görüyoruz. Bir iç mimar olarak eviniz de dekorasyon ve düzen ekseninde minimalist bir kurguya mı sahip?

Minimalist evet ama bundan kastım akımın felsefesi üzerinden ticaret yapan ultra pahalı minimal markalardan alışveriş yapmak değil. Az eşyam vardır. Hatta eşya ile sorunlu bir ilişkim var, diyebilirim. Fonksiyonu olmayan şeyler bir müddet sonra beni rahatsız ediyor. Zamanında çok beğenerek almış olsam bile bir şekilde işlevsiz kaldıysa, sadece dekoratif öğe olduysa, onu mutlaka elimden çıkarıyorum. Sık sık bütün evi ve dolabımı taramadan geçirir neye gerçekten ihtiyacım olup olmadığını sorgularım. Biriktirmem. Bu konuda epey acımasızım, diyebilirim. Anılar insanların zihnilerinde yaşar, eşyalarda değil.

Muhafazakâr aileler çocuklarını genelde ney, def, bağlama gibi müzik aletlerine yönlendiriyorlar. Enstrüman olarak piyanodan başlamamış olsaydınız sizce yönünü değiştiren bir akarsu gibi tekrar yatağınızı bulur ve tuşlara dokunur muydunuz? Ebeveynin sanat tercihleri çocuğu ne derecede etkiliyor?

Bilemiyorum buna cevap vermek çok zor. Piyano derslerine kendi isteğimle başlamadım. Bir ihtimaldi ve ben de uyum sağladım. Herhalde kadersel bir döngü oldu.

Abdülhamit Han’ın da Batı müziği icralarını takip ettiğini biliyoruz fakat genel algı olarak muhafazakârların piyano ile ilişkisi hep yadırganıyor. Üstelik bunu her iki cenah da yapıyor. Size öteki olduğunuzu hissettirenlerle karşılaştınız mı? Karşılaştıysanız bu sizi ne kadar etkiledi?

Ben Savaş Barkçin’den esinlenerek “Müslüman’ın yönü değil, yolu vardır.” demek istiyorum. Batı da bizim, Doğu da bizim. Nereli olduğu, nereden olduğu fark etmez. Biz öğreniriz, kendi süzgecimizden geçiririz, doğru sınırlar içinde kullanırız. Bugün bir Alman, İslamiyet’i seçtiğinde ona “Kendi müziğini dinlemeyi, icra etmeyi bırak, çünkü bu batı.” demek ne kadar saçma olurdu, değil mi? O sebeple öteki diye bir şey yok. Varsa da benim zihnimde yaşamadığı için görmüyorum ve üzerime alınmıyorum.

Sulu Fikirler Atölyesi nasıl kuruldu?

Suluboya tekniğinde ulaşılabilir ve minimal dekoratif resimler üretmek istedim, bu şekilde başladı.

Tasarım ve üretim yapmakta rutinleriniz var mıdır? Varsa nelerdir?

Diğer sanatçıların işlerini, üretilerini bol bol inceler ve icra ederim. Böylece yeni teknikler öğrenmiş olurum. Daha sonra uzun doğaçlamalar yaparım. Bunun için de bir tam boş güne ihtiyacım olur. Genelde 4-5 gibi uyanıyorum. Şehir ve insanlar henüz uyanmamışken içimdeki sesleri duymak daha kolay oluyor.

İlhamınızı, farklı disiplinleri aynı anda çalışmakta mı buluyorsunuz?

Hem ilham hem motivasyon diyelim. Sanırım hiperaktif bir beynim var. Sürekli sadece müzikle veya sadece resimle ilgilendiğim bir hayat hayal edemiyorum. Bir şey seçmek istemiyorum. Alan değiştirmek beni tazeliyor. Elim kulağımı, kulağım elimi besliyor.

