Bu hafta röportaj köşemizde; 1991 yılında TRT İstanbul Radyosu’na ney san’atkârı olarak çalışmaya başlayan, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Programları çerçevesinde eski bir Osmanlı geleneği olan ‘Cumhur Müezzinliği ve Enderun usulü Teravih Tertibi’ uygulamasıyla ilgili projeler gerçekleştiren Ahmet Şahin var.
Burcu Yıldız Kılıç bu röportajda ney’den insana; tesbihattan semâ etmeye kadar pek çok kavramı sordu. Kıymetli bir söyleşi gerçekleştirdi.
Hem Ezan makamlarının ruhumuza açılan manalarıyla ferahlayacağınız hem de ecdadın Peygamber Efendimize duyduğu aşkı anacağınız bu sohbetle gönlünüz şenlenecektir.
Mevlâna hazretleri “bişnev!” yani “işit, dinle” ile başlar Mesnevisine. İşiteceğimiz nedir?
Hz. Mevlâna, eserinde neyin ağzından “Bişnev in ney çün hikâyet mîküned /Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned.”der. “Bu neyi dinle, neler hikâyet ediyor. Ayrılıklardan şikâyet ediyor” diyerek başlamaktadır. Bahsedilen üflediğimiz kamış olmakla beraber, sesindeki güzellik ve tesirinden hareketle; bir anlamda yapısı ve manası itibariyle insan-ı Kâmil’dir. Peki, kim bu insan-ı kâmil? Elbette Hazreti Peygamber Efendimiz. Yani İslam’dır. Dolayısıyla dinleyeceğimiz şey, en hakiki ma’nâsıyla Kur’an-ı Kerîm’den öğrenilenlerdir.
Cenab-ı Hakk’ın güzelliklerini, kudretini görebilmemiz için güzel şeyleri görmek ve işitmek isteriz. Hoş bir nağme duyduğumuzda ister ney ister insan sesi, isterse bir su sesi olsun Allah! diyerek kendimizden geçeriz. Kötü ses de de “Aman Yarabbi!” diyerek Allah’a sığınırız. Her şekilde sesler bizi Allah’ ulaştırmakta. Fakat aradığımız elbette güzelliktir.
Bir gün Mevlâna hazretleri, Selahattin Zerkubi hazretleriyle kuyumcu atölyesinin önünde sohbet ederken, bu arada ‘zerkubi’ kuyumcu demektir. İçeriden çırakların altına şekil vermek için örs üzerine vurdukları çekiç sesini işitince kendinden geçiyor. Başlıyor sema etmeye. Bunu gören Selahattin Zerkubi hazretleri işçilere, ‘Aman kesmeyin vurmaya devam edin’ diyor. Çıraklar, efendim altın bozulur dese de ‘yağma olsun, vurun’ diyor. Bu şekilde beraberce iki saat kadar sema ettikleri söylenir. Demek ki duyacağını, bir çekiç sesinden dahi duyabilirsin.
Ayeti kerime ne buyuruluyor “Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl arz.” Göklerde ve yerde olanlar, Allah’ı tesbih eder. İşiten insan tesbih eder yani semâ’ eder. Tıpkı, gezegenlerin, galaksilerin yörüngesinde döndükleri, zerreden küreye bütün cisimlerin dönmeleri, boşluk zannettiğimiz havada bile moleküllerin veya atomların dönme hareketi, Allâh’ın programladığı bir hareket olması itibariyle o cisimlerin tesbih etmesidir. Ney üflediğimiz zaman çıkan nefes, konuştuklarımız, okuduklarımız hepsini oluşturan hareket Cenâb-ı Hakk’ı tesbihdir.
Mühim olan bu ayetin kudretinin, azametinin sarhoşluğuyla o sesi duyabilmek. “Kâinatı dinle kâinat zerreden küreye Allah’ı tesbih ediyor”. Mevlevi semâ’ mukabelelerinin sonunda Bakara suresi 115. ayeti okumak adettir.
“Ve lillahil meşriku vel magribu fe eynema tuvellu fe semme vechullah innallahe vasiun alim.” Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.
