Bugün ülkemizin en güçlü kalemlerinden biri olan Sabahattin Ali‘nin doğum günü.
Sizlere onun yazdığı hikayelerden birini sunabilirdik ama onun yerine nasıl vefat ettiğini anlatmak istedik.
Yazdıkları sebebiyle büyük sıkıntılar yaşayan yazar, doğduğu topraklara gidecekken vahşice öldürüldü.
Ayşe Sevim bizler için yazdı.
I.
Sabahattin Ali 1907 yılında, o vakitler Osmanlı toprağı olan Bulgaristan’da doğmuştu. Bu doğumdan kırk bir yıl sonra Bulgaristan’daki topraklar kımıldamaya başladı. Bir avuç toprak birbirlerine tutunarak ayağa kalktı. Ardından da rüzgârın içine atlayıp Sabahattin’in İstanbul’da kaldığı odanın camına kadar geldi. Sabahattin Ali, o esnada yapış yapış bir kâbus görüyordu. Göğsü hızla inip kalkıyor, nefesi, boğazından kalın yumaklar halinde geçiyordu. Toprak taneleri açık pencereden içeriye girdiler. Önce yazarın çalışma masasının, notlarının, kol saatinin, ceketinin üzerinde uçuştular. Daha sonra Sabahattin’in saçlarının arasına bıraktılar kendilerini. Yazar üzerine bir avuç toprak değil de huzur serpilmiş gibi gülümsedi. Bu topraklar Sabahattin’in kulağına şöyle fısıldıyordu: “Uyu, korkma, sıkıntılar bitecek, doğduğun topraklara dön…”

Sabahattin Ali o gecenin sabahında ani bir kararla Bulgaristan’a kaçmaya karar verdi. Yapılan tahkikatlardan, takiplerden, yaşadığı buhrandan böyle kurtulacağına inanmıştı. Bu işi büyük bir gizlilikle yapacak, ailesine bile kendisi ülke sınırını geçtikten sonra durumunu haber verecekti. Bulgaristan’dan da Avrupa’ya gidecekti, orada dostlarıyla buluşup… Yazar bu planları yaparken başındaki toprak bir anne eli gibi onu saçlarını okşuyordu. Sabahattin Ali Avrupa’ya geçemeyecekti, yazar ölüme gidiyordu.
1940’lı yıllar… Herkes genç Türkiye’yi kolundan tutup daha ışıklı bir geleceğe götürme peşinde… Nihal Atsızlar, Osman Yüksel Serden Geçtiler, Zeki Velidiler gibi Turancı görüşe sahip kişilerle Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Nazım Hikmet gibi solcu görüşe inanan sanatçılar birbirleriyle savaş içindeler. Yazılan yazılar keskin… Düşmanının başını içi su dolu bir küvete sokup boğmaya çalışan yazılar hepsi. Kelimelerin üzerinde bıçak parıltısına benzeyen ışıklar var.

