Medyanın oluşturduğu popüler kültür ortamında her şey gibi kelimeler ve kavramlar da anlam erozyonu yaşamaktadır. Bu erozyon maalesef medeniyetimizin kodları olan pek çok kavramın içini boşaltmıştır. Mesela “aydın” denilince, okuma yazma bilen herkes bir şekilde bu kavramın içine sokulmaktadır. Öyle ki Batı dillerinden alınan ve “aydın” kavramının karşılığı olarak kendine yer eden “entelektüel” kelimesi de bu erozyondan nasibini almıştır. Şaban Sağlık entelektüelliğe sığmayan bir mütefekkir Nuri Pakdil yazısıyla unuttuğumuz kavramları yeniden hatırlatıyor bizlere.
Aydın mı Mütefekkir mi Münevver mi?
Öztürkçe salgınının yürürlükten kaldırdığı “mütefekkir” ve “münevver” gibi önemli kavramlar, bu erozyonun yıkımından uzak kalmıştır. Öztürkçeyi saplantı derecesinde kabul edenler, bu iki önemli kavramı (mütefekkir ve münevver) “aydın” kelimesinde buluşturduklarını düşünmüşlerdir. Dolayısıyla bu iki önemli kavram böylece “ayağa düşmekten” kurtulmuştur.
Bize bu iki önemli kavramı hatırlatan da Nuri Pakdil olmuştur. Pakdil, ömür sürdüğü 85 yıl boyunca hem bir “mütefekkir” hem de bir “münevver” olarak yaşamıştır. Her ne kadar kendisi bu iki kavramı kullanarak kendini anlatmasa da, biz onun bütün ömrünü bu iki kelimeyle anlatabileceğimizi düşünüyoruz. Bizce Nuri Pakdil, kendisinden önce mütefekkir – münevver olarak mensubu oldukları Türk-İslam medeniyetini anlayan ve anlamlandırmaya çalışan Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Erol Güngör, Nurettin Topçu ve Cemil Meriç gibi şahsiyetlerin düşünsel mirasını tevarüs etmiştir. Elbette Pakdil’in bu şahsiyetlerden farklı düşündüğü hususlar vardır. Pakdil’in yanı sıra aynı misyonu günümüzde Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Rasim Özdenören gibi şahsiyetlerin sürdüklerini de burada hatırlatalım.
Mütefekkir – Münevver Kimdir?
Mütefekkir-münevver için olsa olsa “medeniyetin bütün alanlarında uzman olan kişi” tanımını yapabiliriz. Bu kişiler kendi medeniyetinin neferi gibidirler.
Kendi medeniyetini ve o medeniyetin kodlarını tanımayan, tanımak da yetmez, içselleştirmeyen bir düşünür-sanatçı mütefekkir olamaz. Olsa olsa sıradan bir sanatçı-yazar olabilir. Nuri Pakdil gibi şahsiyetler bütünüyle medeniyetin yükünü omuzlamış kişilerdir. Mesela Necip Fazıl, kendi medeniyetini de aşan daha büyük bir yük yüklenmiştir. O kendi davası için “Büyük Doğu Davası” tabirini kullanır. Kısaca vurgulamak gerekirse, mütefekkir – münevver şahsiyetlerin davası medeniyet davasıdır. Nuri Pakdil’in davası da –kendi tabiriyle- “Bizim Uygarlığımız”dır. Medeniyet davası, söz konusu medeniyetin bütün kodlarını çözmeyi ve de anlamayı gerektirir. Madem medeniyet bir “kül”dür, yani bütündür; öyleyse o bütünü oluşturan ana parçalar olmalıdır. Medeniyet konusunda fikir beyan eden düşünürlerin ortaya koyduğu şu evrensel hususları hatırlayalım. Din, sanat, kültür, ekonomi (iktisat), eğitim, sanayi, siyaset vs. gibi başlıklar bir medeniyetin parçalarıdır.
