Horasan’ın Pinaduz köyünde başlayan bir hikayesi var şair Nurullah Genç’in. Karlı okul yolları, istasyonlar, boya tezgahları ve daha fazlası… Ezgi Tuzcu bu yazıda naat şairini şiirsel bir dille anlattı üstelik şiirlerinin nasıl yazıldığından örnekler vererek…
1966-67 yılları. İlkokulun olmadığı ama ariflerin yaşadığı Horasan’ın Pinaduz Köyündeki uzun kış gecelerinde büyükler Ahmediye, Muhammediye, Battal Gazi ve Köroğlu Destanları, Hz. Ali Cenkleri ve Siyer-i Nebi okurlar ve konuşurlar. Köy odası büyüktür; dört köşeli, minderli sedirler ve dış yüzleri kilim kaplı yastıklarla döşelidir. Daire şeklindeki oturma düzeninde çocuklar ve yetişkinler yan yanadır. Yatsı namazından sonra başlayan şiir faslı çocuk Nurullah’ın kulağına dört yaşından itibaren Fuzuli’nin, Bâki’nin, Nabi’nin gazellerini, Yunus Emre’nin, Niyazi Mısri’nin, Şeyh Galip’in şiirlerini fısıldar. Baş köşede Sibirya gazisi olan dedesi Bekir rehberliğinde Erzurum’un aylarca bitmeyen soğuğuna, buz tutan çeşmelerine inat sıcacık bir irfan iklimi var edilir.
Nurullah Genç’in “Yollar Dönüşe Gider” romanında bahsettiği kahraman, dedesi Sibirya Gazisi Bekir Ağa’dır. Savaş sonunda yıkılıp yerle bir olan Pinaduz köyünü tek başına sekiz yıl boyunca yeniden inşa ve imar eder. Genç’in hayat felsefesi dedesinden mirastır: Hayatı boyunca çalışır, okur ve dua eder.
Akşamları şiirin dünyasında başı dönen Nurullah gündüz tarlada hayatın fotoğrafını çeker. Çiftçidir. Altı yaşından itibaren köyün çocuklarıyla birlikte tarla sürer, at biner. Köy düğünlerinde merakla seyrettiği orta oyunları tiyatro tutkusunu besler. Üniversite yıllarında oynadığı Moliere’in Cimri oyunundaki rolüyle devlet tiyatrolarından teklif alır. Hayata başladığı köy, içinde büyüdüğü irfan mektebi öyle bereketlidir ki şiirini, hikayesini, sahnesini bir ömür beslemeye yeter.
Oğlu Nurullah henüz doğmadan babası Seyfullah Genç’in rüyasına giren piri fani bir adam “Bir erkek çocuğun olacak. Onu okut” der. Gördüğü bu rüya babası için bir hayal, bir hedef olur. Hayatının en önemli gayesi oğlu Nurullah’ı İmam Hatip’te okutmaktır. Yolu ve okulu olmayan köyde dokuz yaşına kadar dizinin dibinde yetiştirdiği Nurullah’ı okula gönderebilmek için bildiği her kapıyı çalar.
Baba ve oğul, karlara bata çıka Aşağı Tahir Hoca köyüne yürürler. Babanın sırtında valiz, küçük bir yiyecek torbası ve bir değnek vardır. Diz boyu kar, buz ve soğuk küçük çocuğun yürümesine izin vermeyince baba evladını köye kadar sırtında taşır. Köye vardıklarında kaşları ve bıyıkları buz tutan babasının kıpırdayan dudaklarına dikkat kesilir. En zor zamanlarında bile şiir okuyan ve zikreden babası ömrünün kahramanıdır. “Babası Ölünce Şairin” şiirinde onu şu mısralarla anlatır:
“Ömrünce dünya için ne şikâyet ne bir âh
Peygamber çiçekleri kokan yolcu: Seyfullah
Bir ömür kutlu bahçelerde gezinip durdu
Yüreğimi sonsuzluğun rengiyle doldurdu.”
“Okumak mı istersin yoksa kalıp benimle saman sepeti taşımak mı istersin?” diye soran babasına “Baba, beni okut.” cevabını veren Nurullah akrabalarının yanında eğitimine devam eder. Dokuz yaşında sabrı, beklemeyi, özlemeyi ve acı çekmeyi öğrenir. Annesinin, babasının, kardeşlerinin burnunda tüttüğü zamanlar köyün yakınındaki Aras Nehri’nin kenarına oturup ağlar. Çocuk yaşta akıttığı göz yaşları “Irmak ve Muamma” şiirine dönüşür:
“Benim derdimi ancak eriyen taşlar bilir
Kaderi yalnızlıktır ona dokunanların
Beklediğim her deniz içimde kan kesilir
Feryâdı deva imiş meğer yakınanların”
Ortaokula on iki yaşında Kars’ta başlar. Teyzesinin evi tren garının yanındadır. Erzurum garında banklar üzerinde şiire dönüşecek olan tren garı zihnine ilk kez Kars’ta yer eder. Horasan’da ırmağın suyuna anlattığı hasreti Kars’ta kara trenlere, lokomotiflere, vagonlara anlatır.