Kuzguncuk’taki atölyenizde bir iç mimar, bir piyanist ve bir ressam olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Pek çok renkte tüyleri olan bir kuş gibisiniz. Zamanlar arası yolculuk yapsanız, uyguladığınız hangi disiplin için hangi yılda durmayı arzu ederdiniz?

Disiplin için değil ama hayatın yavaş aktığı doğayla daha somut ilişkinin olduğu, her şeyin dijital veya elektronik olmadığı, emek vermenin kıymetli olduğu, etrafımızın kısa zamanda çok iş başarmaya odaklı insanlarla dolu olmadığı bir zamanda yaşamayı isterdim. Eminim o zaman çok daha kaliteli ve anlam dünyası zengin üretimlerim olurdu.

Gündelik yaşantınızda sanat dışında meşgul olduğunuz şeyler nelerdir? Örneğin ne tarz filmler izlemeyi sever, ne tarz kitaplar okursunuz? Yemek yapmayı mı yemeyi seversiniz?

Kitap ve film beni duygusal anlamda çok derin etkileyen iki alan ama pek vakit ayıramıyorum ne yazık ki. Vaktimin çoğu projelerle geçiyor. Vakit bulduğum zaman ise psikoloji veya otobiyografi alanında eserleri tercih ediyorum. Yemek yapma konusundaki tek görüşüm karnımı doyurmak açıkçası. Mutfakta geçen zamana acıyorum.

Doğayla ve sporla aranız nasıl? Hangi yollarda yürümeyi seversiniz?

Ne diyebilirim ki! İstanbul’da, şehrin göbeğinde yoğun bir tempoda yaşıyoruz. Doğada uzun yürüyüşler yapmak eminim çok iyi gelirdi, eğer bir doğa ile çevrili olsaydık 🙂 Bu benim yoğun bir şekilde hasretini çektiğim bir aktivite.

Tasarımlarınızda sürekli bir soyutlamadan besleniş hâkim. Peki, hangi yerli ve yabancı şairleri okur Büşra Kayıkçı?

Şiire pek vakit ayıramadığımı itiraf etmeliyim. Belki de çok düşkünlüğüm olmadığından. Ama okuduğum vakitlerde genelde tasavvufî beyitleri tercih ediyorum.

İllüstrasyon ve İstanbul deyince hayallerinizde canlanan projeden bahseder misiniz?

İstanbul’un tarihi yapılarının illüstrasyonlarından oluşan bir kitap çalışması yapmak istiyorum. Hem şehri tanıtan hem tarihî metinleri olan hem de esprili bir teknikle. Henüz taslak aşamasında.

Tasarımlar icra edebilmek için sizce salt yetenek mi yoksa azimli bir çalışmamı daha önde yer alır?

Ben ne yetenek ne de şans kavramlarına inanıyorum. Başlarda çok tökezleyen fakat azimle çalışan nice öğrencimin ilerlemelerine şahit oldum. Yetenek yoktur, diyemem elbette ama bu üzerine çok düşünüp motivasyonumuzu düşürecek kadar önemli bir hadise değil. Bir alana meyli olan ile olmayan arasındaki fark şudur: Birinin beş saatte başardığını öbürü on beş saatte başarıyordur. Bu müdahale edebileceğimiz bir durum değil fakat neticeye odaklanmak lazım.

Son olarak size bazı kelimeler sunmak istiyorum. Bakalım sizde neler çağrıştıracak? Birkaç kelimeyle ifade edebilirseniz çok seviniriz.
Tabure:
Alvar Aalto

Kadife: Ses

Fırça: Su

Eskiz: Boş bir ev

Parmaklar: Çatal Bıçak

Sosyal Medya: Buhran

Çikolata: Motivasyon

Hüner: Taş

Menesse (evlat): Sorumluluk

Gece: Hüzün

Una Cord: Hayal

Ses: Renk

Unvan: Başkasının fikri

Sorularımızı içtenlikle cevapladığınız için teşekkürler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikte Kopyalama Yasaktır. ©️ Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
  • No products in the cart.
Sohbeti aç
Canlı Destek