Mütefekkir – Münevver Olarak Nuri Pakdil
Mütefekkir-münevver şahsiyetler bir ya da birkaç yabancı dili bilmekte ve o dillerden tercümeler yapmaktadırlar. Ayrıca bu kişiler felsefe, tarih, sosyoloji ve din gibi pek çok alan ya da disiplinle de ilgilenirler. Yani bu kişiler “interdisipliner” bir alana hakimdirler. Yine bu kişilerin her biri sanatın önemli bir alanında isim yapmıştır. Herhangi bir meseleyi de klasik söylemle ile değil, disiplinler arası bir genişlikte, bir medeniyet sorunu olarak algılayan kişilerdir. İşte Nuri Pakdil de böyle biridir. Nuri Pakdil, gerçek bir düşünür olarak hemen her konuda görüş belirtmiştir. O, bu yönüyle sanki Sartre’ın şu sözünü haklı çıkarmıştır: “Entelektüel, kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokandır.” Nuri Pakdil böyle biri olarak adeta bir “medeniyet ideoloğu” olarak yaşamıştır.
Şimdi onun bir medeniyet ideoloğu olarak, medeniyetin temeli olan bazı kavramlar hakkında neler söylediğini ve nasıl bir tutum sergilediğini –yine kendisinin cümleleri ve tavırlarıyla- kısaca ortaya koyalım:
Okuma – Yazma
Nuri Pakdil, mensubu olduğu medeniyetin en temel metninin Kur’an olduğu bilincini hiçbir zaman zihninden uzak tutmaz. Bu yüzdendir ki bir eylem adamı olarak Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “oku” buyruğunu adeta bütün tavırlarının temeline koyar. Ona göre kalemin, kağıdın, sözün “hakkı” vardır. Pakdil’in “Edebiyat” dergisinde yazdığı ilk yazı da “Kalemin Yükü” adını taşır.
Basılı olarak 42 kitap yayınlayan Nuri Pakdil, ömrü boyunca yazmanın ve tabii olarak okumanın önemine dikkat çekmiştir. O, bu tavrını ta çocukluk günlerinden itibaren alışkanlık haline getirmiştir. Lisede iken dergiler çıkarır. Bir süre de bir gazetenin idaresini üstlenir.
“Ben her zaman oyumu dergiden yana veririm” diyen Pakdil, dergi çıkarmadan önce kendisine rehber edindiği “Büyük Doğu” ve ardından “Diriliş” dergisi ile güçlü bağlar kurar. Daha sonra da Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt ve Akif İnan ile birlikte “Sabır üssü” dediği Edebiyat Dergisi’ni yayınlamaya başlar. Pakdil, Edebiyat dergisinin manifestosu sayılacak bir metin de kaleme alır. Daha doğrusu bu metin bir fotoğraf arkası yazısıdır. Bir fotoğrafın arkasında yer alan o yazıda, Türk Edebiyatında “Yedi Güzel Adam” olarak ün salacak şahsiyetlerin birer cümlesi yer alır. Edebiyat dergisinde her yazarın bir müstear adı vardır. Bu adları da Pakdil verir. Nuri Pakdil’in müstear adları da vardır ve şöyledir: Emin Ziyaioğlu, Ebubekir Sonumut, Yahya Hurşit, Ömer Ali, Hamid Sıla, Hasan Damar, Hikmet Timuçin, İlyas Tarık, Murtaza Tunçgök, Özger Toygun, Raza Gönder… Pakdil okumaya da çok büyük anlam yükler. Bu bağlamda onun “Okumadığın gün karanlıktasın!…” sözü adeta slogan haline gelmiştir. Mesela der ki: “Dostoyevski okumayanlara ehliyet vermemeli!” Hatta başka bir yerde de “Ehliyet almak için 10 roman okuma şartı getirilmeli” der.
Nuri Pakdil mektupları çok önemser. Sadece mektuplar da değil, edebiyatın hemen her türünde eser vermiştir. Şiirler yazmış, tiyatro oyunları kaleme almış, çok sayıda deneme ve fikir kitabı yazmıştır. Okuma ve yazmaya böylesine önem veren Pakdil’in, bu tavrı onun başka bir yönünü açığa çıkarmıştır. O da “eylem adamlığı”dır.
