Büyük Doğu Hareketi’nin kurucusu Necip Fazıl’ın hayatı bir madalyonun iki yüzü gibidir. Onun hayatı otuz yaşında tanıştığı Abdulhakim Arvasi ile değişir. Paris’te başlayan sorgulamalar, nihayet yol bulur. Kaldırımlar’ın şairi akacak deniz bulmuş bir ırmak gibi çağlar çağlar.
25 Mayıs 1983’de vefat eden Üstad Ahmet Necip Fazıl’ı vefat yıldönümünde rahmetle anıyor, Zehra Yıldırım’ın yaptığı çalışmayı sizlere sunuyoruz.
AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU
Ahmet Necip Fazıl, otobiyografisinde yazdığına göre 25 Mayıs 1904’te doğar. Babası Hukuk mezunu, bazı memuriyetlerde bulunmuş Abdülbâki Fâzıl Bey, annesi Mediha Hanım’dır. Ahmet Necip Fazıl’ın baba tarafı Kahramanmaraş’lı olup soyları Dulkadiroğullarına bağlı ‘Kısakürekler’e dayanır. Dedesi Mehmet Hilmi Efendi, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emeklidir. Görevdeyken İkinci Abdülhamîd Han’a Ermenilerce girişilen suikastın tarihî muhakemesini yapar.
Ahmet Necip Fazıl, dedesine ait olan Çemberlitaş’taki konakta ilk çocukluk yıllarını geçirirken; ilk ahlakî terbiyeyi, din eğitimini ve okuma yazmayı henüz 5-6 yaşlarında dedesi Mehmet Hilmi Efendi’den öğrenir.
On beş yaşına kadar önemli hastalıklar geçiren Necip Fazıl oldukça hareketli bir çocuktur. Onunla ilgili notlarda kireci kaymak zannedip yiyerek zehirlenmesi, denizde geçirdiği boğulma tehlikesi gibi anılar vardır. Babasının arabasının tamir edildiği bir gün eğilip tekerin altına kafasını sokan ve ölümden dönen Necip Fazıl, yarılan alnındaki izi bütün bir ömrü boyunca taşır.
Bu olayı ilerleyen yıllarda şöyle anlatır:
“İki yaşımda mıyım, üç yaşımda mıyım bilemiyorum, ortada kimsenin bulunmadığı bir an arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. Lastiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor ve ben kanlar içinde yere seriliyorum.”
İLK KAYIPLAR, İLK VİCDAN AZABI
Necip Fazıl’ın iki kayıp çok etkiler biri çocukluğunu yanında geçirdiği dedesi diğeri ise kız kardeşi Selma’nın vefatıdır. Kız kardeşi ile ilgili bir anısını şöyle anlatır.
“Selma’ya ait bir hatıram sonra sonra beni yakacak hale geldi. Büyük babamdan kıpkızıl bir lira çeyreği kopardığım bir gün, onu Selma’ya göstermiştim. Yavrucağın elinde ısırılmış, mini mini dişlerinin izini taşıyan bir elma vardı. Lira çeyreği o kadar hoşuna gitmişti ki, o hüzün ebediyetiyle dolu gözlerini bana dikip:
‘Ağabey, bu elmayı sana vereyim de o parayı bana ver! Biraz ısırdım ama ziyanı yok, değil mi?’ demişti. Pırıltılı lira çeyreğini vermiş, fakat elmayı da almak gibi bir gaflete düşmüştüm. Sonra sonra dövündüğümü hatırlıyorum.
‘Ah, niçin lira çeyreğini verdim de, hafifçe ısırılmış elmayı kendinde bırakmadım? Niçin “O da senin olsun!’ diyemedim. Hayatımın ilk büyük vicdan azabı budur.”
KİTAPLARLA TANIŞMA
Babaannesi Zafer Hanım, küçük Necip’in yaramazlıklarına bir çare olur umuduyla onu romanlarla tanıştırır fakat sabahlara kadar kitap okuyan küçük çocuğun bu hali ev ahalisini korkutunca kitaplar elinden alınır.
“Ve ben ağlıyordum. Sebebini bilmeden, ne istediğimi bilmeden… Bu hallerim gözden kaçmamış olacak ki, bir aralık kitaplarıma el koydular: ‘Artık okumak yasak!’ ”
ATLARA OLAN SEVGİSİ
Trabzon’da yaşadığı dönemlerde ona verilen Arap atı, onu adeta hayata bağlar. Bu attan düşüp günlerce yatağa düşse de at sevdası bitmez. Öyle ki Türkiye Jokey Kulübü’nün isteğiyle At’a Senfoni adlı eseri kaleme alır.
“Dokuz yaşında ata bindim ve bir daha inmedim. Her binişimde büyüdüm ve her inişimde küçüldüm.”
ŞİİRLE TANIŞMA
Necip Fazıl şiir yazmaya nasıl başladığını şöyle anlatır: “Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim. Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp; ‘Senin şair olmanı ne kadar isterdim!‘ dedi.
Annemin dileği bana, içimde beseleyip de on iki yaşına kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastane penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim: “Şair olacağım! Ve oldum.” Belki de annesi onun iç dinamiğini fark ettiği için şiire yönelmesini istemiştir.
İLK ŞİİR: KİTABE
Necip Fazıl’ın 1 Temmuz 1923 tarihli Yeni Mecmua’da yayımlanan ilk şiiri ‘Kitabe’dir.
“Benim de yerim bu el oldu yâhu
Gençlik bahçesinde sel oldu yâhu” mısralarının yer aldığı şiiri için Ahmet Haşim, “Çocuk bu sesi nereden buldun sen?” diyerek şaşkınlığını ve hayretini ifade eder.
EĞİTİM HAYATI ve PARİS GÜNLERİ
Necip Fazıl Heybeliada Bahriye Mektebi’nde beş yıl okur ama diploma alamadan ayrılır. Bahriye mektebindeki tarih hocası Yahya Kemal Beyatlı, sınıf arkadaşlarından biri de Nazım Hikmet’tir. O yıllarda aralarında bir problem olmayan iki şair, daha sonraki yıllarda fikir ayrılıkları yaşadıkça atışırlar.
1921’de İstanbul Darülfünun Felsefe Şubesi’ne yazılır. 24 Şubat 1923 tarihinde Hukuk Fakültesine de kaydolur ama devam etmez. Darülfünundaki öğrenimini de tamamlayamadan kazandığı devlet bursu ile Paris’e gider. Paris günlerini anlatırken “Kabus” diyen Necip Fazıl o günleri O ve Ben isimli eserinde şöyle anlatır:
”Kâbus şehrindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslami edebim manidir.” Bir hikâyeye göre Paris’te her sabah, evet hiç istisnasız her sabah, bembeyaz bir takım elbiseyle jilet gibi dolaşır. Ve “Üstat, kirlenmiyor mu bu beyaz kıyafet?” diye sorduklarında, “Aynısından beş tane aldım.” cevabını verir. Hem güldüren hem gerçeği bildiren özelliğini her yerde belli eder.
Paris’te geçirdiği yıllarda geceleri kumarhanelerde geçiren şair, şehrin gündüz yaşamını hiç tanımaz. Kumar oynayarak zihnindekilerden kaçmaya çalışır.
ÇALIŞMA HAYATI
Eğitim hayatı sonrası Anadolu’da ve İstanbul’da bankada memuriyet, müfettişlik yapar. İş Bankası ve Osmanlı Bankasında on üç yıl süren memuriyetten sonra Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Robert Kolej’de çeşitli dersler okutur. Sonraki yıllarda gazetecilik yaparak geçimini yazarak sağlamaya başlar.
ARAYIŞ
Paris’te başlayan sorgulama ve arayış giderek bir bunalıma dönüşür. Abidin Dino aracılığıyla Beyoğlu Ağa Cami’de görev yapan Abdülhakim Arvasi ile tanışması Necip Fazıl’ın hayatında bir değişimin kapısını açar. O günden sonra hocasından ayrılmaz.
“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” mısralarını onun için yazar.
Üstad, Abdulhakim Arvasi’yi tanımadan, Allah’a ve dinine sıkı sıkı bağlanmadan önceki günleri için şu mısraları yazar:
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…”
1923 yılından 1939 yılına kadar Yeni Mecmua, Millî Mecmua, Anadolu, Hayat ve Varlık dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde şiirleri ve hikâyeleri çıkar, özellikle dönemin seçkin dergilerinden olan Hayat’ta yer alan şiirleri çok beğenilir. İlk şiir kitapları olan Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bu yıllarda yazdıklarından seçmeleri ihtiva eder. Kaldırımlar kitabına adını veren uzun şiiri kendisine “Kaldırımlar şairi” olarak şöhret kazandırır. Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiirinden sonra kimse kaldırımlar üzerine bir şiir yazamaz.