Bu ayetin büyüklüğü karşısında Kendinden geçip, aşk sarhoşu oluyorsun. Alvarlı efe hazretleri buyuruyor ki;
Şevk u tarâb eder eflâk
Şerâb-ı eynemâdandır
Zevk-ı kalbi bulmuş emlâk
Şerâb-ı eynemâdandır
Eşyâdan görürsün âyât
Verirler destine berât
Şerâb-ı eynemâdandır
Bu beyitler, “Nereye dönersen dönün Allah’ın yüzü oradadır”. Ayetinin idrakidir.
Yani, “Yüsebbihu lillâhi” ve “Fe eynemâ tüvellû” âyetlerinin haşmetiyle Cenâb-ı Hakk’ın kudretini görmek ve işitmek suretiyle müşâhede ederek kendinden geçmek. Dinlememiz gereken de budur.
Nây-ı şerîfin mûsikîmizdeki yeri ve ona yüklenen anlamı bize açıklar mısınız?
Mûsikîmizin vazgeçilmez ve önde gelen bir sazı diyebiliriz. Sizin de belirttiğiniz gibi neyin yanına bir de saygıdan dolayı şerif sıfatını ekleriz. Niçin şerefli, kıymetli mânâsıyla birlikte kullandığımızı mevzusunu açarsak sorunuzun cevabını da vermiş olurum.
Ney, tasavvuf geleneğinde insan demektir. İnsanın, hakka ulaşmak için izleyeceği yolu da simgelemektedir. Ney, kamış tarlasından (neyistan) koparılmıştır. Ney, vatanından koparıldıktan sonra, ısıtılarak düzeltilir. İçi boşaltılır, bağrına delikler açılır. İçi boşalmazsa neyden ses çıkaramazsınız.
İnsan da vatan-ı aslisi olan Cenâb-ı Hakk’ın katından koparılıp dünyaya bırakıldıktan sonra, dünyada Rabbimizi bilmek üzere yaşantısı diğer bir deyişle dünya imtihanları ile çilesi başlar. Nihayetinde gâye Rabbini bulabilme yolunda insanın içini boşaltmasıdır. Riyadan, günahtan, dünyevi olan gelip geçici heveslerden içini boşaltacak ki Cenabı hakkı bilmeye, O’nu tanımaya, O’ndan bahsetmeye elverişli hale gelsin. İnsanı Kâmil mertebesine ulaşan kişi de ancak Allah aşkı ile konuşur ancak ondan bahsederler.
Mûsikînin ruh ve beden sıhhatimize etkisini ecdadımızın keşfedip, uygulamasına rağmen günümüzde uygulamasına rastlamıyoruz. Mûsikînin şifâ maksatlı kullanılmasına dâir neler söylemek istersiniz?
İnsanın güzel sesten etkilenmemesi mümkün değil. Bir hayvana dahi güzel ses ile bir şey söylediğiniz zaman kafasını kaldırıp bakıyor. İnsan ruhu da tıpkı bedeni gibi dinlediği müziğe göre farklı hallere bürünür. Yediğimiz yiyecekler gibi, bazı müzikler kötü etki bırakır, bazıları güzel etki bırakır. Kişinin tavırları, dinlediği şeyle yakından alakalıdır.
Tıpta hem ruhi hem bedeni hastalıklarda kullanılmış. Bilhassa ağrı sızı gidermek, ameliyat yaralarının daha hızlı iyileşmesini sağlamak için farklı makamlar kullanmışlar. Saba makamı şu vakitte şu kadar süre dinlenilmeli. Veya hicaz makamı ikindi vakti dinlenirse daha etkili olur gibi şeklinde reçeteler veriliyor.
Besteler ister dini ister lâ-dinî olsun, hatta şarkı olsun ve Leylâ’dan bahsetsin önemli değil hepsi şifa kaynağıdır. Tasavvufi eserleri besteleyen, âyin-i şerifleri, ilahileri besteleyen bu zatların aynı zamanda şarkı da bestelemiş olduğunu görüyoruz. Zekai Dede, Itri, Abdulkadir Meragi ve Sadettin Kaynak’a gelene kadar hepsi bu şekilde farklı türde besteler yapmışlar. Üstelik bu kişiler; hafız, hoca, şeyh, derviş, müezzin, imam veyahut da bu kimselere talebe olmuş kimseler.
