Bir edebi eserin en temel yapısını oluşturan unsurlardan bir tanesi de mekandır. Mekân birçok eserde olayın geçtiği bölge olarak tasavvur edilir. Olayı gerçekleştiren kahramanların arasında daima mekân ile bir bağlantı bulunur.
Bu yazımızda Kudüs ile ilgili yazılan şiirler üzerinden Kudüs’le kurulan ilişkiyi anlayama çalışacağız.
Bir edebi eserin en temel yapısını oluşturan unsurlardan bir tanesi de mekandır. Mekân birçok eserde olayın geçtiği bölge olarak tasavvur edilir. Olayı gerçekleştiren kahramanların arasında daima mekân ile bir bağlantı bulunur. Edebiyatın her alanında ve her döneminde gerçek veya hayali mekanlar kullanılmıştır.
Kudüs ve onunla bağlantılı olarak Mescid-i Aksâ, üç ilahî din tarafından kutsal kabul edilmiş bir mekândır. Bu sebeple bu mekânlar değişik sanat anlayışları vasıtasıyla eserlere konu olmuş ve yıllar boyu bu eserlerde değişik yorum ve hayal gücü ile bugüne miras kalmıştır. Bunlardan bazılarını sizlere sunuyoruz.
Hüsamzâde Feyzî Divanı’nda geçen aşağıdaki beyitte, sevgilinin yüzü âşıkların yöneldiği kıble olarak tasavvur edilmiş ve Müslümanlığın ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya benzetilmiştir:
Kıblemüz vechinedür Mescid-i Aksâmuz odur
Müstemi‘-i Habeşî sâmi‘-i ezânuz biz (Gülnar, 1996: 119)
Süleyman Çelebi, meşhur Vesîletü’n-Necât adlı mevlid türündeki eserinde bu durumu şu şekilde nazmetmiştir;
Tarfetü’l-ʿayn içre sulṭānı ümem
Geldi Ḳudse irdi vü baṣdı ḳadem (Süleyman Çelebi: Vesiletu’n-Necât: 195)
(İnsanlığın en şereflisi olan o sultan, daha göz yumup açıncaya kadar Kudüs’e gelip ayak bastı.)
XVII. yüzyıl şairlerinden Neşâtî’nin mirâciyesinde Hz. Peygamber’in İsrâ mucizesine şu şekilde atıf yapar;
Devletle baṣup rikāba pāyın
Ḳuds eyledi bir de cayın (Neşâtî: Divan: 4/16)
(Ayağını bahtla atın üzengisine basıp, mekânını birden Kudüs eyledi, Kudüs’e vardı.)
Hz. Muhammed’in diğer peygamberler topluluğuna namaz kıldırmasını Zâtî şu şekilde nazmetmiştir;
Cümlesine muḳtedā olduñ o dem kim enbiyā
Ḳudsde ıṣrā şebinde tā namāza ṭutdı ṣāf (Zavotçu 2013: 508)
(Nebilerin cümlesine o an ki önder oldun. Kudüs’te İsrâ gecesinde namaza saf tuttu.)
Fuzûlî, Bağdad valisi Ayas Paşa’ya yazdığı kasidede bu durumu şöyle nazmetmiştir:
Ḥalḳa iʿlām etmege dḭn-i Muḥammed ṭāʿatın
Eylediñ ol Mescid-i Aḳsāya taʿyḭn-i Bilāl (Fuzûlî: Divan: K. 13/23)
(Halka Hz. Muhammed’in ibadetini duyurmak için Bilal’i Mescid-i Aksâ’ya tayin ettin.)
XVII. yüzyıl şairlerinden Hüsamzâde Feyzî, IV. Murad’a yazdığı kasidede bu teşbih unsurunu şu şekilde kullanmıştır;
Ḳıblemüz vechinedür Mescid-i Aḳsāmuz
Müstem’-i Habeşḭ sāmḭ’-i eẕānuz biz (Hüsamzâde Feyzî: Divan: K. 2/74)
(Bizim kıblemiz, Mescid-i Aksâmız senin yüzüne doğrudur. Biz Bilal-i Habeşi’yi dinleyen, çağrıyı duyan kişileriz.)
XVIII. yüzyılın sonu XIX. yüzyılın başı klasik Türk şiirinin Giritli temsilcilerinden Hanyalı Kâmî, şiirinde erkek güzelden bahsederken Kabe’nin siyah örtüsünü yanağındaki aydınlığa, Kudüs’ü de aşk ehlinin mahşer yerine, mecazen gönle, teşbih ettiği mısralar şu şekildedir;
Sevād-ı Ka’be-hat ʿārıż-ı münevveridür
Küḍüs ki sḭnesidir ehl-i ‘aşḳ mahşeridir (Hanyalı Kâmî: Divan: G. 22/5)
(Kabe’nin yanlarındaki siyahlar, yanağının aydınlığıdır. Kudüs, aşk ehlinin Mahşeridir)
XVI. yüzyıl şairlerinden Muhibbî ise bu ilgiyi şu şekilde kurmuştur;
Ḳaşuñdur Mescid-i Aḳsā yüzüñdür Ka’be-i ʿulyā
‘Aceb mi zülfüñ olursa anuñ her dem siyeh pūşı (Muhibbî: Divan: G. 3459/2)
(Kaşın Mescid-i Aksâ, yüzün yüce Ka’be (iken), saçının her daim siyahla kaplansa buna şaşılır mı?)