Suç duyuruları, mahkemeler, mahkemeleri basan üniversite gençliği, çıkarılan dergiler, müstear isimle yazılan makaleler, kışkırtıcı şiirler, polis aramaları, kapatılan gazeteler, İnönü’nün paslı açıklamaları, memuriyetten azledilmeler, iş bulamamalar, aç kalmalar, borç paralar, çok içmeler, devletin nefesini ensede hissetmeler, ama ülkeyi çok sevmeler, hep çok sevmeler, solcu olsan da turancı olsan da ülkeyi çok sevmeler…
Sabahattin Ali yorulmuştu. Hapishanelerin dertle gıcırdayan ranzalarında yeniden uyumak istemiyordu. Kaçacaktı. Yola çıkmadan önce eşine bir mektup yazdı: “Sevgili karıcığım bu mektubu aldığın zaman ben İtalya Fransa ve Londra’da olacağım. Filiz’in (kızı) okulu biter bitmez sizi yanıma aldıracağım. Mehmet Ali Aybar ve Mahmut Dikerdem sizinle ilgilenecek. Size iş bankasından para gönderiyorum. Rauf Çalılar da size matbaa parasından gönderecek. Sen benim tutumlu karıcığımsındır, idare etmeye çalışırsın. Filiz’i ve seni hasretle ve binlerce defa kucaklar, dudaklarından öperim”(1)
Sabahattin Ali masadan kalkacakken, durakladı, başındaki topraklar ona dostlarıyla da vedalaşması gerektiğini fısıldadı. Kaleme uzandı:
“Bu mektubu aldığınız zaman ben bir müddet için ortadan yok olmuş olacağım. Herkesin beni geçen seferki gibi tebdil dolaşır bilmesi münasiptir. Bu kararı vermeden çok düşündüm. Yepyeni ve daha müspet bir hayata başlamak kararını müthiş nefis mücadelelerimden sonra vardım. Dünyada Filiz’le (kızı) Aliye’nin (eşi) yanında en sevdiğim insanlar sizlersiniz. Size karşı kötü olmamak için elimden geleni yaptım. Elimden gelmeyen için de beni affedeceğinizi umuyorum. Benden tekrar haber alacağınızı sanırım. Tekrar ve başka şartlar altında görüşeceğimize inanıyorum. Çoktan verdiğim bu kararı tatbikte bu kadar geç kalışımın sebebi, karım çocuğum ve sizdiniz. Fakat bu şartlar altında bu manasız hayatı devam ettirmekte mana göremedim. Hepinizin beni affetmenizi ve tekrar buluşuncaya kadar sevgi ile hatırlamanızı isterim. Şimdiye kadar kendimden başka kimseye kötülük etmemek için gayret ederdim. Artık kendime de kötülük etmemek için bu kararı verdim”(2)
Mor çiçekli dal gibiydim /bahar vaktinde kırıldım
II.
Sabahattin Ali’ye tehlikeli bulunduğu için kimse iş vermiyordu. Son aylarında zor bela nakliyecilik işine girişmişti. Zengin bir dulun kamyonunu işletiyordu. Sabahattin Ali bu işi dolayısıyla şehir dışına peynir götüreceğini söyleyerek arkadaşlarıyla vedalaştı. Sınırı geçmesi hususunda kendisine yardım etmesi için anlaştığı Ali Ertekin’le yola çıktı.
Bulgaristan’a yaklaşınca Ali Ertekin’le Sabahattin Ali kamyondan inip yürümeye başladılar. Sabahattin Ali yeni hayatını düşündükçe içinde kelebeklerin uçtuğunu hissediyordu hâlbuki Ali Ertekin anlaştıkları üzere hareket etmeyecekti. Eğer insanların düşüncelerini görme imkânımız olsaydı Ertekin’in zihninde yeniden ve yeniden kurulan cinayet planını görebilirdik. Bu planda Sabahattin bazen boğuluyor, bazen bıçaklanıyor, bazen yüksekçe bir yerden aşağıya itiliyordu. Kendisine rehber olması için anlaştığı Ali Ertekin’i büyük başlar bir oyuncak gibi kurup Sabahattin Ali’yi öldürmesi için göndermişlerdi. Sabahattin, katilinin zihninde kendi cesedinin resimleri olduğunu bilmeden onunla beraber yürüyordu.

