Dünyada Andersen masallarını bilmeyen yoktur herhalde. Bu çok iddialı mı oldu? O zaman şöyle diyelim çoğumuz en azından bir tanesiyle tanışmışızdır. Bu masallar günümüzde ortaya çıktıkları toplum tarafından dahi eleştiriliyor olsalar da çeşitli animasyon filmlerle yeniden cazip hale getirilmekteler.
Aşırı duygu sömürüsü, aşırı kötü insanlar ve aşırı iyi insanlar içeren bu masallardan biridir Kurşun Asker. Bir oyuncakçı dükkânından diğer askerlerle birlikte bir doğum günü hediyesi olarak satın alınır. Hepsi de birbirinin aynısıdır. Kahramanımız hariç. Onu yapan ustanın nasıl olduysa kurşunu bitmiştir. Usta buna aldırış etmemiş ve onu tek bacaklı olarak çıkarmıştır hayat vitrinine. Kurşun Asker daha var olma aşamasında eksik kalmıştır. Götürüldüğü evde oyuncaklar arasında bir balerin görür ve ona âşık olur. Eh! Tek bacağı yoksa da bir kalbi vardır. Bu safhada masalı dinleyen çocuk Kurşun Asker adına ümide kapılır. O mutluluğu arayacak ve bulacaktır. Fakat Andersen’in burada şöyle bir ön koşulu vardır. Tek bacaklı olan bir asker tek bacaklı birine layıktır. Kurşun asker parmak ucuna yükselmiş balerinin diğer ayağını görmediği için onu da kendisi gibi zanneder. Ve bir engel daha vardır. Balerin sarayda kendisi ise diğer askerlerle birlikte bir karton kutuda yaşar. Sabaha kadar balerini izlese de aşkını itiraf edemeyen kurşun askerin peşini talihsizlikler bırakmaz. Onunla oynayan çocuk dikkatsizdir. Tıpkı oyuncak ustası gibi onu önemsemez. Camın kenarına bıraktığı kurşun asker aşağıya düşer. Hizmetçi kız ve çocuk onu bulmak için etrafa göz atsalar da bu arayış üstünkörüdür. Kurşun asker buradayım demeyi gururuna yediremez. Zaten tek bacağıyla yeterince zavallıdır, bir de yardım dilenip kutsal üniformasını küçük düşürmek olacak şey değildir. Masalı dinleyen çocuğun belleğinde “zor durumlarda yardım istemenin alçaltıcı bir davranış olduğu” düşüncesi oluşur.
Onu başka çocuklar bulur. Kurşun Asker onlar için de bir kıymet ifade etmez. Onu kâğıt bir geminin içine koyarlar ve yağmur sularının aktığı oluğa bırakırlar. Bu safhada masalı dinleyen çocukta “fiziksel engelliler oyun arkadaşı olarak tercih edilmez” algısı kolaylıkla oluşabilir. Tuhaf bir durum daha vardır: Kurşun asker “çaba göstermek” ifadesini tanımaz. Onu hiç duymamıştır. Başına ne gelirse gelsin razıdır. Bir kanalizasyon faresi bile ona hesap sorar. Kâğıt gemisi yok olur. Balerinin hayaliyle birlikte karanlığa gömülür. Her şey biter.
Ama durun bakalım öyle kolay yok olamaz değil mi? Ümitleri tekrar ve tekrar yok edilmeli tek bacaklı bu zavallıya mümkün olan tüm belalar isabet etmelidir. Bu arada bir mucize olur. Tam karanlığa gömüldüğünü düşünürken bir ışık görür. İri bir balık tarafından yutulmuş, pazarda satılmış ve nasıl olduysa aynı eve geri dönmüştür. İşte âşık olduğu kız orada duruyor. Üstelik bu kez kurşun askerin farkındadır da. Tüm kötü deneyimler artık geride kalmıştır diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Masal kurşun askerin hayallerini yok etmek üzerine kurgulanmıştır. Bırakın mutlu olmayı ölmek bile kolay olmayacaktır onun için. Sahibi olan kalpsiz çocuk hiçbir sebep olmadan kurşun askeri kaptığı gibi ateşe atar. Kurşun asker gözlerini balerine diker, tam da “acımasız hayat ona şans tanıdı” derken alevlerin arasında yavaş yavaş erir. Yazarın ona bahşedeceği tek mutluluk, sevdiğini onunla birlikte ateşe sürüklemektir. Bu görev, kurşun askerin pencereden aşağıya düşmesine neden olan haylaz rüzgâra verilir. Onlardan geriye küller ve kalp şeklinde erimiş kurşun kalır. Zavallı oyuncak zalim bir çocuğun ellerinde can verir.
Masaldaki kadın karakter ise pasiftir. Görevi, bir prensi yahut popüler tabirle asıl oğlanı beklemektir. Kendisiyle evlenecek, onu bulunduğu durumdan kurtaracak bir kahraman için var edilmiştir. Kurşun askerde durum biraz farklı olsa da balerin kâğıt bir bedenle, kâğıt bir sarayda yaşar. Zayıftır. Kurşun asker gibi başına gelen hiçbir musibete karşı koymayan, kurtuluş çabası göstermeyen birine kurban edilerek değersiz hayatı anlam kazanmalıdır. Kurşun askerin kendisine beslediği hislere tam olarak karşılık vermiyor olsa bile onun çektiği acıların tesellisi olarak onunla birlikte yok olmalıdır.
Peki Andersen neden böyle bir masal anlatır. Aslında bu dil ona has değildir. Devrin masal kurgusu benzeri olay örgüsü üzerinden yürür. Kullanılan üslup aynıdır. Belki de Andersen, masallarını içinde büyüdüğü toplum, insanlar arasındaki gelir uçurumu, annesinin durumu, babasını erken yaşta kaybetmesi gibi bir çocuk için unutulması zor zamanların fotoğrafları olarak sunar. Yaşadığı zorluklar onu umut ve umutsuzluk denizinde çırpınmaya bırakmış, bu çırpınışlar da kalemini şekillendirmiştir.
Perilerin, cinlerin, devlerin, prens ve prenseslerin kol gezdiği, cadıların ve üvey annelerin – her nedense kötü karakterler hep kadındır- kahramanlara hayatı zehir ettiği bir dünya, büyüye, sihre ve inanılması güç mucizelere ihtiyaç duyar. Aslında sorun bunların masallara girmesi değil, İşleniş biçimleridir. Günümüzde fantastik, ütopik ve distopik evrenler, insanların arzu ettikleri yahut korktukları dünyaları bir şekilde dışa vuruyor olabilir mi? Bu ürünler masalların farklı bir versiyonu mudur? Ve ne kadar masumdurlar, bilemiyorum. Legenderler, herolar, olağan üstü mutantlar yukarıda sözü edilen türlerle kitaplara ve senaryolara taşınmakta, hem yetişkinler hem de çocuklar tarafından beğenilmektedirler. Hepsi masum olmasa da birçoğu takdire şayan. İnsan dehasının ve hayal gücünün meyveleri inanılmaz bir tat bırakıyor ağızlarda. Gizemli dünyaları seviyoruz . Hem dozunu ayarında tuttuktan sonra pek bir sıkıntı yok gibi. Bu arada kadın imajı iyileştirilmiş olsa da biraz daha yol almalı, ne dersiniz?