1938’de Abdülhakim Efendiyi tanıyıp onun öğrencisi olduktan sonra yazdığı tiyatro eseri Bir Adam Yaratmak sahnelenirken çok beğendiği oyuncu Muhsin Ertuğrul başrolde oynar. Halkın büyük ilgi gösterdiği bu piyesin ardından çeşitli tiyatro oyunları yazar.
1940 yılında yazdığı Sabır Taşı oyunu –onun dördüncü tiyatro eseridir- ile Cumhuriyet Halk Partisi piyes yarışması birinciliğini kazanır. Necip Fazıl Ankara’da memuriyet yaparken Ağaç dergisini çıkarır. Yedinci sayısından itibaren İstanbul’a taşınan dergi, dönemin meşhur isimlerini bir araya getirmiş olmasına rağmen umulan ilgiyi görmediğinden 17. sayıda kapanır.
BÜYÜK DOĞU HAREKETİ
Üstat daha sonra siyasî, fikrî, edebî özelliklerin hepsini içinde barındıran Büyük Doğu dergisini 1 Eylül 1943’te çıkarır. Değişik boyutlarda, çoğu haftalık, birkaç defa aylık ve günlük gazete olmak üzere çıkan; Necip Fazıl’ın ölümüne yakın yıllara kadar aralıklarla devam eden derginin son sayısı 5 Haziran 1978 tarihini taşımaktadır.
Dergi siyasî yazılarından dolayı zaman zaman kapatılır, toplatılır. Dergideki fikirleri yüzünden zaman zaman takibe uğrayan, bazen de dergiyi çıkaracak para olmadığı için Necip Fazıl tarafından yayımı tatil edilen Büyük Doğu yayınlandığı otuz beş yıl boyunca sansasyonel kapak resimleri ve manşetleriyle geniş ilgi görür.
Ayrıca hem seviyeli bir fikir ve edebiyat dergisi olması hem de dinî öğelerin edebi metinlerle harmanlanması sebebiyle halkın dinî içerik okuma ihtiyacını giderir. Dinî içerikli yayınların kontrol altında tutulduğu yıllarda okuyucular için Büyük Doğu dergisi onları aydınlatan, yol gösteren, şekillendiren bir dergi hükmündedir.
25 Mayıs 1980’de doğumunun 75. yılı vesilesiyle Kültür Bakanlığı kendisine “büyük kültür armağanı” ve nakdî mükâfat, aynı tarihte Türk Edebiyatı Vakfı da “Türkçe’nin yaşayan en büyük şairi, sultânüşşuarâ” unvanını vermiştir.
Necip Fazıl’a izafeten anlatılan bir anekdot daha var. Üstad bir gün, aç kalmışken, bir pastanede, gazetesine yetiştirmesi gereken yazısını yazmaya çalışıyor. Önündeki kâğıda yazının başlığını ‘Açlık!’ olarak atmış. Tam o sırada bir arkadaşı çıkageliyor ve üstadı yemeğe davet ediyor. Üstad da davete icabet ediyor. Yemekten sonra yazısını yazmak üzere kâğıdını önüne koyduğunda, yazmakta zorlanıyor ve: “Bütün açlık ilhamımı mahvettin!” diyerek arkadaşına serzenişte bulunuyor.
SON GÜNLERİ
Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983’te Erenköy’deki evinde oğlu Mehmet’i yanına çağırıp vasiyetini anlatır, kitaplarına ne olması gerektiğini söyler. Sonra oğlundan bir sigara yakmasını ister. Oğlunun yaktığı sigaradan bir nefes çekip, pencereden görünen ceviz ağacına bakarak “Demek böyle ölünüyormuş,” der. aynı gün vefat eden üstadın cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verilir. Onun cenazesi Çile şiirinde bahsettiği gibi gerçekleşir.
Son günüm olmasın çelengim top arabam
Beni alıp götürsün tam dört inanmış adam
VASİYETİNDEN BAZI MADDELER
- Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz “Allah ve Resulü’nden, başka her şey hiç ve batıl.” demekten ibarettir.
- Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslamî usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım.
- Cenazeme çiçek ve bando mızıka gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum… Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum… Çiçekler çamura ve bando yüz geri koğuşuna.