Eylem Adamı
Nuri Pakdil’in eylem adamlığını Rasim Özdenören şu çarpıcı tespitiyle özetler: “O, tavır koymanın ve protestonun adamıdır.” Kendisi de bu tavrı için şu ilginç sloganı öne sürer: “Beş vakit eylem!…” Hüseyin Su, Nuri Pakdil’in eylem adamlığı için “Entelektüel Öfke” der ve bu adla kitap yazar. Nuri Pakdil, “Otel Gören Defterler” kitabında kendisinden “Çelik Adam” olarak söz eder. Sadece bu isim de değil, “kahraman, direnişçi, dikkatin tecessüm etmiş hali, amacına yanlışsız ulaşması gereken ok, uzun yol yürüyüşçüsü” gibi sıfatlar da Pakdil’in eylem adamlığı için kullanılmıştır.
Nuri Pakdil çok ilginç eylem türleri de icat eder. Mesela ona göre eylemlerin zaman ve saatleri de vardır. Beş vakit namaz, beş vakit eylem demektir. Hatta ona göre “Kudüs’ü düşünme saaatleri” diye bir zaman dilimi (eylemi) de vardır.
Nuri Pakdil’in bu duruşunun ana gerekçesi şu sözünde saklıdır: “Türkiye’de her gün, -evet her gün- her şeye yeniden bir anlam vermek gerekiyor. Çünkü sürekli yeni tuzaklar kurulmakta, aklın önünde.”2 Nuri Pakdil, eylem adamlığında kendini yalnız hissetmez. Bu konuda o şunu söyler: “Yedi Güzel Adam olarak nitelenen bizler, gerçekten, övünmek gibi de olsun, olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk.”3
Pakdil tiyatroyu çok sever: “Tiyatro, edebiyatın başka bir anlatımla sözün eyleme dönüşmesidir. Oldum olası bir söz ilgilendirmiştir beni: EYLEM…” cümleleri bu manada çok anlamlıdır. Yine onun eylem adamlığını ifade eden şu sözü de çok meşhurdur: “Red, diyorum mütemadiyen. Kara siyasaya “evet” dememek için direniyoruz.”
Nuri Pakdil’in bütün eylemlerinin bağlı olduğu hatta kendisinin kriter aldığı temel kavram ise “Yerli Düşünce”dir.
Hayatının ana hedefi haline getirdiği “Yerli Düşünce” kavramı da Pakdil’in eylem adamlığının önemli bir tetikleyicisidir. Başka bir ifadeyle Nuri Pakdil’in en büyük projesi “Yerli Düşünce”dir. Bu proje ancak “Biat” la yani “bağlanma” ile gerçekleşir. Edebiyat eylemi de işte böyle başlar… Nuri Pakdil, sorun olarak gördüğü uygarlığımızı da “yabancılaşma” kavramı ile adlandırır. Hüseyin Su, “yerli düşünce” kavramı bağlamında Nuri Pakdil’in “yerli düşünce” anlayışını şöyle açıklar: “Nuri Pakdil’in lügatinde uygarlık, İslam inancının, İslam düşüncesinin, bu inanç ve düşünceyle oluşan toplumun ete kemiğe bürünmüş, toplumsal ve evrensel anlamda somutlaşmış halinden ibarettir. Hem kendi içimizde Batılaşmayla hem de evrensel ölçekte Batıyla hesaplaşma, uygarlık değerleri etrafında gerçekleştirilmek zorundadır.
Bunun için de hayatın bütün alanlarında, yabancılaşmanın bütün türevlerine karşı inanç kaleleri inşa etme geleneğini diriltmesini ve hayata geçirilmesini önerir. Bu inşa bilincinin de içeriğine bir eylem yükleyerek yeniden “yerli düşünce” olarak tanımlar.”4
Pakdil’e göre yerli düşüncenin anahtarı ise, eylem adamlığının motor gücü olan “eleştirel tavır”dır.