“İşte şu gördüğün köylerin yakınında Bulgar kuleleri var, artık yaklaştık, geceyi burada geçirelim, yarın Bulgar kulelerine geçeriz” (3) dedi katil. Belki de o esnada Sabahattin Ali içmesi için elindeki su matarasını Ertekin’e doğru uzattı. Ertekin suyu içip ağzını kolunun tersiyle sildi. Sonra beraber çalı çırpı toplandılar. Ateş yaktılar. Katil ateşi yakmaya çalışırken yazar da rüzgâra elleriyle siper oldu. Yazar yorgun olduğu için hemen uykuya daldı. Katil uyuyamadı. Sabahattin rüyasında kızı Filiz’i gördü. Hapishanedeyken kızına çok düşkün olduğunu bilen bir arkadaşı ziyaret günü onu da yanında getirmişti. O gün ne arkadaşıyla ne de Filiz’le tek kelime etmemiş sadece evladını koklamıştı. Bu halde ağlamaya başlayınca Filiz de ağlamış, onları izleyen arkadaşı da bu ağlayışa katılmıştı. İşte o anı gördü rüyasında Sabahattin Ali. Fakat bu sefer hüzünlü değildiler. Ağlamalarına rağmen içlerinde hiçbir şeyin bozamayacağı bir ahenk vardı. Hayata dair tüm tırnak izleri, perişanlıklar, pas lekeleri, soluksuz kalmalar yok olmuştu. Rüyada dünyanın dişleyemediği bir huzur vardı.

Uyandığında kızının saçlarını hala yüzünde hissediyordu Sabahattin Ali. Ertekin’se hiç uyumadığı için gözlerinin altı şişti. Yürümeye başladılar. Gerçi artık Bulgaristan’a doğru ilerlemiyorlardı. Katil onu yanlış bir yola doğru çekiyordu. Cinayetini işleyeceği karanlığa, yırtığa doğru sürüklüyordu. Gürgen fundalıklarının olduğu bir yerde mola verdiler. Tabiat gözlerini sımsıkı kapadı. Birazdan cinayet gerçekleşecekti.
Yazar ceketini çıkarıp yere serdi ardından da kol saatini çıkardı ve yanı başına koydu.
Katil zihninde kurduğu planları yırtıp attı. Sabahattin’i çok daha vahşi bir şekilde öldürecekti. Eline bir sopa aldı.
Yazar çantasından bir kitap çıkardı, neden okumasın, sırtüstü uzandı.
Katil sopayı sıkı sıkı kavradı. Bir iki adım ilerledi
Yazar kitabı açtı…
“Sopa ile kitap okumakta iken kafasının sol tarafına yüzüne doğru şiddetle vurdum. Suratı, gözlükleri, kulağı kan içinde kalmıştı. Arkasından aynı yere şiddetle bir daha vurdum. Bu iki darbeden sonra Sabahattin Ali sağ tarafına doğru yıkıldı. Ağzından burnundan kanlar boşandı. Dikkat ettim hafif hafif nefes alıyordu. Bu defa üçüncü bir darbeyi ensesine vurunca nefesi tamamen kesildi.”(4)
Saçlarının arasındaki topraklar şöyle fısıldıyordu Sabahattin Ali’ye: “Uyu, direnme, bitti…”
Filiz, babasına sarılmış şöyle diyordu: Direnme baba, artık huzur zamanı”
Gürgen ağaçları yazar ölürken son kez göğü görebilsin diye dallarını sağa sola çekiştiriyorlardı.
Meraklısına not: Sabahatttin Ali’nin şiirlerinin büyük bir kısmı Volkan Konak, Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli ve Sezen Aksu gibi sanatçılar tarafından bestelendi. Pek çok şiiri müzik dünyasında geniş kitlelere ulaşmıştır.

Göklerde Kartal Gibiydim
Göklerde kartal gibiydim
Kanatlarımdan vuruldum
Mor çiçekli dal gibiydim
Bahar vaktinde kırıldım
Yar olmadı bana devir
Her günüm bir başka zehir
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım
Coşkundum pınarlar gibi
Sarhoştum rüzgârlar gibi
İhtiyar çınarlar gibi
Bir gün içinde devrildim
Ekmeğim bahtımdan katı
Bahtım düşmanımdan kötü
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum
Kimseye soramadığım
Doyunca saramadığım
Görmesem duramadığım
Nazlı yârimden ayrıldım
Sabahattin Ali
DİPNOT: Asım Bezirci’nin “Sabahattin Ali, yaşamı kişiliği sanatı eserleri” adlı eserinden faydalanılarak yazılmıştır.
*Bu yazı 07 Kasım 2015 tarihli Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır.