Ayşegül Uyar “Sevginin Gücü” olarak dilimize çevrilen Bollywood yapımı Salman Khan filmi Bajrangi Bhaijan’ı ve bir arada yaşama sanatını yazdı.
“Gökyüzünün altında insanlar
kader çizgilerini bozarak sınırlar çiziyorlardı
gökyüzünün altında
söz ve anlam birbirine düşüyordu” Avunma Mevsimi/ Cuma Duymaz
“Sinema ideolojik yeniden üretim ve maddi kazanç elde etme arasındaki etkileşimin açığa çıkarılabileceği verimli bir sanat alanıdır.”[1] Der Doç. Dr. Murat İri. Ülkelerin yeni ideolojiler üretmelerinde, bu yeni ideolojiye kendi halklarını ve diğer ülkeleri ikna etmelerinde en kuvvetli ve karlı yollardan biri sinemadır şüphesiz. Hindistan gibi eğlence gelirinin % 13 ünü sinemadan kazanan, dillerin, dinlerin, ırkların mecz olduğu topraklarda perdenin gücü yadsınamaz bir gerçek. Bollywood sinemasının üç büyük Khan’ından biri olan Salman Khan da bu gücün farkında olanlardan. Dünyada artan terör olayları, savaşlarla yeniden çizilen sınırlar, din fanatizmi ve ırkçılığın ülkesi için birer tehdit olduğunun farkında olan Khan, son filmi Bajrangi Bhaijaan ile hem Hindistan seyircisine hem de gişedeki milyonlara mühim bir mesaj veriyor:” Nefreti yaymak kolay ama sevgiyi yaymak zor.”
My Name is Khan ile farklı dinlere hoşgörü konusuna dikkat çeken Amir Khan, Pk ile farklı din mensuplarının bir arada yaşama ahlakını irdelemiş ve bir üst kimlik olarak yükselen milliyetçiliğin Hindistan için gerekli olduğunu vurgulamıştı. Amir Khan’ın ardından Salman Khan 2015 yapımı Bajrangi Bhaijaan ile bir arada yaşama ahlakı konusunu yeniden gündeme getirdi. Üstelik Khan gerçek bir hikâyeden yola çıktı. Hikâye ise şöyleydi:
Pakistan ve Hindistan arasında yıllardır çatışmalara ve krizlere sebep olan sınırda 2006 yılında Pakistan askerleri tarafından 11 yaşlarında bir kız çocuğu bulunur. Konuşamayan bu kız çocuğu el hareketleri ile sadece bir patlama olduğunu anlatabilir ama ne kendisi ne ailesi hakkında bilgi verebilir. Onu önce bir yetimhaneye, oraya alışamayınca da Karaçi’de Müslüman bir aileye veren yetkililer bir süre sonra kız çocuğunun dua etme şeklinden onun bir Hindu olduğunu anlarlar. Hint makamları ile irtibata geçen yetkililer geçen 9 yıla rağmen Geeta adını verdikleri kızın ailesine dair hiçbir bilgiye ulaşamazlar.
Filmde annesi ile Hindistan’a dua etmek için gelen Pakistanlı Şahida’nın dönüş yolunda kaybolması ve iyi kalpli bir Hindu olan Pavan’ın (Salman Khan) onu ülkesine geri götürmek için çabalarken yaşadıkları anlatılıyor. Bajrangi Bhaijaan konuşamayan bir kız çocuğunun kayboluşuyla başlasa da bir kayboluş öyküsünden ziyade farklı kültürlerin, dinlerin bir arada yaşama ahlakına güzel bir örnek teşkil ediyor. Hindistan’la Pakistan arasında yıllarca süren savaşın her iki toplum üzerindeki yıkıcı etkisi çocuk masumiyeti üzerinden başarılı bir şekilde işleniyor. Filmin konusu diyebileceğimiz farklı kültürlerin bir arada yaşama sanatı; medyanın gücü, önyargıların zararı, her insanın özünde kıymetli oluşu gibi yan konularla desteklenip pekiştiriliyor.
Hayatı boyunca babasının beklediği başarıları gösteremeyen Pavan babasının son arzusu için Delhi’dedir. Hindular tanrıları Bajrangbali için törendedir. Büyük meydandan herkes tek tek çekilirken Pavan, Şahida ile karşılaşır. Kaybolmuş olduğunu düşündüğü bu çocuğu yanında götürmekle onu orada bırakmak arasında kalmıştır. Pavan, önceki bütün sınavlardan farklı olarak vicdanı ile sınavdadır ve küçük kızı yanına alır.
Annenin feryadı ile Şahida için üzülen seyircinin derin bir nefes aldığı sahnelerdir bunlar. Seyircinin aktörle birleşmesinin keyifli dakikaları çok sürmez. “Evet, ben de olsam böyle yapardım.” dediğiniz sahneler çabucak biter. Bir insan dilini, ismini, ırkını bilmediği bir çocuğa ne kadar bakar? 3 gün, 5 gün, bir ömür? Müstakbel kayınpederiniz artık kızıyla evlenemeyeceğinizi söylese o kız çocuğuna yine de bakar mısınız? “Bütün bunlar bir film ve filmlerde olur böyle şeyler.” der içses. Az önce üzerinize sinen gurur yavaşça uzaklaşır. Aktörle seyirci yeniden karşı karşıya gelir.
Başarısız görülen Pavan’ın aslında en büyük başarısı dürüstlüğüdür. O Hindu Tanrısı Bajrangbali’nin mürididir ve asla yalan söylememektedir. Munni adını verdikleri küçük kızın ailesini bulacağına dair tanrısına söz veren Pavan için bundan sonrası gönüllü bir imtihandır. Üstelik anlamışlardır ki Munni bir Müslümandır. Pavan ailesinden uzakta kalan küçüğün gönlünü hoş tutmaya çalışırken asıl imtihanı insanların önyargılarıyladır. Bir Hindu’nun Müslüman bir çocuğa bakmasının nesi yanlıştır? Toplumsal bilincin unutmadığı kötü hatıralar dinlerin öğretilerinden değil insanların yanlış tutumlarından kaynaklanmaktadır ve önyargıları yıkmak sınırları aşmaktan daha zordur.
Salman Khan’ın bu son filmi için esasında bir fıtrat filmidir desek yanlış olmaz. Hollywood filmlerinde safını hiç değiştirmeyen kötüler burada yoktur. İnsandır karşıdaki ve kötü olabileceği gibi iyi de olabilir. İnsanların iyi olması değil iyi kalmaya devam etmesinin toplumu dönüştürücü etkisi filmde net bir şekilde ortadadır. Bundan sebep film bittiğinde kimseye öfke duymazsınız.
Bir adamla çocuk arasındaki saf sevginin tezahür edişini izletir film bize. Sevginin, dili, dini ve ırkı yoktur. Hele sevgiye sınır hiç yoktur. Elimize tutuşturulan küçük resme baktığımızda birer sorun yumağını andıran farklılıklarımız şayet başımızı kaldırmayı becerebilirsek büyük resimde birer güzellik ve zenginliktir. İnsanları tek tipleştirmeye çalışan ve kendinden olmayanı tehlikeli gören batının ürettiği Hollywood bir korku sineması iken Bollywood sineması her insanın biricikliği üzerine kurulmuş bir umut sinemasıdır. Yeterince müreffeh hayatlar süren batı insanı bir gün sahip olduğu her şeyin yok olacağından korkarken zor şartlarda yaşayan Hindistan insanının perdede görmek istediği güzel bir gelecektir. Salman Khan’ın önceki filmlerinden farklı bir tarzla hem kendini hem diğer Bollywood yapımcılarını aştığı film olan Bajrangi işte bu sebeple umuda işaret eder. Dinlerin farklı yönleri kadar ortak yönlerini yeniden hatırlarız. Yer yer Pavan’ın bir hindu olduğunu unutur neredeyse onu bir mümin zannederiz. Beraber yaşamanın o kadar da zor olmadığını, ihtiyacımız olan şeyin bir parça insanlık olduğunu anlarız. Kötülerin kötülüğünden değil iyilerin yeterince iyi olmadığından sebep bunların başımıza geldiğini görürüz. Bir insan yüreğinin sınır aşabileceğini, yan yana saf tutan kalplerin bütün zincirleri kıracağını gözyaşları ile fark ederiz.
Son sahnede Pakistan ve Hindistan vatandaşları Bajrangi ağabey için sınır kapılarına dayanırken, sınırları konu edinen bir diğer film olan Gitmek/Benim Marlon ve Brandom’[2] filmini yeniden hatırlarız. Ve Ayça Damgacı’nın gerçek hayatından uyarlanan filmde söylediği şu şiiri mırıldanırız: “Kim uçurdu acaba kafamı? Ben kafam olmadan da yaşarım. Çünkü elim, kolum, bacaklarım var sana ulaşmak için. Ve bir de el bombası gibi fırlatıp tüm kahrolası sınırları havaya uçuracak bir kalbim.”
*Bu yazı İtibar Dergisi’nin 61. sayısında yayınlanmıştır.
[1] Doç. Dr. Murat İri; Bollywood Sineması: Hindistan’ın Hareketli Resim Sanayii Üzerine Notlar; Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi, sayı 18, sayfa: 23.
[2] Gitmek: Benim Marlon ve Brandom/ My Marlon and Brando. 2007 yapımı, yapımı yönetmenliğini Hüseyin Karabey’in yaptığı dramatik ve politik türde bir Türk sinema filmidir.