Eğer dünyada Aşk varsa temeli ilahi aşktır. Aşk olmamış olsaydı ilahi aşk da yaratılmamış olurdu. Bunun için, “Leylâ Leylâ derken Mevla’yı buldum” diyor Mecnun, Hz. Yûnus’un mısralarında. Dolayısıyla bizim mûsikî kültürümüz ve medeniyetimiz, Aşk üzeredir. Bu aşk sizi Allah Aşkına götürdüğü için de şifadır.
Mûsikî de bestelenen eserler üstatların divanları veya şiirlerinden oluşurken, günümüz şiirlerine beste yapılır mı? Yaşadığımız toplumu musiki ve şiir bağlamını değerlendirir misiniz?
Az da olsa böyle besteler ve şiirler var. Hece vezniyle, aruz vezniyle yazılmış güzel şiirler mevcut. Mesela Mustafa Tahralı Bey var. Çok güzel şiirleri var. Benim terkib ettiğim “Şevkinigâr” makâmı için de bir kâr-ı nâtık güftesi yazmıştı. Ben de onu besteledim. Nâtık konuşan demek. “Kâr-ı Nâtık” konuşan kâr anlamındadır ve özelliği her beyitte farklı bir makamı zikretmesidir. Ve bu beyitlerin her biri farklı makamdan bestelenir. Ben de yeni terkib etdiğim Şevkinigâr makamı ile bestelemiştim.
Ey bülbül-i can gülşen-i âteşte mi dârın?
Feryâd ü figān içre yakar Şevki nigâr’ın
Bin nağme okur mutrib-i dil sînesi pür-hûn
Bir perdede feryâd eder âh Bestenigâr’ın.
Birinci beyit “Şevkinigâr” makâmında, ikinci beyit “Bestenigâr” makâmındadır ve bu şekilde terennümlerle birlikte 18 makâm vardır.
Ney Üflemek İsteyenler için tasavvufu tavsiye ediyor musunuz?
Tasavvuf İslâm’ı derinlemesine yaşamak için bir yoldur. “Cibril Hadisi” diye bilinen bir hadîs-i şerîf vardır mâlûmunuz. Hz. Cibrîl, Efendimiz (S.A.V.)’e îman nedir, İslâm nedir ve ihsân nedir diye üç soru sorar. Efendimiz’in ihsân için verdiği “Allâh’ı görüyormuş gibi ibâdet etmendir. Sen O’nu göremesen de O seni görüyor” diye verdiği cevap tasavvuf ilminin temelini oluşturmuştur diyebiliriz. Yukarıda bahsettiğimiz âyet-i kerîmeler ışığında Allâh’ı görüyormuşçasına kulluk etme ilmidir. Çok hassas bir müessese. İstismâra da çok müsâit malesef. En önemlisi öncelikle dinimizin şer’î prensiplerinin bilinmesi doğruyu bulmamız bakımından önem taşır. Bu sebeple günümüzde yetkili ve doğru zevâta danışılmasını, önemli mutasavvıfların eserlerinin okunmasını, kıymetli şahsiyetlerle yapılmış sohbetlerin takip edilmesini daha çok tavsiye edebilirim. Ayrıca edebiyatımız tasavvufla alâkalı en güzel örnekleri barındıran bir alan.
Mûsikîdeki ölçü ve âhengin kaynağı nedir? insana düşen bir anlamı var mı?
Niyazi Sayın hocam şöyle der, musiki iki ses arasındaki manevi münasebettir. Anlatmak istediği şey; bir sesin etkili olabilmesi için dinlerken de okurken de manevi münasebetini keşfetmek lâzım geldiğidir. Mûsikî de âhenk ve ölçü önemli. Bizler, Hz. Mevlâna gibi, her duyduğumuz seste kendimizden geçemiyoruz. Ancak görerek veya duyarak cezbeye getirecek güzellik arıyoruz. Bu sebeple mûsikîde düzenli bir ses ve ölçü olmasını bekleriz. Saz eserinden ilahilere kadar bir eseri icra ederken veya dinlerken aklımızdan ve gönlümüzden, “Göklerde ve yerde olanlar, Allah’ı tespih eder.” Ayetini gönlümüzden çıkarmamalıyız ki hem icra ettiğimiz etkili olsun hem de dinleyen hissedebilsin. İşte ölçü ve ahengin insanda tesiri bu şekildedir.
Aynı şekilde Bekir Bey’den bahsederken, ‘Allah razı olsun kendisinden onun eserleri bir başka’ diyoruz. Çünkü o da her dersinde, ‘Çıkan her sesi Cenabı Hakk’ın tesbihatı olarak dinleyin. İşte o zaman hem kendiniz haz alacaksınız hem de dinleyen’ derdi.
Ezan makamlarının, vakitler ile ilişkisi nedir?
Günde beş vakit okunan ezanı da elbette bir âhenge bağlamak lazım. Ama onu da gelişi güzel bırakmamış ecdadımız. Hangi makamın hangi vakitlerde daha etkili olduğunu tespit etmişler. Sabah ezanı için saba makamı, öğle vakti için uşşak makamı, ikindi vakti için hicaz makamı, akşam için segâh makamı, yatsı için rast makamı düşünülmüş.
Vakitlerin bize anlattıklarından yola çıkarak o vaktin tesirini etkileyecek makamlar seçilmiş. Mesela her sabah yeni bir doğuştur. Hem kâinatın hem insanın yaratılışıdır. Bu sebeple de bu vakit için bizi tefekküre sevk ettirecek, kendimizden geçirecek saba makamı düşünülmüş.
Öğle vakti de günün ortasıdır. Kur’an-ı Kerim de 23 senede dini kemale erdirdi. O halde insan ömrünün kemal yaşı da 23 yaş civarına denk gelmekte. Kâinatın da insanın yaratıldığı devredir ki insanın yaratılışında aşk vardır. Yani kemâle, olgunluğa ancak aşk ile varılır. O halde bu vakit için en uygun makam uşşak makamıdır. Uşşak âşıklar demektir. Mânâsı gibi yumuşak nağmeleriyle öğle vaktinin en telaşlı halinden insanları sıyırıp, ibadete yani Allah aşkına yönlendirsin diye seçilmiştir.
İkindi vakti hazandır, yani insanın ömrün sonuna yaklaşıyoruz. Kâinatın da kıyamete doğru yaklaştığı vakittir. Bu hazanı ifaden eden hüzündür. Hüzün ise en çok hicaz makamının o yakıcı nağmelerinde mevcuttur.
Akşam vakti günün sonu veya ömrün sonu gibi düşünülecek olduğunda; işte o son gelmeden önce namaza acele ediniz. Dolayısıyla ezan seri okunur. Bu seriliği ifade edebilecek en güzel makam ise segâh makamıdır. Akşam vakti ezanın hızlı okunması ve farz namazının öne alınmasının sebebi Peygamber Efendimiz’in hadisi şerifidir;
“Accilû bi’s-salâti kable’l-fevt, Ve accilû bi’t-tevbeti kable’l-mevt”
Vaktini geçirmeden namazı kılmakta acele ediniz”, Ecel gelmeden tövbe etmekte acele ediniz.
Yatsı vaktinde yok oluş başlamıştır. Kıyamet veya ölüm. İnsanlar için gün bitmiş ve yorgundurlar. Üzerlerindeki ağırlıktan hemen dinlenmeye geçmek isteyebilirler. Bu sebeple rast makamı gibi canlılık veren, hareketlendiren, dinçlik veren bir makam ile namaza çağrılırlar ibadete şevk ile gidilebilsin.
Ezan bahsine değinince şu bahsi de açmak isterim ki Ezan-ı Muhammed’i, dediğimiz aslında ezanın salâ ile okunmasıdır. Salâ, Hz. Peygamber’i övmek, anmak içindir. Akşam namazı hariç, diğer ezanlarla birlikte salâ okunur, Öğle, ikindi ve yatsı ezanlarından hemen sonra bağlı olarak ezanın makamı ne ise o makamda, sabah ise ezandan önce dilkeşhâveran makamında okunur. Bu salâ 17i yüzyıl mûkîşinaslarından Hatip Zâkirî Hasan Efendi’nin bir bestesidir.
Fakat ezânı müteakip salâ âdeti günümüzde unutulmuş olmakla birlikte Anadolu’da bazı bölgelerde özellikle Erzurum’da hâlen devam etmekte.
Türk Mûsikîsi ile uğraşan biri olarak beğendiğiniz farklı türde müzik parçası var mı? Ayrıca En sevdiğiniz makam veya makamlar nelerdir?
Farklı tür dinlemeye vaktim hiç olmadı. Üstelik özellikle dinlememize de gerek kalmıyor. Bir lokantaya gidiyorsunuz pop müzik, alışveriş merkezlerinde batı pop müziği, dolmuşta arabesk çalıyor. Kısaca tercih etmediğimiz halde, istemeden de maruz kalıyoruz. Şu an açıkçası uğraştığım mûsikî harici bir şey dinleyemiyorum. Bununla birlikte farklı da olsa güzel, zevkli, birikim ürünü olduğu belli olan kaliteli çalışmalar dinlemeye değerdir.
Eskiden, bazı üstatların kayıtları ancak özel arşivlerde bulunabilirlerdi onları çok dinlerdik. Kasetler vardı onları toplardık. Şimdi her şey daha kolaylaştı. İnternette birçoğu var. Eski kayıtları dinlemenizi öneririm.
En sevdiğim makam diye bir şey yok. O anda icra ettiğim o hâlet-i rûhiye içerisinde en sevdiğim makamdır. Fakat genellikle Bestenigâr makâmını, şevkutarab makamını, şevkefza Makamını, ferahfezayı, suzidili çok severim.
Fakat Peygamber aşkını anlatan, bestesi Zekâi Dede’nin, güftesi Selâmî Mustafa Efendi’ye ait şevkutarab makamındaki bu tevşih bu günlerde tekrar beni mest etmeye başladı.
Bir muazzam pâdişâhsın ki kulundur cümle şâh
Kurb-i “ev ednâ”da vaz’ oldu senin çün taht-gâh
Nüh felek heft zemîn ancak sana bir bâr-gâh
Emrine mahkûmdur âlem her sözün vahy-i ilâh
Es-salâtu ve’s-selâm ey hâdî-i râh-ı Hudâ
Küntü ‘âsî yâ şefî’al-müznibîn işfa’lenâ
Bir muazzam padişahsın ki kulundur cümle şâh yani sen, öyle bir padişahsın ki bütün şahlar senin kulundur, kölendir. Kurb-i “ev ednâ ise; iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Necm suresi 9. ayetine işaret etmekte. Vaz’ oldu seninçün tahtgâh, yani senin tahtgâhın, makâmın orada belirlendi. Emrine mahkûmdur âlem her sözün vahy-i ilâh ise necm suresi 3 ve 4. ayette söylenildiği gibi ve (o, nefsinin) arzu (sun)dan konuşmuyor! O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.
Mûsikîmizin tavrı ve üslubunu nasıl korunmalıdır? Türk Mûsikîsine ait enstrümanlarla batı müziği yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Efendim, Türk Mûsikisiyle uğraşanlar, küfürbaz, berduş yaradılışlı olmaz. Mûsikimizin asıl gayesi insanı ve nefsi terbiye etmektir. Hal ve hareketleri yani maddi yapısını da tıpkı icra ettiği eserler gibi düzenlemektir. Mûsiki ile uğraşanlar üstatlarımız, dedelerimiz hep bu gayeyi gütmüşler. Tekkelerde mûsikînin kullanılmasının sebebi, mûsikî ile gönülleri yumuşatarak Allah aşkını zirveye taşımak, insanları insanlaştırmak yani insan-ı kâmil etmektir.
Bu sebeple mûsikî gaye değil ancak vesiledir. Gayemiz, yusebbihu lilllahi’nin idrâki değilse mûsikîyi bırakalım. Bunu açık yüreklilikle önce kendime söylüyorum.