Eleştirel Tavır
Nuri Pakdil’in hangi cephesinden söz edersek edelim, onda değişmeyen bir tavır olarak “eleştirel tutum”u görürüz. Eleştirel tutum, verili olan anlam ve birikimi sorgulamakla başlar. Bu manada eleştirel tavır sahibi olan kişi hemen her şeyi sorguya çeker; itiraz eder, yerine göre reddeder. Bu tavır Pakdil’de çok belirgin olarak görülür. Eleştirel tavır Pakdil’de çocukluk döneminden başlar. “Bir Yazarın Notları”nda bu durumu kendisi şu şekilde anlatır: “İlkokulun Öğretisiyle, annemin babamın Öğretisi kanlı bıçaklı savaş halinde miydi birbiriyle?…” Pakdil, Batılılaşma için “yabancılaşma” der. Dolayısıyla “yabancılaşma” kavramı onun en çok kullandığı eleştiri silahı olmuştur. Hatta Pakdil, Batılı yazarlardan Batıyı eleştirenleri tercih eder. Mesela Samuel Beckette, Arnold Toynbee… Ionesco, Sartre vd. Kısaca belirtmemiz gerekirse Pakdil’de yoğun bir Batı eleştirisi vardır ve yazar bu eleştirilerinin çoğuna “Batı Notları” adlı kitabında yer verir.
Kalıplara sığmayan bir mütefekkir –münevver olan Nuri Pakdil, büyük bir yapıbozucudur/ varoluşçudur. Aynı zamanda o, oldukça modern görünür, tavır itibarıyla da “sol” ve “devrimci” zannı uyandırır. Ancak kendisini “sağcı” olarak da görmez; “solcu” olmadığını da ısrarla söyler. Çünkü Nuri Pakdil’in “düşünce coğrafyası” çok geniştir.
Düşünce Coğrafyası
Nuri Pakdil tam bir “medeniyet ideoloğu”dur. Bu yüzden olsa gerek onun düşünce coğrafyası oldukça geniştir. Yatay olarak coğrafi genişlik ve dikey olarak da tarihi derinlik Pakdil’de fark edilir. Buna felsefi sezgilerini ve sanatçı kimliğindeki duyarlılığı da eklersek, karşımıza nasıl bir insan figürünün çıkacağını görürüz. Nuri Pakdil’in düşünce coğrafyasında daha çok modern dünyanın ilgisiz kaldığı alanları görürüz. Mesela o, Afrika’yı çok sever. Bu konuda Toynbee’nin şu cümlesini sık sık anar: “Onların kullanılmamış enerjileri var, yorgun değiller. Yeni çağ onlar için olabilir…”5
Pakdil’in bu cephesi başlı başına bir inceleme konusudur. Biz bu konuda bir fikir verebilmek için sadece edebiyat alanındaki düşünce genişliğine kısaca değinelim. Bu konuda şu soruları soralım: Nuri Pakdil nasıl bir okuyucudur? Neleri okur, neler hakkında yazar? Bu konuda Edebiyat dergisinde kimler ve hangi kitaplar hakkında yazı yazdığına bakmak bize bir fikir verecektir.
Nuri Pakdil Edebiyat dergisinde, derginin yayınlandığı günlerde yayınlanan yeni kitapları mutlaka değerlendirirdi. Bu konuda herhangi bir ideolojik ayrım da yapmazdı. Bu yazılarda Pakdil, daha önce andığımız farklı müstear isimler kullanırdı. Nuri Pakdil, edebiyata çok önem verdiği için olsa gerek, yayınlandıklarında dikkat çeken bazı metinler hakkında da sıcağı sıcağına yazılar yazmıştır.
Nuri Pakdil, Edebiyat dergisinde en çok “Değinmeler” başlığı altında çok farklı konu ve şahıslara yer verir. Mesela, Türkiye dışında yayınlanan dergiler ve gazeteler hakkında yazılar yazar. Nuri Pakdil söz konusu yazılarında kimler hakkında yazdığını İbrahim Demirci ayrıntılı olarak inceler.6
Kendi Medeniyeti / Batı Medeniyeti
Nuri Pakdil’e göre, “Bir milletin tek bir seçim yapması gerekir; o da “uygarlık seçimi”dir. Hatta Pakdil’e göre Türk milletinin bunalımı da temelde bir uygarlık bunalımıdır. Bu konuda söylediği şu söz adeta motto haline gelmiştir: “Boynumuz ağrıdı Batıya bakmaktan…” Gerek Doğu gerekse Batıyı belirli “gösterge”ler üzerinden değerlendiren Pakdil’e göre, toprağa değen ilk ayak insan ayağıdır. Bu insan Hz. Adem’dir. Yani toprağa ilk değen ayak bir işçi ayağıdır; Peygamberler hem işçi hem de önderdirler. Yine Pakdil’e göre, yeryüzünde bir damla alın terinden daha güçlü bir silah yoktur. Görülüyor ki Pakdil, medeniyet meselesini “din” hatta peygamber kavramından ayrı görmüyor.
Pakdil “şehir”lere de uygarlık bağlamında işlev yükler. Bilindiği üzere Pakdil’in en çok adını andığı şehir de Kudüs’tür. Ona boş yere “Kudüs şairi” unvanı verilmemiştir.
Pakdil’e göre, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Halep ve İstanbul sevilmeden hayatın yani varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz. Kudüs, ebedî ulu önderimiz Hz. Muhammed’in Miraca yükselirken en son ayak bastığı yerdir. İstanbul ise yüce Peygamberimizin muhakkak feth olunacağını müjdelediği dünyadaki tek şehirdir.7 Nuri Pakdil, daha başka şehirleri de anar. Zulümler yaşanan ve nüfusu Müslümanlardan oluşan Moro, Eritre, Filistin, Türkistan ve özellikle Balkanlardaki şehirleri de bir şekilde anar.
Hemen her meseleyi “din”le irtibatlandıran Nuri Pakdil, dini düşüncenin ve hayatın pek çok yara aldığı özellikle tek parti devrini sorgulayan ve kendi alternatif düşüncelerini bu devre göre konumlandıran bir yazardır. Hüseyin Su bu konuda Pakdil’in Daryus Şayegan’ın kitabına da isim olarak seçtiği “yaralı bilinç” ve “melez bilinç” kavramlarını hatırlatır.8 Bu bilinç hallerinin yabancılaşmaya ve inkara sebep olduğunu söyler. Ona göre yabancılaşma ve inkarla oluşan yeni uygarlık ise, “put”lar üretmiştir. “Put Yapım Evleri” adlı oyununda yazar adeta bunun felsefesini yapar. Pakdil’e göre çözüm İnanç Uygarlığı’dır. Bu konuda kendince şu tesbiti sunar: “İnsan ya Tanrı’dan yanadır ya da Tanrı’ya karşıdır.”9
Sonuç
Bizce büyük bir medeniyet ideoluğu olan Nuri Pakdil, her büyük ideolog gibi “yeni bir lügat tekellüm etmiştir. Yani Pakdil söyleyeceklerini “yeni bir dil” ve “yeni bir söylemle ifade etme yolunu seçmiştir.
Toplamda 42 eser kaleme alan Pakdil’in bu eserleri hakkında “anlaşılmaz” ya da “soyut” nitelemeleri yapılmıştır. İtalyan Türkolog Anna Masala, “insanlar Nuri Pakdil’i iki bin yılından sonra anlayacaktır”10 sözüyle bir anlamdabu durumu çok önceden hissetmiş ve dile getirmiştir.
Evet, Nuri Pakdil’in dili / Türkçesi ve söylemi sorunludur. Kendisini sevenler ve hatta aynı dünya görüşünü benimseyenler bile Pakdil’in bu yönüne takılmışlardır.
Tekrar soralım: Nuri Pakdil sadece diline ve söylemine indirgenebilir mi? Bizce Nuri Pakdil’in “meselesi” daha büyüktür. Onun “mesele” olarak gördüğü başta “uygarlık”olmak üzere “yaralı bilinç” ve “yabancılaşma” sorunları, bizce Pakdil’i çok farklı açılardan değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Şunu belirtelim ki, Daryus Şayegan’ın “Yaralı Bilinç” ve “Melez Bilinç” kitaplarında vurguladığı hususlar bilinmeden Nuri Pakdil anlaşılamaz. Nuri Pakdil sanki bu bilinç hallerine savaş açmış gibidir. Çünkü o aşağılık duygusunu reddeder. “Red”, Pakdil’in en çok sevdiği kelimelerin başında gelir.
Nuri Pakdil, nevi şahsına münhasır bir yazar olarak herhangi bir kalıba sığmayacak kadar farklı biridir. Bu durumda Nuri Pakdil’e başka bir gözle bakıp, bu değerli şahsiyeti “anlama” yolunu açmalıyız. Mademki Nuri Pakdil, “aydın”, “entelektüel” gibi verili terimlere sığmıyor; bu durumda onun savunduğu medeniyetten kendi durumuna da uyan “mütefekkir” ve “münevver” kelimelerine müracaat edeceğiz. Nuri Pakdil de bu manada bir eylem adamı olarak kendini “yerli düşünce” olarak kodladığı medeniyet davasına adamıştır.
Nuri Pakdil, bu nitelikleri ile edebiyat ve düşünce dünyamızda kendine yer etmiştir. Onun hiçbir eseri yoktur ki, “yerli düşünce” vurgusu yapmamış olsun; hatta kendi uygarlığı ile Batı uygarlığı arasında karşılaştırma yapmamış olsun. Aforizma değerindeki cümlelerinden de anlaşılacağı gibi, Nuri Pakdil, aynı zamanda büyük bir felsefi zihne sahip bir düşünürdür.
Günümüz edebiyatında ve tefekkür dünyamızda Nuri Pakdil hep bu özellikleri ile tanınmış, bu konuda hiç de geri adım atmamıştır. Bu yüzden olsa gerek onun hakkında efsanevi hikayeler dolaşıma sokulmuştur. Mehmet Harmancı, bu manada “Pakdil Menakıbnamesi” tabirini kullanır.11
Pakdil’in bu özellikleri yeni bir şey değildir. O, edebiyat dünyasına adım attığı günden beri böyle biri olacağının işaretlerini vermiştir. Mesela Nuri Pakdil uzun bir dönem otellerde yaşar. Sıkı bir Fenerbahçe taraftarıdır. “Otel Gören Defterler” adlı kitabında onun bu özelliklerinin çoğunu bizzat kendi ağzından dinleriz. Yani Pakdil, kitaplarının çoğunu otelde kaldığı süreçte yazmıştır.
Hayatındaki ilginçlikler bununla da sınırlı değildir sadece. O tercih ettiği mütefekkir münevver tavrıyla Türkiye’deki her ideolojik grubun argümanlarını sahiplenmiştir. Mesela sol kesimin yoğunlukla kullandığı “emek”, “emperyalizm”, “devrim” gibi kelimeleri sıkça kullanmıştır. Ancak Pakdil bu kelimeleri sol- marksist grupların kullandığı manada değil, bambaşka bağlamda kullanır. Pakdil, diğer ideolojilere dair kelime ve kavramları da aynı mantıkla kullanır. Zaten onun anlaşılmayan tarafı da bu tercihleridir.
Nuri Pakdil, sadece yazan kişi de değildir. O, aynı zamanda örnek dostlukların da adamıdır. Mesela “Bağlanma” adlı eserine “Fethi Gemuhluoğlu’nun büyük anısına bitimsiz saygıyla” ifadesiyle başlar. Kendisi bir başka “değer”imiz olan Fethi Gemuhluoğlu ile çok yakın dosttur.
Pakdil henüz lisede öğrenciyken çıkardığı “Hamle” dergisindeki yazısı ile Nurullah Ataç’ın dikkatini çeker. Ataç, Türk Dili dergisinde Pakdil’den ve Hamle’den söz eder. Onların geleceğin edebiyatını etkileyeceğini işaret eder. Daha pek çok özelliğini sıralayabileceğimiz Nuri Pakdil, bizce “kich’i olmayan bir avangart, asla demode olmayacak bir yapıbozucudur (yenilikçidir). O, medyatik olamayacak kadar “sükut” sahibi, gerektiğinde dilinin döndüğünde susan bir mütefekkir – münevverdir. Nuri Pakdil’den “popüler bir sanatçı” yaratılamaz. Her ne kadar fotoğraflarda ve ekranlarda, sosyal paylaşım sitelerinde çokça görülse de, bu iletişim araçlarının bir dayatmasıdır, diyeceğiz ve Pakdil’i asla popüler bir figür olarak kabul etmemeliyiz. Hatta Nuri Pakdil “Yedi Güzel Adam” furyasındaki bir figüre de indirgenemez. Bütün bu medyatik şaklabanlıklar Nuri Pakdil’in popüler biri olduğuna delalet etmez. Çünkü popülizmin sonucu “demode olmak”tır veya “ayağa düşmek”tir. Burada “Nuri Pakdil’i kimse tanımasın mı? Medyada tanınmasının ne mahzuru var?” tarzındaki iyi niyetli sesleri duyar gibiyiz. Onlara sadece şunu hatırlatalım. Medyatik / popüler yazarlar bir süre gündemde kalırlar; bu doğrudur. Ancak medya bir yazarı eseri ile değil, şahsi hikâyeleri ile gündemde tutar. Türk okuyucularının Nuri Pakdil’in şahsi hikâyelerinden çok eserlerine ihtiyacı var. Pakdil’in hangi eseri medyatik olmuş, hangi eseri “best-seller”? Böyle bir şey yok. Çünkü her gerçek sanatçı gibi Nuri Pakdil de “eser”leri ile kalıcı olacaktır. Yani Nuri Pakdil, tıpkı Yunus Emre gibi “Her dem yenidir” ve okundukça “her dem yeniden doğacaktır”.
- Nuri Pakdil, tercih ettiği öztürkçe dil anlayışı yüzünden hep eleştirilmiştir. Ancak onun bu tercihinin sebebi, öztürkçeyi saplantı derecesinde savunan sol-Kemalist-sosyalist zihniyetteki kişilerin gerekçesi ile aynı değildir. Nuri Pakdil’in öztürkçe tercihinin sebebi araştırılmadan, yöneltilecek eleştirilerin amacına ulaşmadığına inanıyoruz. Peki Nuri Pakdil neden öztürkçeyi tercih etmiştir? Bu soruya cevap vermek için Pakdil’in bütün eserlerini okumak gerekir. Bunu göze almayanların eleştiri hakları tartışılır.
- Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, (Haz. Hüseyin Su – Duran Boz), Kahramanmaraş Belediyesi, 2011, s. 41.
- Nuri Pakdil, Yedi İklim, Ocak 2015, Sayı: 298, s. 6.
- Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, (Haz. Hüseyin Su – Duran Boz), s. 44.
- Hüseyin Su, Entelektüel Öfke / Nuri Pakdil, Şule Yay. İst. 2018, s. 176.
- Bu konuda bak. İbrahim Demirci, “Nuri Pakdil’de Eleştiri ve tartışma Yönsemeleri”, Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, 2011, s. 131-182.
- Nuri Pakdil, Yedi İklim, Ocak 2015, Sayı: 298, s. 5-6. 8 Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, s. 37-38.
9 Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, s. 42.
10 Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, s. 70.
11 Düşünen Kalem / Nuri Pakdil, s. 65.
Makaleyi seslendiren Gülsüm Çelik’e teşekkür ederiz.