Hayatında ilk kez sinemaya Kars’ta gider. Açık hava sinemasıdır. Işıklar sönünce perdeye düşen atlıların görüntüsünü gerçek zannedip kaçmaya kalkar. Seyrettiği bu filmde işkence yapılan Çinli kızın siyah gözlerinden yaşlar akar. Nurullah Genç şiirindeki güçlü arka plan “Şehrayin Şarkıları” şiirindeki şu mısralarda karşımıza çıkar:
“o çin harikası bakışlarını
o pekin gözlerini
gözlerin ki, gece donanmasıdır
yoksul ve yabancı mısralarımın”
Hem okuyup hem çalışarak ortaokul yıllarını tamamlamak zorunda kalır. İlk işi ayakkabı boyacılığıdır. Sadece şair değil aynı zamanda girişimcidir. Sürümden kazanırım düşüncesiyle boya ücretini yarıya indirir. Bir deftere ayakkabısını boyadığı insanların isimlerini kaydeder ve karşısına bu kişilerle ilgili notlar alır. Hazırladığı istatistikler işe yarar ve farkında olmadan diğer boyacıların müşterilerini de elinden alır. Dayak yer ve boyacı sandığı kırılır. Boyacılığı bırakır, bulaşıkçılık yapar. Fırında ekmek yapan ustalara fener tutar. Ortaokulu birincilikle bitirir.
Kazandığı parasız yatılı sınavının kâğıdı köye zamanında ulaşmayınca paralı yatılı olarak Erzurum İmam Hatip Lisesi’ne kaydolur. Okul kaydını yaptırabilmek için on koyununu satan babasına borcunu ödeyebilmek için lisede de çalışır. Yemekhane girişinde boyacılık, paralı ödevler derken dört sene boyunca öyle çok para biriktirir ki sadece babası için on koyun almakla kalmaz. Okul hayatı boyunca yanında kaldığı, kendisine emek veren akrabalarına ayrı ayrı hediyeler alıp gönderir. Vefalıdır.
Erzurum İmam Hatip Lisesi son sınıftayken yazdığı Çanakkale şiiri çok beğenilir. Şiiri okuduğu topluluktaki tarih profesörü ileride bir Çanakkale Destanı yazmasını ister. Tarih şuurunu geliştirmek amacıyla Nurullah Genç’e kitaplar hediye eder. Çanakkale’ye dair yıllarca okuyan ve çalışan şair “Her Şey Gül Oldu: Çanakkale” şiirini yazar:
“Bir damla göz yaşında taşlar bile boğuldu
Hâlâ soruyor akıl: Bunun esrarı nedir?
Su ve Kan mahşerinde her şey yanıp gül oldu
Çanakkale şimdi bir sevdalı Türkiye’dir.”
Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne devam ederken fırınlarda, inşaatlarda günlük işler yapar. Fırında çalıştığı geceler akşam saat altıdan sonra yurda girilemediği için tren garında kalmaya başlar. Üzerinde yatıp uyuduğu, oturup geçen trenleri, yolcuları seyrettiği bank pek çok şiirinin ev sahibi olur. Kalbini dolduran hüzün ve yalnızlık hissiyle yazdığı “Çığlık” ve “Yalnızsın” şiirleri o dönemin eserlerindendir.
“Siyah Gözlerine Beni de Götür” şiiri de yanından geçen trenlerin, yolcuların, güneşin ve gölgelerin hediyesidir:
“Avareyim, asudeyim, yorgunum
Bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında, banklar üstünde
Uyku tutmuyor karanlıkları
Yitik düşlerimi kovalıyorum
Gölgeler gidiyor; ben kalıyorum”
Şair bankın üstünde uyuduğu vakit duvara bakınca taklit bir Mona Lisa portresi görür ve içinden şöyle geçirir: “Benim annemin elleri senin ellerinden daha güzel.” Yıllar sonra aynı tren garına yolu düştüğünde ne üzerinde uyuduğu bank ne de annesinin ellerini hatırlatan tablo oradadır. “Ey Mona Lisa’nın Kıskandığı El” şiirini orada kaleme alır:
“Bu kaçıncı yalnızlık trenlerin ardında
Bin pare olduğum kaçıncı bozgun
Bir gün bu esrarlı hikâye biter
Erzurum garında, banklar üstünde
Kalem bana kızgın, kitaplar kızgın
Hasret katar katar uzayıp gider
İçimde bir figân her düdük sesi
Her vagon efkârlı bir uzun hava
Göçmen kuşlar hâlâ dönmedi geri
Kurumuş, evlerin karanfilleri
Ey Mona Lisa’nın kıskandığı el
Sihrine bir defa dokunmak için
Hep aynı şarkıyı söyleyip durdum
Başımı umutsuz taşlara vurdum.”
Üniversite yıllarında dolabının kapağına yapıştırıp “Yirmi sene sonra herkesin tanıdığı bir şair olacağım (inşallah)” vizyon ifadesini gerçekleştirmek için canla başla çalışır. Köy odasında Rıza amcasından dinlediği nasihat hep kulaklarındadır: “Müslüman bir şair henüz naat yazmamışsa tam anlamıyla adam olmamış demektir.” “Yağmur” isimli bir naat yazmaya karar verir. On yıl boyunca zihninde taşıdığı “Yağmur” başlığı İstanbul otogarında yağmur altında koşturan insanları seyrederken şiire dönüşür. “Var edenin adıyla insanlığa nur” diye başlayan şiiri tamamlayabilmek için üç ay evin salonuna kapanır. Ailesi ve arkadaşlarıyla çok az iletişime geçer ve “Yağmur” şiirini tamamlar:
“Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından”
1 Comment