Öğrenci geliyor, ‘Hocam, ne kadar sürede neyzen olurum? Ne kadar sürede konser veririm? Ders veririm?” diyor. Hocam Niyazi Sayın her dersinde muhakkak lafı buraya getirerek, ‘Musikiden para kazanılmaz evladım’ derdi. Geçim derdi herkes için geçerli. Elbette maddi olarak tutunmak, geçiminizi sağlamak ehemmiyetli fakat musikide gaye bu olmamalı. Siz samimiyetle bu yolda olursanız elbette size bir rızık kapısı aralanır.
Hammamizade İsmail Dede Efendi, Itri, Basmacı Abdi Efendi, Şekerci Cemil Bey, Rakım Elkutlu Hoca, Hafız Sami Efendi çok yönlü insanlardı. Lakaplarından anlayacağınız üzere musiki hayatlarının bir parçası meslekleri değil. Kemal’e erme yolunda bir vesile olarak kullanıyorlar. Fakat karşılığı olarak o zamanlar sultanlar ihsan da bulunuyor. Eğer sultan onları desteklemese bugünün karşılığı devlet desteklemese o medeniyet de gelişmeyecek. Bu destek gerekli.
Bize ilkokulda müzik kulağa hoş gelen, beş çizgi dört aralıktan oluşan şeydir diye tanımlarlardı. Ney sesi cazibesi onu farklı yerlerde kullanılmaya iteliyor. Pop müzikle uğraşanlar kemençeyi de kanunu da bu cazibeden dolayı kullanıyor. Kulağa da hoş geldiğini düşünüyorlar. Piyasadaki müziklerin tamamına yakını böyle zaten. Sonuç olarak sadece müzikle uğraşmış oluyorlar. Bizim kudretimiz yetmediği için onlara hoş gelen şeylerin gayesini, verdiği mesajı anlayamıyoruz. Bize ait olmadığından, ahenk ve yapısı farklı olduğundan o sesi duyamıyoruz. Çünkü bizim musikimiz ruhla alakalıdır.
Hocam motosiklet tutkunuzdan da bahsetmek isterim. Bu tutku nasıl başladı?
İstanbul’da yoğun trafik malumunuz hepimizin derdi. Zaman zaman içimden; bir motosikletim olsa, diye geçirirdim. Rahatça gidip gelebilsem, trafik sıkışıklığından etkilenmesem şeklinde düşünüyordum. Fakat aynı zamanda da korkuyordum. Özellikle rüzgârın etkisinden çekiniyordum. Sonunda karar verip araştırınca anladım ki özel kıyafetleri sayesinde rüzgârdan etkilenmiyorsunuz ve motosiklet üzerinde size bir konfor sağlıyor.
İçine girince de bir tutkuya dönüştü. Gezmek, görmek isteyeceğiniz yerlere rahatça gidebilmek, açık havada kaskı aralayarak ağaç kokularıyla dolaşmak ayrı bir lezzet. Aslında musikiyle uğraşanlar için düşünülmese de bizim camiada kullanan çoktur. Neyzen Sadreddin Özçimi ağabeyim, emekli müezzin Bekir Büyükbaş, Teşvikiye Câmisi imam hatibi arkadaşım Rıdvan Ovalı ile zaman zaman geziye çıkıyoruz. Daha önceleri arabayla bile fazla gezilere çıkmamışımdır. Daha önce gitmediğim yerlere motosikletle gittim.
Türk Mûsikîsini sevdirmenin belli bir yaşı var mıdır? Tanıtmak için neler yapılmalı?
Belli bir yaşı olduğunu söyleyemem. Torunlarıma doğduklarından beri kendilerine bir şeyler okurum. En küçük torunum Elif Rana, büyük torunum Hanne Neva. Onlara seslenirken severken, adlarına uyum sağlayan musikimizden tınılarla sözler söylüyorum. Bayılıyorlar. Çocukların kulaklarını eserlerimizle doldurmamız lazım ama okuyarak ama dinleterek. Gittikleri her yerde çıstaklara maruz kalıyorlar. Okullarının teneffüs müzikleri dahi saçma cıngıllı müzikler. Anaokullarından ise abur cubur şeyler dinlettirilmekte. Kreşlerde müzik odası mevcut. İçinde piyano, gitar var ama ney, kanun, ud gibi bizim musikimizin müzik aletleri yok. Tanıtılmıyor. Türkiye’de herhalde müzik sınıfında ney olan tek kreş, kızımın çalıştığı okul. Onu da ben hazırladım minik boyutlarda. Dolayısıyla ister siz söyleyin veya çalın. İsterseniz bol bol dinletin.
Cemil Bey, Hafız Sami Kani Bey, Meral Uğurlu bunlarla kulağını dolduracağız. Günümüzde yaşayanlar olarak benim hocam tabii Niyazi Hoca hem yaşlandı 93-94 yaşında bu salgın günlerinde telefonla hâl hatır sorabiliyorum. Sadrettin Özçimi, Bekir Reha Seha, Kanuni Erol Deran dinlenilmeli.
Hep eskilerden örnek veriyorum, çünkü musikimizi gelenekli olarak fem-i muhsinden meşk etmeliyiz. Yeni güzel örnekler de olmakla beraber gelenekten uzak olanlar daha fazla.
Ayrıca yeni çıkan Bekir Sıtkı Sezgin- Musikiye vakfedilmiş bir ömür kitabının edinilmesini tavsiye ederim. İçinde benimde bir yazımın bulunduğu bu eser Bekir Sıtkı Sezgin’e dair en kapsamlı çalışma.
Sultanlarımız da dahil olmak üzere bu şahsiyetler, sadece sanatın bir yüzü ile uğraşmıyorlardı. Hem musikişinas hem hattat hem şair bu sebeple gençlere, üstatlarımız tanıtılmalı. Bu şahsiyetlerin biyografileri okutulmalı. Bilhassa ilkokullarda müzik dâhilerimiz tanıtılmalı. Eserleri sık sık dinletilmeli (Not sistemi ile zorlamadan) ki kulakları âşinâ olsun. Böylece dışarda mâruz kaldıkları zararlı şeylerin bize ait olmadığını bilsinler.
TRT’nin hizmetlerinin büyük olduğunu da belirtelim. Bize ait eserlerin derlenip toparlanmasında, üstatların icralarına dair eski kayıtların bulunmasında büyük katkısı var. Yine de TRT sahip olduğu geniş platformu kullanarak, Türk Musikisini tanıtmak için daha fazla gayret göstermelidir. Bizim halkımızın bizim medeniyetimizden haberdar olması lazım.
‘Baki kalan kubbede hoş bir sada imiş’ diyor Nabi. Değerli bir üstadımız olarak sizin sadanız nedir?
Uğraştığımız bu musikinin sadası, Allah aşkı, peygamber sevgisidir. Öyle gördük öyle öğrendik. Baki kalan bu kubbede hoş bir sadamız; tıpkı geçmiş üstatların bıraktığı hoş sedalar misali, bir seda bırakmak. Bu da benim şiarım.
İcra ettiklerim içinde de Allah ve Peygamberimize olan aşkı anlatan eserlerin hepsi hoş sadadır benim için. En çok da Peygamber Efendimize olan aşkı anlatan en güzel eserlerden olan İzzettin Hümayi’nin bestesi, Ebubekir Kâni’nin de güftesini yazdığı Şehnaz makamındaki şu eser;
“Gubar-ı payine almam cihânı Yâ Resûlallah,
Değişmem muyine heft asumanı Yâ Resûlallah
Duyunca makdem-i teşrifin sulb-i pâkinden Âdem
Değişti habbeye bağ-ı cinanı Yâ Resûlallah.”
(Ayağının tozuna cihanı verseler almam Ya Resulallah
Saçının bir telini yedi kat göğe değişmem Ya Resûlallah
Hz. Âdem kendi neslinden senin geleceğini duyunca
Bir taneye cennetleri değişti Ya Resulallah.)
Gerek kişiliği gerekse haleti ruhiyesi ile söyleşimizi bir anlamda meşke dönüştüren değerli üstadımız ve kıymetli hocamızla gerçekleştirdiğim bu sohbetin ardından sizleri “Ahmet Şahin ile Meşk” programını izlemeye davet ediyorum. Feyziniz bol olsun.